“Anlam” derMaurice Merleau-Ponty,“Hedeflediğimiz şey ile verili olan şey arasındaki, yönelim ile gerçekleştirme arasındaki uyumu hissetmektir –ve beden, bir dünyaya demir atmamızdır.”Eğer bu tanım, orijinal dilindeki söylenişinde kimi anlamsal nüanslar ve dolayısıyla imaen de olsa kimi açılımlar ihtiva etmiyorsa, bu şekliyle a)anlamayı ikili ilişki içinde hapsetmesi, b)dünyasallığı zorunlu ve sabit bir şey hale getirmesi cihetinden iki problemi birden yükleniyor demektir.Bizde ise anlam dendiğinde,
“
” der
“Hedeflediğimiz şey ile verili olan şey arasındaki, yönelim ile gerçekleştirme arasındaki uyumu hissetmektir –ve beden, bir dünyaya demir atmamızdır.”
Eğer bu tanım, orijinal dilindeki söylenişinde kimi anlamsal nüanslar ve dolayısıyla imaen de olsa kimi açılımlar ihtiva etmiyorsa, bu şekliyle a)anlamayı ikili ilişki içinde hapsetmesi, b)dünyasallığı zorunlu ve sabit bir şey hale getirmesi cihetinden iki problemi birden yükleniyor demektir.
Bizde ise anlam dendiğinde, kelâm, hikmet (felsefe) ve irfan (İslam metafiziği/tasavvuf) içinde ilgili ıstılahlarla sağlanan üç boyutlu (üç yönlü) ve son tahlilde birbirlerini açan, genişleten bir yapı kastedilir.
Istılah’ı, Seyyid Şerif Cürcânî
’nin tarifiyle “Bir topluluğun herhangi bir şeyi bir isimle isimlendirmede görüş birliğine varmaları” şeklinde düşünürsek,
ın
ve
ile olan sıkı ilişkisindeki zamansallığa, niyete, bilgi ve talep seviyelerine göre sabit değil değişken bir karaktere sahip olduğunu görürüz. Bu sayede anlam, sadece kelâm, hikmet ve irfan ile yüklendiği zenginliği, “hükmün zamana ait olması” bakımından da yüklenerek anlama ve anlayışın birlikte zenginleşmesine hizmet eder.
Şeyh Muhyiddin İbnü’l-Arabî’
nin (Rahimehullah), (
çevirisiyle)
’sinden yapa geldiğimiz seçmelerin bir yenisinin, -onlardan azami istifadenin elde edilmesi bakımından- yukarıdaki anlam, anlama ve anlayış esasında okunmasını tavsiye ediyoruz.
“
, konuşanın o sizle neyi kastettiğini anlamak demektir. Acaba sözün içerdiği bütün yönleri kastetmiş midir, yoksa bir kısmını mı kastetmiştir.” (FM, 11/280)
“
, bilinen hakkında hayretin zıddıdır.” (FM, 11/346)
“
den daha güçlü bir şey yoktur.” (FM, 12/15)
“
‘akıl’ diye yorumlayanın gerçekler hakkında bir bilgisi yoktur. Çünkü ‘
’ ‘ikal’den hareketle sınırlama anlamına gelir. Akıl derken –ki sınırlama demektir- bizim kastettiğimizi kastediyorsa, yani başkalaşma özelliğiyle sınırlanmış olanı kastetmekteyse, bu doğru bir yorumdur. Bu yorumla akıl da sürekli başkalaşır. Nitelim ‘
’ hakkında aynı şeyi söylemekteyiz: Sürekli bir değişim var ve herkes bunun farkında değil.” (FM, 12/101)
“
ler ortaya çıktığında kuşku ya da tereddüt olmaz.” (FM, 12/308)
“Dışındaki
in tümü
dır ve onlar senin
ndir. (FM, 12/310)
“Her mahreçte
in var olması, onun yaratılması demektir. Her iki kelime veya harf arasında iki kelimeyi veya harfin ortaya çıkması için bir oluşturucunun bulunması gerekir. Birinci de ona bağlanır ve ilahi kelimelerde de bu durum zorunludur. Söz konusu ilahi kelimeler mevcutların hakikatleridir.” (FM, 12/332)
“
kalptedir fakat
kalbe delil olur.” (FM, 12/333)
“
şartı hissetmek değildir. Hissetmek ve duyular, bir şeyin canlı olmasına ilave durumlardır. Canlı olmanın şartı
tir, bununla birlikte bazen hissederken bazen hissetmez. Hissederse, hissetmenin şartı elem ve hazların varlığı değildir, çünkü bilgi buna gerek bırakmaz.” (FM, 13/56)
“
bizi ibare meydanına çekip götürmüştür.
dedik, çünkü tarif bazen yazı ve kitabet tarzında olabilirken genelde ve seçkinlerde
la olabilir.” (FM, 13/75)
“
ün keskinliğinin bir neticesi de sahibine manaların
sidir. Böyle bir göz sahibi
ları kendi suretinde tanır ve tereddüt olmaksızın bedenlenmiş mananın hangi mana olduğunu bilir.” (FM, 13/77)
“
, görmekten meydana gelir.” (FM, 13/99)
“
nın olmadığını söyleyen, hatayı
nun parçası sayar.” (FM, 13/122)
“
demektir ve böyle olmasaydı bilgi olmazdı.” (FM, 13/157)
“
den kork, çünkü bilgi
verir /
a kanat çırp,
a değil.” (FM, 13/225)
“Bir şeyin
onu ayrıştıran özelliktir.” (FM, 13/227)
“İnsan için meydana gelen her bilgi,
dır.” (FM, 13/304)
“Bilmelisin ki, her hangi bir sözü, insan o sözü içinde
etmeden söylemez. Önce onu tahayyül eder ve kendisini ifade edeceği bir suret olarak var eder ki, böyle yapmak zorundadır.
, kendisi nedeniyle yani bizatihi amaçlanan bir şey değildir. O kendinde duyusal varlığa çıkması nedeniyle amaçlanır. Başka bir ifadeyle hayalin hükmü duyuda gözükür. Çünkü tahayyül edilen şey bazen mertebe olabileceği gibi, bazen varlık sureti kabul edebilecek bir şey olabilir.” (FM, 13/397-8)
“
edilen şey
edilir, mesela
öyledir. Her
tabir edilir ve
edilir. Öyleyse âlemde tevil edilmeyecek şey yoktur.” (FM, 13/398)