ALİM KAHRAMAN
Büyüyen Ay yayınları gizli kalmış değerlerimizi ortaya çıkarmaya devam ediyor.
XIX. yüzyılın sonu, XX. Yüzyılın ilk yarısı içinde ömür süren ve nevi şahsına münhasır/kendine özgü (sui generis) kişilik yapılarıyla dikkat çeken o isimlerden biri de Muallim Cevdet. Cevdet Bey, adından da anlaşılacağı gibi öncelikle “muallim”liğiyle bilinen bir isim. Bir eğitimci. Türk eğitim tarihi alanının seçkin hocalarından Mustafa Gündüz’ün (Prof. Dr.), Muallim Cevdet’in Çocukluk ve Hocalık Hatıraları’yla Muallimlik Âdabı adlı eserini bir kitapta toplayan çalışması Büyüyen Ay Yayınları arasında yayımlandı (Mayıs 2024).
Muallim Cevdet çok yönlü (hezar fen) isimlerden biri. Muallimliği yanında Türk maarif tarihini de iyi bilirdi; tarihçiydi. Onun eğitimciliği, Azerbaycan’daki hocalık yıllarında tanıdığı eğitimde “usûl-i cedit” yöntemi ve ilk olarak Darülmualliminde Hocası Selim Sabit Efendi vasıtasıyla tanıdığı Avrupaî pedagojik yaklaşım sayesinde Batı tarzı eğitimi de içine alacak şekilde yeni boyutlar kazanmıştır. Nitekim, kendi imkanlarıyla gittiği ve bir yıl kadar kaldığı (1910-1911) Avrupa’da Cenevre Üniversitesi’nin pedagoji bölümünde çocuk terbiyesi derslerine katılmış, Paris’e geçerek Collège de France’ta ve serbest olarak eğitim, tarih, felsefe, sosyoloji gibi alanlarda ders ve konferansları izlemiştir.
Önemli özelliklerinden biri de iyi bir bibliyograf olmasıdır. Kitaplar ve kütüphanelerle iç içe bir hayatı olmuş, Kütüphanelerde yaptığı çalışmaların dışında kendisi ayrıca bir kütüphane kurma idealiyle hayatı boyunca kitap satın almaya devam etmiştir.
İYİ BİR ARŞİVCİ
Ondaki esaslı özelliklerden biri de arşivciliğidir. Cumhuriyet döneminde bir arşivcilik bilinci gelişmesinde Cevdet Bey’in önemli bir payı vardır. 1931 yılında Sultanahmet’teki Hazine-i Evrak binasından Bulgaristan’a kilo hesabıyla balya balya evrak satıldığını duyunca harekete geçmiş, devrin Başvekili İsmet İnönü’ye yazdığı bir mektupla bu belgelerin bir kısmının yurda geri getirilmesine önayak olmuştur. Ardından kurulan komisyona başkan olmuş, bugün kendi adıyla anılan bir tasnif yöntemiyle yüz binlerce belgenin tasnifini sağlamıştır. O açıdan baktığımızda bugünkü Osmanlı Arşivleri biraz da Cevdet Bey’in eseridir, diyebiliriz.
Muallim Cevdet, aslen Nişli, köklü bir ailenin çocuğudur. Büyükbabası Sait Efendi Nişte, Amcası Vefa Üsküp’te bir tekkenin şeyhidir. Babası Mehmet Sadi Efendi Mülazımdır (Teğmen). Aile 93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşı yıllarında (1877-78) Niş’ten Bolu’ya gelerek yerleşmiş, Cevdet 1883 yılında Bolu’da dünyaya gelmiştir. Bolu ve Kastamonu’da tamamladığı ilk ve orta öğreniminden sonra İstanbul’a gelerek (1901) Darülfünûn Hukuk Mektebi’ne kaydolmuştur (Hukuktan hatırladığı isimler arasında -o sırada bu okulda okuyan, fakat tanışmadıkları- Refik Halit ve Celal Nuri vardır). Babasının hastalığı sebebiyle, bir yıl sonra, o sırada öğrencilerine her ay bir altın maaş/burs veren Darülmuallimin’in imtihanlarına girerek tahsilini, iyi bir derece ile kazandığı bu okulda sürdürür. Bir taraftan da Beyazıt Camii’nde Arapça derslerine katılır.
Muallim Cevdet, Darülmuallimin’i bitirdikten sonra bir süre İstanbul’da bazı özel okullarda (Darüşşafaka, Şemsü’l-Mekâtip, Burhan-ı Terakki) dersler verir. Bu sırada babası vefat etmiş, annesinin geçimini de üstlenmiştir. Cevdet Bey, hem büyükbaba, hem de babasından sinirli, titiz ve dayakçı kişiler olarak söz ediyor. Baba büyükbabadan, Cevdet de babadan dayak yiyerek büyümüşlerdir. Kendisine kadar gelen (öğretmenliğinin ilk yıllarında Cevdet de okulda çocuklara dayak uygulamasında bulunmuş, sonradan bu uygulamasından dolayı pişmanlığını dile getirmiştir) bu titiz tabiat annede de vardır. Anne, baba tarafından incitilmiş bir kadındır. Önceleri içki içmeyen baba zamanla bir içki müptelası olmuş, annenin çilesi de artmıştır. Babasının tutumundan rahatsızlık duyan Cevdet, büyük bir bağlılıkla bağlandığı annesinden hiç ayrılmayarak babasının ölümünden sonra kendisini onun hizmetine adamıştır. Evine yığdığı kitaplardan dolayı annesinin şikayet ve azarlamalarına katlandığı gibi, ses ve gürültü duyarlılığı bulunan kadını rahat ettirmek için de elinden geleni yapmıştır (Bakü’ye giderken annesini emanet ettiği ve “manevi ağabeyim” diye söz ettiği Hacı Sait Bey’e fırsat buldukça minnettarlığını dile getirecektir).
YAHYA KEMAL VE MUALLİM ÇEVDET’İN AİLELERİ
Burada bir parantez açarak Yahya Kemal’le Muallim Cevdet arasında bir karşılaştırma yapacağım. İkisi de aslen Nişlidir. Doğum yılları da hemen hemen aynıdır (1883; 1884). Yahya Kemal gibi Muallim Cevdet de ailenin Niş’te kalan geniş arazilerinin izini sürmeyi bırakmamıştır (Muallim Cevdet kendi arazilerin büyüklüğü hakkında şu bilgiyi veriyor: Resmi kayıtlara göre on yedi bin dönüm). Cumhuriyet döneminde devlet de bu durumdaki ailelerin haklarıyla ilgilenmiş, ancak 9 Şubat 1934’te Yugoslavya ile Türkiye arasında imzalanan Balkan Paktı sonucu orada bırakılan bütün topraklar yok hükmündeki sembolik bir rakamla Yugoslavya’ya devredilmiştir. Yahya Kemal ile Muallim Cevdet arasındaki karşılaştırma aile hayatı bakımından da (babaların hoyrat tutumu, içki iptilaları, çocuklardaki annelere düşkünlük, annelerin yaratılışındaki titizlik, ikisinin de hayatları boyunca evlenmemiş olmaları gibi hususlarda) sürdürülebilir. Ancak benim asıl dikkatimi çeken durum, bu iki hemşehrinin aynı şehirde -İstanbul- beraber yaşadıkları yıllar olmasına rağmen birbirlerinin hayatında yer tutmuyor olmaları.)
Burada şunu da belirteyim ki, babası Muallim Cevdet’in ilk hocası olmuştur. Ondan birçok şikayetlenmeleri olduğu; hatta kendindeki bazı hastalıklı halleri babasının içki iptilasına bağladığı halde babasından aldığı bazı nasihatları hiç unutmadığını kendisi ifade etmiştir. Şu sözler de Cevdet Bey’e aittir: “Bana Arapça ve Farisi’de klavuzluk eden medrese değildir. Evvela hevesimdir. İkincisi babam Sadi Efendi’dir. Ki en güç vakfiyeleri halletmekte, en girift divanî yazıları kolayca okumakta yüksek kabiliyeti vardı. (...) Babam adı sanı belirsiz bir şark âlimi, bir paleograf olarak ebediyete göçmüştür.” Ailede, Niş’te Şeyh olan büyük babaya kadar ulaşan bazı güzel hasletlerden de söz eder. Babasındaki yazı ve evraklara yönelen ilgi, Şemsettin Amcasında ilimde (Kastamon Askeri İdadisinde farisî muallimidir), Vefa amcasında ise yazı güzelliğiyle “hat”ta kendini ortaya koymuştur.
CANLI KÜTÜPHANE ADINI ÖĞRENCİLERİ TAKAR
Muallim Cevdet’in kitap sevgisi üzerinde biraz daha duralım. Ondaki bilgi zenginliği her ortamda kendini göstermiş, öğrencileri tarafından bu özelliğinden dolayı kendisine “Canlı kütüphane” adı takılmıştır. Hayatının her döneminde kıt öğretmen maaşıyla geçindiği halde kitap almayı bırakmamış, sonradan kitapların bir kısmını Darülmuallimin’in kütüphanesine, asıl yüklü kısmını ise Cumhuriyet’in onuncu yılında (1933) Beyazıt Medresesi’nde açılan İnkılap Müzesi Kütüphanesi’ne (Bugünkü Atatürk Kitaplığı) bırakmıştır. Kitaplarının sayısı kabaca 10 bin basma, 500 yazma olarak ifade edilegelmiştir. Muallim Cevdet’in maddi sıkıntıları hayatı boyunca sürmüştür. Bunun iki istisnası vardır: Biri Bakü’deki hocalık yıllarında eline geçen toplu para, ikincisi öğrencilerinden Nejat Bey’e özel dersler verdiği beş-altı yıldaki yüklü geliri. İlkinden gelen parayla Avrupa’ya eğitim için gitmiş, ikincisinden gelen (1920’li yıllar içinde “birkaç bin lirayı aşan” önemli bir miktar) ile de 2000 kitap almıştır.
Muallim Cevdet, adeta hastalık haline gelmiş titizliği ve sinirliliği sebebiyle (ölümüne yakın hastahaneye yatırıldığında doktorların koyduğu teşhis hyperirritability/uyaranlara verilen anormal fizyolojik refleksler) idarecilikte bulunduğu bazı dönemlerde yakın arkadaşlarını (Kilisli Rifat gibi) kırmasına sebep olmuşsa da samimiyeti, merhameti, yardımseverliğiyle o, genelde sevilen bir kişi olmuştur. Genç sayılacak bir yaşta (52) vefatı üzerine (1935) arkadaşlarından Osman Nuri Ergin’in gayretiyle hakkında sekiz yüz sayfayı geçen kalıcı bir eser hazırlanmıştır: Muallim M. Cevdet’in Hayatı Eserleri ve Kütüphanesi. İlk baskısı 1937 yılında yapılan bu eserin 2007’de yeni bir baskısı daha gerçekleştirilmiştir. Birçok arkadaşı ve öğrencisi de onun hakkındaki anı ve değerlendirmelerini dile getirdikleri yazılarıyla bu kitaba katkı sunmuşlardır. Bu arkadaşlar arasında kendisine çok yakın olan Hafız Kemal, Ressam Şevket Dağ gibi isimler olduğu gibi Kilisli Muallim Rıfat, A. Gölpınarlı, Atsız, Feridun Nafiz Uzluk, Fahrettin Kerim Gökay, İhsan Sungu, Mükrimin Halil Yınanç, Raif Yelkenci, Mehmet Ali Ayni, Süheyl Ünver gibi dönemin önde gelen daha birçok isimi de bulunmaktadır.
Muallim Cevdet’le ilgili yukarıdan beri üzerinde durduğumuz güzel hasletler yanında onunla ilgili eleştiriler de olmuştur. Bunlar, kişiliğine ait sinirlilik hali dışında köklü bir medrese eğitimine sahip olmaması; çok şey öğrenmek iptilası sebebiyle okumalarının dağınıklığı; muhafazakar ve mazi perestliği sebebiyle kritik kabiliyetini geliştirememiş olması gibi başlıklar altında ifade edilebilir. Bu eleştirileri tamamen haklı görmesek de bir kenara da atamayacağımız da bir gerçektir.