Balkanlar seyahatimizi MTO’nun demirbaşlarından Seyfullah Yiğit kardeşimizin kaleminden okumaya devam ediyoruz. Bir gün patlamaya hazır bombayı andıran Balkanlarda dolaşırken de Filistin’de, Gazze’de dolaşıyor gibi hissediyoruz kendimizi, kaçınılmaz olarak…
***
Yine yollardayız... Yahya Kemal Beyatlı’nın memleketi Aziz Üsküp’e gidiyoruz. Balkan seyahatimiz çok yoğun geçiyor. İki gün üst üste bir yerde kalamıyoruz. İşte programımız, bu kadar yoğun, hareketli ve de bereketli. Seyahatimizin her anlamda sühûletli ve verimli geçmesinin en önemli unsuru, Yusuf Kaplan hocamız. Okuyucuya malum olanı burada da ifade etmiş olalım.
Bu arada bize mihmandarlık yapan Süleyman Halit kardeşimizin memleketi de Üsküp. Ailesiyle Üsküp’te ikamet ediyor. Dedesi Ataullah Efendi’nin önceki yazılarımızda bahsettiğim fetvası olmasa acaba şimdi nerede ikamet ediyor olurlardı diye de merak etmiyor değilim!
Üsküp’e yatsı namazı sonrası vardık. Eşyalarımızı, tarihî Üsküp’te, Müslümanların yaşadıkları yerde çok güzel bir hotele bıraktıktan sonra arastaya/çarşıya geçiyoruz. Çarşı, Müslüman Şehir’in en güzel ve leziz örneklerinden biri.
Süleyman kardeşle Üsküp çarşısında dolaşırken kendimi memleketimde gibi hissettim. Gelen giden selam veriyor. Sarılmalar… muhabbetler… bu samimi ortam, kendimizi daha rahat hissetmemize vesile oldu. Süleyman kesinlikle haklıydı: “Kendimi, bir tura rehber olmuşum gibi hissetmekten ziyade ailemle seyahate çıkmış gibi hissediyorum” demekte çok haklıydı mihmandarımız. Çünkü biz de tura katılan güzel insanların hepsi de böyle hissediyorduk.
İşte bu dedi. Müslüman şehir bu. Bir, iki, üç, dört, beş… bütün sokaklar bir meydana çıkıyor. Her yerde böyle. Bu çok güzel bir şey diyerek yine ruhlu ve coşkulu bir katkı sundu Ustam Yusuf Hoca.
Ara ara seyahate çıkma gerekçelerimize değiniyorum. Tabii birçok gerekçe var. Bunları yazıların farklı yerlerine serpiştirmeye çalışıyorum. Tekrar soralım: Biz Üsküp’e niye geldik? Bizler… neden seyahat ediyoruz? Bu sokaklarda, bu Müslüman çehrelerde, bu beli bükülmüş yaşlıların kamburlarında, namaz vakitleri dışında kapalı olan camilerde ne arıyoruz? Her geçen gün biraz daha elimizin altından kayıp giden Türkiye’yi/Anadolu’yu arıyoruz. Kendimizi arıyoruz. Buralardaki kendimizi, kendimizdeki buraları arıyoruz.
Şöyle düşünmüyoruz: Yurtdışına çıktık Türkiye’yi arıyoruz. Hayır, hayır öyle değil. Zihnimizde yer edinmiş, uydurulmuş sınırları çöpe atalım. Burada, Üsküp’te de diğer yerlerde de aradığımız şey, kaybettiğimiz RUH. İslâmî ilkelerle dört beş asır buralara RUH üfleyen o eşsiz Devlet-i Âliyye’nin tecrübesinin izini sürüyoruz… Hepimizde kendine gelen, hepimizi kendine getiren kendimizin…
Önümüzde çok güzel bir fener: Yusuf Kaplan… O fenerin kılavuzluğunda dalıyoruz karanlığa mahkûm edilmiş sokaklara… çıkarıyoruz tarihteki güzellikleri şimdiye… ve taşıyacağız bütün güzellikleri Anadolu’ya ve tüm İslâm coğrafyasına inşallah.
Akşam yemeği sonrası istirahate çekildim. Güne dinç bir şekilde başladım. Sabah namazı için dışarı çıktığımda Mehmet Ünaldı Hocamızı gördüm. Camiye gittim kapalıydı. Ben de caminin kapısının önüne serilen halılarda namaz kılıp geldim dedi.
Ezanı duymadım. Cemaat oluşsun diye biraz geç okuyor olabilirler hocam, dedim. Daha uzak bir camiye doğru yürümeye başladık Mehmet Hoca’yla. Yılın en güzel sabah namazını kılacağım camiye doğru yürüdük…
Hatuncuk Camii, Bursalı hayırsever iş adamları ve Osmangazi Belediyesi tarafından 2008’de restore edilmiş. Tam benim istediğim tarzda bir cami. Küçük, şirin, şiir gibi, ruh dolu ve işlevsel bir cami. Yolun ortasında, Balkanlar’a has o garip ezanı garip bir ruh haliyle dinledik. Ezan bittiğinde camideydik. Camiye girerken arabadan inip camiye gelenleri gördüğümde şöyle yorumladım: Hatuncuk Camii’nin imamı, dertli ve ruhlu bir imam. Böyle olmasaydı arabalı cami cemaati olmazdı! Haklı çıktım. Cami’de en az 45 kişi vardı.
Bu yıl kıldığım en güzel namaz, bu sabah namazıydı. Üsküp’teki bu sabah namazı, iyi ki gelmişim demeye yetecek kadar güzel ve leziz bir namazdı. Sünnetlerimizi eda ettik. Farz olan namaza durduk. İkinci rekâtın kıyamında Kunût Duası yapıldı Filistinli kardeşlerimiz için. Uzunca bir duaydı. Filistinlilere… Müslümanlara… ümmete uzunca bir dua yaptı Hocaefendi. Çok hoşuma gitti. Orada, dua esnasında kendimi çok güçlü hissettim. Bu ümmet dirilecek dedim içimden gür bir sesle. Her şeye rağmen ama her şeye rağmen bu ümmet dirilecek! Başka hiçbir dinde yok böyle bir şey. Her namazda ama her namazda Müslümanlar… birbirlerine dua ediyorlar… bu ümmetin bir parçası olduğum için kendimi çok bahtiyar hissettim… selamı verdik. Tesbîhat… ve sonrasında Hocayla selamlaşma ve Mehmet Hocamla geriye dönüş…
Camiye girdiğimizde her taraf zifiri karanlık. Camiden çıktığımızda ise, şafak sökmüş. Hava, tertemiz ve çok güzel… içimiz huzur dolu. Bayram sabahına kavuşmuş çocuklar gibiydik Mehmet Hocamla. Sabah namazını camide cemaatle kılmışız. Dualar yapmışız. İçimizdeki karanlıklar gitmiş, aydınlıklarla çıkmışız seher vaktine şafak sökümü gibi… Her namaz aslında bizi, iki vakit arasında bilerek ya da bilmeyerek içimize dolan karanlıklardan pirüpak etmek içindir. Her namaz vakti, yeni yeni inkılapların da başlangıcıdır. Bizler… her namazla yenilenen hücrelerimize yeniden şehadet getirtir, yeniden secde ettiririz Mutlak Varlığa… böyle böyle içimizdeki ENE PUTUNUN da bize galebe etmesinin önüne geçeriz. Namaz ne kadar güzel bir ibadettir. Namazla ARINMAK ne büyük bir NİMETTİR. Namazla, maddî-manevî rızıklara gark olmak… müthiş güzellikler… Rabbim! Cümlemiz için daim eylesin inşallah.
Evet, günlerden 14 Kasım Salı. Sabah namazı, kahvaltı ve sonra Üsküp seyahati… iki Üsküp var Üsküp’ün içinde. Modern Üsküp ve geleneksel Üsküp. Bu arada Üsküp “yüz küp” demek. Osmanlı döneminde şehir, yüz küp altınla ihya olduğu için bu isim verilmiş.
Üsküp’ün en yüksek tepesine, Osmanlı mimarisiyle yapılan camiyle mühür vurulmuş. Yavuz Sultan Selim döneminde Mustafa Paşa eliyle. Mustafa Paşa, Yavuz Sultan Selim’in veziri. Caminin adı da Mustafa Paşa Camii. Yusuf Hocamız anlatıyor. Geçen sene bu camide bir hafızlık icazet programına katılmış. Çok güzel geçmiş olmalı ki, anlatırken sanki tekrar yaşamış gibi oldu. Hocamızın da sık sık ifade ettiği gibi, Balkanlar’da iki güç var. Birisi Amerika, diğeri Türkiye. Bunu zaten görüyoruz her yerde. Camiden sonra önünden geçtiğimiz büyükçe bir alan Amerika Konsolosluğuna ait. Tablo net yani!
Şehir meydanına giderken mihmandarımız anlatıyor. Sultan Murat Camii’nin avlusunu taşla döşeyen kişi, Yahya Kemal Beyatlı’nın dedesi. O dönemde şehir yönetimi Beyatlı’nın dedesindeymiş. Tarih kitaplarımız, ecnebinin bize yapmadığını yapmış ve yapmaya devam ediyor maalesef. Kendimizi bilmiyoruz. Balkanlar’ı uzayda falan sanıyoruz. Bize ait izlerden bahsedilmiyor. Bu bilgiyi de ilk defa burada ediniyorum.
Üsküp, bir atlı heykeller şehrine dönüştürülmüş. Üsküp meydanının her tarafında bu çirkinliği görmek mümkün. Yusuf Hoca’nın “şizofreni” ifadesi çok yerinde bir tespit. Bu meydan üzerine çok ciddi okumalar yapacağız bir sonraki yazıda inşallah.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.