Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Sömürülmek mi istersiniz, sopa yemek mi?TSK, AB üyeliğimizin 2010 yılından önce mümkün olamayacağını buyurdu ya, kronik batıcılarımızda müthiş bir sevinç. Bundan sonra ne yapacaklar? "Brüksel aslında egemenlik haklarımızı elimizden almak istiyor" deyip geleneksel güç odaklarının dümen suyunda "yetinmeye" devam mı edecekler, yoksa önümüzdeki 10 yılın "demokratikleşme" açısından bir şans olduğunu mu düşünecekler? Bence birincisi... Kronik batıcılarımız, bir bölüğü 28 Şubat sürecinde formüle edilmiş argümanlarla Avrupa Birliği'ne karşı çıkıyor; Kopenhag kriterlerinin ulusal çıkarlarımıza halel getirecek bir dizi "yaptırımı" içerdiğini ileri sürüyor. Yanlış da değil... Bunlar, Kemal Tahir'in de altını çizdiği gibi, "özde" değil, "lafzen" batıcıdırlar. Batılılaşmanın enikonu bir "üstyapı devrimi" olduğuna inanırlar. Şapka giymek, Mozart dinlemek, fast food tıkınmak "batılılaşmak" için yeter şarttır onlar için; ama batılı kadar üretememenin, batılı ölçüsünde düşünememenin bizatihi o üstyapı devriminden kaynaklandığını fehmedemezler. Yine Kemal Tahir'in dediği gibi, batılı kurum ve kuralları harfiyyen benimsediklerini söylerler ama, doğunun "altrüist ahlakı"ndan koptukları için başka bir medeniyet havzası içinde de huzur bulamazlar. Ne yapmalı peki? AB koşullarını reddetmeli, dış politika rotasını "bölgesel güç" olmaya doğru mu çevirmeli? Nasıl olacak bu? Tarihiyle, geleneğiyle, halkıyla, halkının değer tercihleriyle kavgalı bir ülke, hangi enstrümanlarla ya da hangi malzemeyle "bölge"ye açılacak? "Din" ve "milliyet" gibi dominant unsurlar olmaksızın bölge (Daha doğrusu Osmanlı hinterlandı) üzerinde nasıl söz sahibi olacak? "Medeniyetin bekleme odası" diyordu ya Tarık Zafer Tunaya... Bekleme odasına aldılar Türkiye'yi. Bundan sonra, müteaddit defa belirlenmiş "şartlara" uyup uymadığını gözleyecekler. Ecevit'in, "içime sindiremedim" dediği Kıbrıs şartı başta olmak üzere, bir dizi "yükümlülükle" sigaya çekecekler Ankara'yı. İstenen şeyler net aslında. Demokratikleşin, MGK'yı lağvedin, işkence yapmayın, azınlık haklarını tanıyın, serbest piyasa koşullarını uygulayın, egemenlik haklarınızdan ve bu arada tarihsel iddialarınızdan vazgeçin... Bunları yaparsanız AB'ye üye yazarız; nüfusunuzla, temsil gücünüzle gelecekte Avrupa'nın etkin ve vazgeçilmez ülkelerinden biri olabilirsiniz.. Türkiye'nin önünde iki seçenek duruyor şimdi: Ya egemenlik haklarını Brüksel'e devredip geleceğin "sömürgen", kokuşmuş refah ülkelerinden biri haline gelecek, ya da sınırlarına ve egemenlik haklarına sahip çıkan "bağımsız", "yoksul", halkına eziyet eden beşinci sınıf bir "üçüncü dünya ülkesi" olacak. Kırk katır mı, kırk satır mı? Siz seçin...
meyavuz@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|