Yazı, irade ve meşiet

04:0027/08/2024, Salı
G: 27/08/2024, Salı
Ömer Lekesiz

İmam Gazzâlî’nin yazma arzusunu irade yle ilişkilendirdiğini, zengin bir manaya sahip olması nedeniyle bu kavramı müstakil olarak ele almamız gerektiğini söylemiştim. Gerçekten de iradenin kelam ilminin çetin meselelerinden biri olması nedeniyle bizim bir köşe yazısının hacmi içinde o bilgiyi ihata etmemiz mümkün olmadığı gibi, günümüzün üfürükten tayyare cümlelerini edebiyat nazariyatı zanneden yazı ilgililerine ondan bir fayda sağlamamız da zor olacaktır. Ancak “Bizim de Batınınkiyle benzer ama


İmam Gazzâlî’nin yazma arzusunu
irade
yle ilişkilendirdiğini, zengin bir manaya sahip olması nedeniyle bu kavramı müstakil olarak ele almamız gerektiğini söylemiştim.
Gerçekten de iradenin
kelam
ilminin çetin meselelerinden biri olması nedeniyle bizim bir köşe yazısının hacmi içinde o bilgiyi ihata etmemiz mümkün olmadığı gibi, günümüzün üfürükten tayyare cümlelerini edebiyat nazariyatı zanneden yazı ilgililerine ondan bir fayda sağlamamız da zor olacaktır.

Ancak “Bizim de Batınınkiyle benzer ama asla aynı olmayan bir yazı nazariyatımız var” diyebilmenin başka bir yolunu bulamadığımızdan yine de irade, meşiet ve yazı ilişkisinden özetle bahsetmeyi seçiyoruz.

Kimyâ-yı Saâdet’inde Allah’ın mülkünde nasıl padişahlık yaptığını, âlemi hangi yoldan idare ettiğini, meleklere hangi görevleri yüklediğini ve onların nasıl mukabelede bulunduğunu, emri göklerden yere nasıl gönderdiğini, yerdekilerin işlerini göklere havale etmesini ve -en geniş anlamıyla- rızıkların anahtarlarını göklere teslim edişini… anlamayı
kendini bilme
şartına bağlayan ve bunu padişahlık metaforu eşliğinde “Sen kendi (beden) ülkende padişahlığını nasıl yürüttüğünü bilmezsen, âlemin Padişahı’nın padişahlığını yürütüşünü nasıl anlayabilirsin” şeklinde bir uyarıya bağlayan Gazzâlî, bu bağlamda yazma eylemini şöyle özetler:

“Önce kendi işlerinin nasıl meydana geldiğini düşün. Meselâ; yazı bir kâğıt üzerine ‘Bismillah’ yazmak istediğin zaman, önce sende yazmak isteği meydana gelir. Ondan sonra kalbinde bir hareket, bir kıpırdanma hâsıl olur. O kalp senin sol tarafında kozalak şeklindeki et parçası olan zahir kalptir. Zahir kalpten lâtif bir cisim (gözle görülmez) hareket edip dimağa yükselir. Bu lâtif cisme tabipler ‘ruh’ diyorlar. His ve hareketlerin hamalı budur. Bu ruh hayvanlarda bulunan ruhtan farklıdır. Hayvanlardaki ruh ölür. Bu ruh ise, asla ölmez. Allah Teâlâ’yı bilme mahalli olan budur. Bu ruh dimağa/beyine ulaşınca, ‘Bismillâh’ının sureti, hayal kuvvetinin yeri olan dimağın birinci odasında meydana gelmeye başlar. Daha sonra bu hâl dimağdan bedenin her tarafına dağılmış; hatta parmakların uçlarında iplik gibi bağlanmış sinirler vasıtası ile, bütün organlara iletilir. Bu anlatılan sinirleri, gayet zayıf olan kimselerin kolunda görmek mümkündür. Sinirler hareket edince, parmakların uçları harekete geçer, parmak uçları da kalemi oynatır. Kalem de mürekkebi hareket ettirir. Böylece Besmele sureti hayâl merkezinde (odasında) olduğu gibi, kâğıt üzerinde meydana gelir. Duyular yardımı ile meydana gelen yazı işinde en çok göze ihtiyaç duyulur.”

Bu noktada “yazmak istediğin zaman, önce sende yazmak isteği meydana gelir” cümlesine tekrar dönen Gazzâlî, isteğin kalpte meydana gelip uzuvlara yayılışıyla, Allah’ın iradesinin arşa yayılması arasında bir
benzerlik
kurarak, Allah’ın iradesinin arşın en son noktasına kadar yayılmasındaki gibi, ruh kaynaklı ya da etkili arzunun da bedende yayılarak dimağa ulaştığını söyler.

Eğer yazara kendini ve Rabbini bilmek ve bilmeyenlere yazı yoluyla bildirmekten öte ille ek bir haslet yüklememiz gerekiyorsa, onun Allah’ın iradesinin âleme yayılmasıyla insanî iradenin bedende yayılmasındaki benzerlik yoluyla hemcinsleri içinde seçkinleş(tiril)mesini söyleyebiliriz.

Ancak, iradeyi
Allah’ın sıfatı
olarak aldığımızda, onun “harekete geçme güç ve istidat ve imkanı” şeklindeki sözlük manasının ötesine geçmemiz, Allah’ı insani manada bir güç, istidat ve imkandan tenzih etmemiz ve buna göre Gazzâlî’nin kozmolojik düzeyle, kulun yazma eylemi arasında irade kelimesi üzerinden kurduğu bağı asıl
meşîet
(şey) kelimesinden kurmamız gerekir.
Bu tercihimizi, meşietin iradeden -bir yönden- daha genel olduğunu söyleyen
Seyyid Şerif Cürcânî‘
nin “Allah’ın meşieti yoku var etmek varı yok etmek için zâtın ve sabık inayetin tecelli etmesinden, Allah’ın iradesi ise yoku var etmek için tecelli etmesinden ibarettir.” şeklindeki ayrımına yaslayabilir ve dolayısıyla iradeyi
halk
, meşiyeti
emir
olarak okuyabiliriz.
Nitekim
levh-i mahfuz
ve
kalem
ilişkisinde Gazzâlî de söz konusu ayrımı ihsas ettirmiş,
İbnü’l-Arabî
ise Fusûs’unun 23. fassında
Lokman’a
hikmet verildiğini; Allah’ın hikmeti dilediğine verdiğini ve her kime hikmet vermişse ona büyük bir hayrın eriştiğini belirten ayetleri (Lokman 31/12; Bakara 2/269) zikrederek “bazen söylenen, bazen ise susulan” şey olarak hikmeti, ilim-malum ilişkisi üzerinden “malum da sensin, senin hâllerindir” diyerek emre tabi kılmıştır (bkz.: Marifet Kitabı: Meşiet ve eser kelimeleri).

Bu safhada meşietin yazara erişmesini ya da emr tahtında kalbin esere yönelişini Fusûs’un sebeb-i telifiyle örneklendirebiliriz.

#Aktüel
#Hayat
#Ömer Lekesiz