Ketebe Yayınları Ezra Pound Kitaplığı dizisine yeni bir kitap daha ekledi: Makine Sanatı ve Diğer Yazılar. Kitabın alt başlığı: İtalya Yıllarının Kayıp Düşüncesi. Ezra Pound’un hayatını biraz olsun bilenler için alt başlık üst başlıktan daha ilgi çekici. Sonuçta Ezra Pound şiir ve düşüncelerinden ziyade hayatıyla gündeme gelmiş ve tartışılmış. Bu tabi Pound’a yapılan en büyük haksızlık. Belki de kasti yapılan bir spekülasyon.
Ketebe’nin Ezra Pound Kitaplığı bence son beş yılın en önemli ve başarılı yayıncılık olayıdır. Sanırım bu büyük olaya, Ketebe dışında hiçbir yayınevi cesaret edemezdi. Çünkü söz konusu Ezra Pound’sa her şeyden önce çok iyi mütercimlerle çalışmak gerekir. Malum onun hem şiirleri hem de düzyazıları çok sayıdaki referanslardan oluşur. Ayrıca çetrefilli bir dille yazılmıştır. Dolayısıyla çevirmen, sadece bir dilden diğer dile aktarma yapmayacak. Ortaya neredeyse akademik denebilecek güçlükte bir çalışma da koymak zorunda kalacak. İkincisi, Ezra Pound gibi şairler, bütünüyle gözden geçirilmediğinde, okuyucusuna çok bir şey vermiyorlar. Mesela İlhan Berk’in Seçme Kantoları’nı isterseniz elli defa okuyun, Ezra Pound sanatına ve fikrine bir santim yaklaşamazsınız. Ya da eklenmesi gereken binlerce nottan mahrum, Efe Murad’ın Kantolar çevirisi de aynı eksiklikten mustarip bir çalışma. Ülkü Tamer’in Cathay’ında böyle bir zorunluluk gerekmiyor, çünkü sade bir kitap o. Ve Ülkü Tamer, çok sevdiği için nüfuz edebilmiş Ezra Pound şiirine. Bir ahenk var onun çevirisinde. Ama İlhan Berk ve Efe Murad çevirilerinden ahenk yakalamak mümkün değil. Ketebe’nin Ezra Pound Kitaplığı tamamlandığında yeniden dönüp bakılabilir Efe Murad çevirisine, zira Ketebe Pound’un Kantolar öncesini de nefis çevirilerle yayımlamıştır. Kantolar’a giden yolu, bu çevirilerden takip etmek mümkün. Ayrıca Pound’un düzyazıları onun düşünce ve sanat dünyasında biraz soluklanmayı sağlaması açısından önemli. Ki bence Pound gibi şairlerin şiirini anlamak için biyografik eserlerden ziyade şairin düzyazıları daha çok işe yarar.
POUND’UN DÜNYASINA DAİR İP UÇLARI VAR
Makine Sanatı’na gelecek olursak, konuya Pound’un karışık düşünce dünyası için ciddi ipuçları taşıdığını belirterek başlayabiliriz. Bu ipucu, onun makineyle ilgili yazdıklarından oluşmuyor sadece. Şair olarak makinenin formuna, makineden çıkan seslere yönelik dikkat, aslında fazlasıyla önemli. Neden bir şair makinenin formu, işlevi, yapımı ve sesiyle ilgilenir? Ezra Pound bunu yaparken, ilk önce yaşadığı çağı düşünmektedir. Kafasında zaten bir insanlık tarihiyle yaşayan bir şair o. Onda sadece Avrupa değil, Doğu medeniyetleri tarihi de mevcut. Bu zaten Pound’un hayatı boyunca sürdürdüğü arayışın getirisi. Fakat tarihe gidip orada kalan bir arayış değil bu. Yaşanan çağa verilecek anlam için tarihe gidiştir. Kantolar dikkatlice okunduğunda da Pound’un Çin tarihinden söz ederken aslında kendi çağını anlattığı veya anlamlandırmaya çalıştığı fark edilir. Bu özellik düzyazılarında daha belirgindir. Pound’un makine üzerine dikkati de aynı kaygının sonucudur. O, makineyle ilgili yazarken aslında estetik, müzik, resim ve şiir üzerine düşünmektedir. Bir nevi sanat için yeni bir alan araştırması da denilebilir buna. Asıl olayı da budur zaten. Ama gözünün önünde makineler vardır. Müziği çok iyi bilir o, ama dışarı çıktığında duyduğu ses makinelerden gelmektedir. Şair burada tarih ve sanatı yedeğine alarak kendi çağına bakmaktadır: “Akabinde bu gudubet ‘mekanik ürünler’, makineden çıkmış donanım vs. dönemi geliverdi.” Pound Makine Sanatı’nda bir nevi bu kaçınılmaz sonuçtan sonra ne yapacağız diye sorar. Makinelerden çıkan seslerin bir gürültü olduğu açıktır, Pound bu yüzden “gürültünün bestelenmesi”nden söz ederek bir çıkış noktası arar.
KİTAP PROJESİ İÇİN TUTTUĞU NOTLAR
“Makine Sanatı” bölümünden sonra gelen “Nasıl Yazılır”, “Avrupa Paideuması” ve “Pragmatik Estetik”te ise Pound tam bir beyin fırtınası yaşar ve yaşatır. Kitabın en zevkli ve ilgi çekici yazıları da bunlardır. Kısa yazılardır bunlar. Belli bir başlıkları yoktur. Pound’un kitap projesi için tuttuğu notlardan oluşur. Anlaşılıyor ki Pound, notları kullanarak oluşturacağı kompozisyonları yazmaya vakit veya fırsat bulamadı. Bu halleriyle bile yazılar, ele aldıkları konularla ilgili ilginç fikirler taşımakla kalmıyor, Pound’a ve onun yaşadığı döneme dair bilgi veriyor. Zaten Pound’un her metni geniş bir çağrışım yelpazesi içinde düşünülmelidir; bir yanda tarihten taşıdıkları, diğer yanda fikir teatisi, bu yanda gündemin konu edilmesi, başka bir yandaysa, istikamet belirleme çabası... Çünkü o, kendi ifadesiyle “bir düşünce sistemi öneriyor”.
“Makine Sanatı” dışındaki yazılarında Pound dil, felsefe, sanat, şiir, din, eleştiri, tarih, siyaset, faiz, ekonomi, üslup gibi onlarca konuya girip çıkar. Disiplinler arasında uzun atlayışlar yapar. Okuyucuyu yadırgatmayan, sadece Pound’un önermeye çalıştığı sisteme yönelik dikkatleri toplayan genellemelerdir bunlar. Bu yüzden olsa gerek, Ezra Pound için poetikanın Wittgenstein’ı dersek abartmış olmayız. Onun dil dikkati, din ve felsefeye yönelik aydınlatıcı uğraşı, bazen tek cümleyle çok şey anlatmasını sağlar. Mesela Konfüçyüs için “gelmiş geçmiş en büyük toplum filozofu” der. Bu cümleyle birlikte Konfüçyüs’ü yeniden düşünmeye başladığımızı fark ederiz. Veya “Aynı zamanda Müslüman faiz karşıtı eğilim de damar yolu açabilir” cümlesini okuyunca, faiz konusuna ve Pound’un çabasına biraz daha yaklaşırız. “Dili doğru kullanma sanatı (ortoloji), hem iç kuvvet hem ahlak disiplinidir” tespitini gördüğümüzdeyse, dilin belki de daha önce hiç kurmadığımız ahlak ve iç kuvvet bağlantısıyla meşgul oluruz. Son örnek: “Leibniz’den sonra teoloji yok, felsefe de yok.” tespitiyse, felsefenin köklerine kadar inmek gereksinimi uyandırır.
Bu şekilde Makine Sanatı ve Diğer Yazılar, kılıç gibi keskin cümlelerle doludur. Ayrıca Pound okumanın bir fırtınaya kapılmak olduğunu da gösterir.