Yolları bir yola koymak

04:008/07/2021, Perşembe
G: 8/07/2021, Perşembe
Ömer Lekesiz

Tarik (çoğulu: turuk/atruk), yol demektir.Yol olarak tarik’te bir problem yoktur; akıl ve idrak sahibi olanlar yürüdükleri yerin yol olduğunu bilirler.Ancak konu, tarikat manasında tasavvufta izlenen yol-lar olunca, yol tarikat olarak bir nispete dönüşür. Hem öyle bir dönüşür ki,Heidegger’in dünya – dünyasallık, zaman – zamansallık ayrımındaki gibi Tarikat olarak yollar da, yolsallık ayrımını hak eder.Buna göre yol, varlığı ve anlamı kuşatılamaz –ve varlığa rağmen var olan– bir hakikat olarak, ondan

Tarik (çoğulu: turuk/atruk), yol demektir.

Yol olarak tarik’te bir problem yoktur; akıl ve idrak sahibi olanlar yürüdükleri yerin yol olduğunu bilirler.

Ancak konu, tarikat manasında tasavvufta izlenen yol-lar olunca, yol tarikat olarak bir nispete dönüşür. Hem öyle bir dönüşür ki,
Heidegger
’in dünya – dünyasallık, zaman – zamansallık ayrımındaki gibi Tarikat olarak yollar da, yolsallık ayrımını hak eder.

Buna göre yol, varlığı ve anlamı kuşatılamaz –ve varlığa rağmen var olan– bir hakikat olarak, ondan her bir varlığın nasibine bir şeylerin bir şekilde düşmesiyle çeşitlenir. Aynı yolda yürüyen iki kişinin, birbirlerinden habersiz, o yolda hâl itibariyle –zihnen ve hayâlen– başka başka yolları yaşıyor/yürüyor olmalarındaki gibi.

Fertlerin –en geniş anlamıyla– hayatlarına/yaşantılarına mahsus temayüllerini, müstakil birer yol olarak değerlendiririz bu yüzden; “o emin bir yolda yürüyor”, veya “onun yolu yol değil” dediğimizde, muhatap fert adına olumlu ya da olumsuz bir hâle işaret ederiz ki, bu manada hâlleri ve yolları da bir mecazda eşitlemiş oluruz.

Dolayısıyla sevmek, sevilmek, bağlanmak, ayrılmak, hüzünlenmek, gamlanmak, yoksul kalmak, yoksunlaşmak, aramak, bulmak, kaybetmek, hınç duymak, merhamet göstermek... bunların her birini bir yol olarak seçer ve kat ederiz. Çünkü bunlar hayata dair menzillerdir ve her menzil yol esasında aşılmak/geçilmek için vardır.

Oysa ki ilk bakışta, yolu, yolları ve yolcuları birlikte içine alan Tarikat’ta mecaz değil hakikat iş başındadır ve bu iş hiç de karışık değildir. Örneğin Abdürrezzak Kâşânî’ye göre Tarikat, “Menzilleri aşarak ve makamlarda ilerleyerek Allah’a ulaşma yoluyla saliklere has olan bir yolculuktur.”

Ancak bu sadelik, menzillerdeki aşmanın, makamlardaki ilerlemenin yol ve yöntemlerinin ne olacağını sorduğumuzda yerini yoğun bir karışıklığa terk eder ki, iş, bir manasıyla idrakî karışıklığı çözmenin ilmi olan metafiziğin konusu haline geliverir ve ilk sorgulamamızda şu çıkar karşımıza: Kainatta –yollar ve yolcular olarak– seferle nitelenmeyen ne var ki, kainatın özü olan insan için de hüküm aynı olmasın!

Örneğin,
Niyâzî-i Mısrî,
şu şiirinde sahih bir yol içindeki sekiz yolda onlarca yol talep eder:

“Yâ Râb bize ihsân et vuslat yolunu göster / Sûrette koyma cân et uzlet yolunu göster

Eyledi hevâ gâret oldu işimiz âdet / Dergâhın ulu gâyet kudret yolunu göster

Nefsimi hevâdan kes kalbimi riyâdan kes / Meylimi sivâdan kes halvet yolunu göster

Cândan sana tâlip kıl her tâata râgıp kıl / Bir pîre musâhip kıl hizmet yolunu göster

Tâlîm edip esmâyı bildir bize eşyâyı / Duymağa ‘ev ednâ’yı hikmet yolunu göster

Hâr içre biter gülzâr nâr içre doğar envâr / Her şeyde tecellîn var rü’yet yolunu göster

Şol kim ola vuslatta halvet bula celvette / Bu Mısrî’ye kesrette vahdet yolunu göster”

Gerek tarik, gerekse Tarikat karşılığıyla hakikatte yolun bir olduğunu ama bu bir yolun farklı anlayışlar nedeniyle çoğalmasının da ötesinde yolsallık esasında kendi hakikatinin sınırlarını aştığına şahit oluruz.

Sinân-ı Ümmi ise, söz konusu yolsallığın merkezi olan gönlüne yaptığı şu davette, onun kimi yolsallıklarını, yol(un)a koymaya çalışır:

“Ey gönül doğru git Hakkın Yoluna / Erenlerin çığırından çıkma gel / Dilersen maksûdun ayân bulana / Cihânın nakşına becid bakma gel

Âlimler ilm ile erkân ederler / Aşıklar âlemi seyran ederler / Ârifler isyânı pinhân ederler / Görüp işittiğin ilip çakma gel

Sular gibi çağla aslını özle / Fâş etme câhile sırrını gizle / Alçağa meyl edip ummânı gözle /

Dağıluban her yana yâ akma gel

Bu dünyanın yokluğuna darılma / Sinek gibi ankebûta sarılma / Bülbül olup gülistândan ayrılma / Arı gibi her çiçeği kokma gel

Göre bu dünyâyı irkip dereni / Anca bir sâatdır onun virânı / Lokmanı pâk eyle ele gireni /

Hayvan gibi boğazına dıkma gel

Ümmî Sinan eydür fânîdir cihân / Anca bir kâmiller olupdur nihân / Bir adım türâbda sana da mekân / Bulunur şimdi havadan bakma gel”

İki şiirden anladığımız öncelikle şudur ki, yolun yol açtığı yolsallıkları da bir yola koymamız gerekiyor. Zira yolu ve yolculuğu salt fiziki bir gerçekliğe ve mekanları keşfetme arzusuna indirgediğimizde, romantizmin, melankolinin hakimiyetindeki ergen dilinden başka bir şey kalmıyor elimizde.

Ergenliği, kaynamaya duran kanın yolu olarak nitelersek, ihtiyarlamayan nefsimizin açık etkilerini görürüz onda. Yol bizi cezbederken, yolsallık nice hayal yollarını serer önümüze. Tarikat’ı konunun içine çekmemin sebebi budur biraz da:

Yolunu güvenilir bir rehberle yola koymayanın yolu yokuştur!

#Tarik
#Yol
#Heidegger
#Niyâzî-i Mısrî
#Tarikat
#Âlim
#Ârif
#Sinân-ı Ümmi