Dünyanın bütün dengelerini altüst eden iki vahşî dünya savaşından sonra inşa edilen Soğuk Savaş düzeni, kapitalizm ile sosyalizm arasında danışıklı dövüşe dayalı sahte bir düzendi.
Yahudi gücünün başını çektiği küresel sistemin önünde yeni bir tehlike belirdiğine hükmedildi.
Küresel sistem, açıkça İslâm’ı hedef tahtasına yatırırken, Türkiye’de 28 Şubat’ın altyapısı hazırlandı ve 28 Şubat’ta sokaklarda tanklar yürütüldü.
Temelde üç boyutundan söz edilebilecek çok büyük bir ihanetti bu.
1. “İrtica tehlikesi” numarasıyla, bu toplumun varlık nedenini oluşturan, tarih yapmasını mümkün kılan İslâmî kimliğinin bastırılması, ruhköklerinin kurutulmaya çalışılması.
2. Bu toplumu bin yıl birbirine kenetleyen İslâmî kimliğin aşağılanması, zayıflatılması, buna mukabil etnik kimliklerin kaşınması, Türkiye’nin parçalanmanın eşiğine fırlatılması...
3. “Ilımlı İslâm” projesi olarak da bilinen İslâm’ın protestanlaştırılması projesinin önünün açılması, İslâmî kesimlerin zihnen dönüşüme uğraması, zihnî bir savrulmanın eşiğine yuvarlanması...
Bu üç ihanetten ilk ikisini söz konusu yazımda ayrıntılı olarak mercek altına almıştım. Bu yazıda üçüncüsü ama sonuçları bakımından en tehlikelisi üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.
28 Şubat darbesi, İslâm’ın bin yıl bayraktarlığını yapan bu topraklardan İslâm’ın izlerini silme projesiydi.
O yüzden bin yıl sürecek dendi.
Bin yıl sürmedi ama bizi zihnen dönüştürdü: Başörtüsü mücadelesini kazandık ama tesettürü kaybettik!
Burada başörtüsü-tesettür ilişkisi üzerinden kurduğum cümle, hayatın her alanına uyarlanacak bir cümledir; meseleyi başörtüsü-tesettür meselesine indirgemek istemem.
Aslında dikkat çekmek istediğim nokta şu: Neyin mücadelesini verdik ama nerelere savrulduk?
Tesettürün ruhundan neredeyse eser kalmadığını görünce, biz başörtüsü mücadelesini bunun için mi verdik, diye sormaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. O yüzden yaşadıklarımızın muhasebesini yapmak zorunda olduğumuz zorlu bir süreçten, her alanda bir çözülme, tefessüh ve yozlaşma yaşadığımız bir tür yok oluş sürecinden geçtiğimizi görmek ve bu süreci nasıl tersine çevirebiliriz, sorusu üzerinde kafa yormak zorundayız.
28 Şubat postmodern darbesi, önceki darbelerden çok farklıydı; adı üstünde klasik / modern bir darbe değildi; zihnî dönüşümü hedefleyen, toplumu psikolojik olarak çökerterek zihnen dönüştürmeyi amaçlayan, sağ gösterip sol vuran, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışan sinsi, ikiyüzlü, postmodern bir darbeydi.
Bu anlamda başarılı olmuştu: Toplumun özellikle İslâmî kesimlerine zihnen diz çöktürülmüş, zihnî bir savrulma yaşanmasına neden olmuştu. Elbette ki, bu, hâdisenin bir yönüydü; hâdisenin başka yönleri, başka boyutları da vardı.
Küresel sisteme itiraz etmeyecek, hayattan uzaklaştırılan, bireysel bir inanç meselesine indirgenecek, direnme ve varolma imkânları yok edilecek, fosilleştirilmiş bir İslâm anlayışı icat edilmeye çalışıldı.
Sekülerleşme biçimlerinin İslâmî duyarlılıklarımızı ve iddialarımızı buharlaştıran bu zihnî savrulma biçimleriyle yüzleşip hesaplaşamazsak, bu toplumun değerlerinin çözülmesinin, çürümesinin önüne geçemeyiz ve bize umut bağlayan mazlumların umutlarının suya düşmesine engel olamayız.
Yeniden-Müslümanlaşmak zorundayız.
Bunun için de önce kendimize çeki düzen vererek mazlumların umudunun diri kalmasını sağlayacak uzun soluklu bir medeniyet yolculuğuna çıkmamızı sağlayacak zihnî, kültürel, sosyal ve ahlâkî adımları daha fazla geciktirmeden atmak boynumuzun borcudur. Vesselâm.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.