Ev sahibinin hiç mi suçu yok?

04:0013/09/2018, Perşembe
G: 13/09/2018, Perşembe
Serdar Tuncer

İnsan, “vazgeçilmezi”nin adını yanlış koyduğu anda kaybettiği sadece “vazgeçilmezim” zannettiği şey olmuyor. Asıl vazgeçmemesi gereken şeyi, ondan vazgeçmemekle elde edeceklerini, ondan vazgeçmiş olmakla kaybettiklerini hesaba katar, buna bir de yanlış şeyi vazgeçilmezim zannetmekle -kendisi başta olmak üzere- yitirdiklerini eklersek, kaybın haddini bilmek de hesabını yapmak da imkânsızlaşıyor.İnsanla vazgeçilmezi arasında enteresan bir rabıta var. Vazgeçilmezimiz derken onsuz olamayacağımıza vehmettiğimiz

İnsan, “vazgeçilmezi”nin adını yanlış koyduğu anda kaybettiği sadece “vazgeçilmezim” zannettiği şey olmuyor. Asıl vazgeçmemesi gereken şeyi, ondan vazgeçmemekle elde edeceklerini, ondan vazgeçmiş olmakla kaybettiklerini hesaba katar, buna bir de yanlış şeyi vazgeçilmezim zannetmekle -kendisi başta olmak üzere- yitirdiklerini eklersek, kaybın haddini bilmek de hesabını yapmak da imkânsızlaşıyor.



İnsanla vazgeçilmezi arasında enteresan bir rabıta var. Vazgeçilmezimiz derken onsuz olamayacağımıza vehmettiğimiz her bir şeyden bahsediyorum. Bu şey’leri insanların genelini göz önüne alarak sağlık, zenginlik, makam, sevgili vs. diye niteleyebilir yahut Müslüman bir insandan yola çıkarak Allah, iman ve ubudiyeti bu diğer şeylerin önüne koyarak sıralayabilirsiniz. Her iki durumda da önceliği net belirleyerek sıralama yapmaya ihtiyacınız var. Aksi takdirde yazının başında ifade etmeye çalıştığım kendinizi yitirmeye kadar uzayabilecek bir kayıplar silsilesinin kapısını aralar ve sonunda bizzat kaybolursunuz. Şöyle ki, önceliğini zenginlik olarak belirleyen bir insan, sağlığını ihmal ettiği takdirde biriktirdiğinin hayrını dünyada göremeyeceği gibi bu zenginliğin Allah tarafından belirlenen şartlarına riayet etmemesi durumunda mal ve mülkü ahirette de kendisine büyük bir yük olacaktır. Önceliğini Allah rızası olarak belirleyen bir Müslümanın zenginliği ise dünyada kendisine nimet olacağı gibi, şartlarına riayet edişi sebebiyle aynı zamanda bir ahiret azığına dönüşecektir. Vazgeçilmezini zenginlik olarak tespit eden kişi fakir olduğu takdirde dünyasını kendisine zindan edecekken Allah rızası olarak belirleyen Müslüman, aynı fakirliği peygamberî bir muştu gibi bağrına basacaktır. Birinin uğrunda kaybedilen sağlık ziyanken, diğerinin hatırına verilen can azizdir. “Galiptir bu yolda mağlup” fehvasını ve içerdiği hikmetin seküler ve rasyonel kafalarda neden karşılık bulamadığını bir de buradan okumakta fayda var.

Evet, insanla vazgeçilmezi arasında enteresan bir irtibat var. Vazgeçemeyen kişi ekseriyetle vazgeçemediği şey yüzünden kaybederken, bazen de vazgeçemeyen kişi vazgeçemediği şeyin kendisini kaybetmesine sebep olabiliyor. Onsuz yaşayamayacağınızı her halinizle kendisine hissettirdiğiniz sevgiliye, size istediği kadar cevr ve cefa edebilme hakkını vermiş olmaz mısınız? Dahası, “Sevgiliden gelen de sevgilidir” ölçüsünce bu cevr ve cefa da bir yerden sonra sizin vazgeçilmezlerinizden birisi haline gelmez mi? Ötesi aşkı besleyen iki şeyden birisi aşığın niyazı, diğeri maşuğun nazı ise ve nazın bittiği yerde niyazın da biteceğini varsayarsak, sevgilinin eza ve cefa etmiyor oluşu âşık için eza ve cefanın ta kendisi haline gelmez mi? Hakiki aşkta maşuku vazgeçilmez bilmek de ondan gelen çileyi sevgili gibi bağra basmak da kuşkusuz güzeldir. Gel gör ki bütün vazgeçilmezlerimiz için aynı şeyi söyleyebilmek mümkün değil! Öyle vazgeçilmez zannettiğimiz şeyler var ki, bizim de vazgeçilmezimizin de kaybına sebep oluyor ve neticede o canım fehvayı “mağluptur bu yolda galip” şeklinde ifade etmek durumunda kalıyoruz ve bu defa arifler gönlünde ahvalimiz karşılık bulamıyor. Üstelik böylesi durumlarda istesek de istemesek de bir tercih yapmamız gerekiyor.

Başarmayı vazgeçilmez gören ve başarmaya ramak kala rakibine iftira etmeden başaramayacağını fark eden bir Müslüman düşünelim; başarmakla dininin bir yasağını çiğnemek arasında tercih yapmak zorunda kalacaktır. Önceliği başarmaksa iftira atıp hedefine ulaşacak ve aslında kaybedecek; yok eğer önceliği dini ise yasağı çiğnemeyerek kaybedecek ve fakat aslında kazanacaktır. İşte tam bu noktada söz konusu kişinin nefsi, şeytanın da yardımıyla yan yollara saparak kendince cevaz aramaya başlayacaktır. En basiti; “Bir yasağı çiğneyeceğim belki fakat o koltuğa oturduğumda binlerce Müslümana faydam dokunacak.” Güzele ulaşmak için çirkin yolları mubah görmenin, doğruya hizmet diye eğri yollara sapmanın nihayetinde nasıl bir fecaate sebep olduğunu görebilmek için çok zeki olmaya da çok eskiye gitmeye de gerek yok, bknz: FETÖ.

Hâlbuki biz henüz nübüvvet devrinin ilk yıllarında davasından vazgeçmesi şartı ile kendisine mal mülk, evlilikler vesilesi ile nüfuz ve nihayet “Mekke’nin reisliği” yani iktidar teklif edilen ve bu teklifi; “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz yine de davamdan dönmem” katiyetiyle elinin tersi ile iten bir peygamberin ümmetiyiz. “Küçücük” bir takiyye ile bu teklifi kabul ediverse, ele geçireceği güç ve kudret ile amacına çok daha hızlı ve kolay ulaşabilecekken reddedişiyle açlığı, çileyi, işkenceyi, yurdundan tehciri, savaşları göze alan bir peygamberin ümmetiyiz. Onun ardı sıra giden güzide ashabının muhasara ettikleri kale tam da düşmek üzereyken namaz vaktinin geçeceği endişesi içindeki komutanları tarafından namaza davet edilişlerini, kale düştü düşecek, namazı kazaya bıraksak olmaz mı diye mukabele edişleri üzerine komutanlarının “Biz kaleyi almakla değil namazı kılmakla emrolunduk!” deyişini hatırlayınız lütfen.

İnsan uzun zaman isteyip elde edemediği şeyin hem harisi hem de esiri olur. Elde edemeyişle çektiği sıkıntıların o şeyi elde ediverişiyle bertaraf olduğunu görünce de, evvelde esiri ve harisi olduğu şeyi bu kez vazgeçilmez diye tanımlamaya başlar. Diliyle ifade etse de etmese de aklında ve kalbinde bu büyük yanılgı vardır. O vazgeçilmez uğrunda şahsiyetinden, duruşundan, Müslümanlığından tavizler vermekle başlayan yalpalama ve yamulma süreci, o şeyin ne için vazgeçilmez olduğunu meşrulaştırma adına bahaneler üretmekte hiç mi hiç zorlanmayacaktır. Vazgeçilmez diye tanımladığımız sebep bir kişiyi değil birçok insanı aynı anda ilgilendiriyorsa yalpalama ve kıvırmanın vazgeçilmeze temas eden insan adedince bahanesinin ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalıdır. Birisi daha zengin olmuştur mesela ve fakir fukaraya yardım etmektedir artık, öbürünün ten rengi kendisine yıllarca zulmedenlerinki kadar ağarmaya başlamış ve kadim zenciliğinden kurtulmuştur, berikinin çocuğu istediği okulda istediği gibi okumaya imkân bulmuştur, diğeri dinine hizmet edebileceği mecraların nihayet bu suretle sahibi olmuştur. O halde kendilerine bütün bu imkânların verilmesine sebep olan kişi yahut kurum o insanların artık vazgeçilmezidir, vesile hedefe dönmüş, hedef vazgeçilmez haline gelmiştir bir kere. Bu uğurda kişi yahut müessesenin yanlışlarını görmezden gelmeye, hatalarını hikmet kılıflı bahanelere belemeye, vazgeçilmez uğrunda her geçen gün biraz daha kendisinden bir başkasına dönüşmeye ve bu arada “vazgeçilmezi”ni de, bu gizli menfaat ilişkisiyle olması gerekenin tam aksine dönüştürmeye, “vazgeçemeyenler zümresi” mecburdur ve kendilerine bunun karşılığında reva görülen muameleye de sonuna kadar müstahaktır.

Diyeceğim o ki aziz dost, sözün tamamı ahmağa söylenir ve insan vazgeçilmezinin adının yanlış koyduğu anda kaybettiği, ilkin “vazgeçilmezim” zannettiği şey olur, vesselam.

#Müslümanlık
#İslamiyet