Sanatta atalet nasıl aşılabilir?

04:0010/01/2023, Salı
G: 10/01/2023, Salı
Ömer Lekesiz

Yeni Şafak·Ömer Lekesiz - Sanatta atalet nasıl aşılabilir?Atalet, hareket kabiliyeti olan şeye nispet edilen bir olumsuzluktur.Çağbayır Sözlüğü’nde tembellik; üşengeçlik; hareketsizlik; durgunluk; eylemsizlik; işsizlik; işten kalma anlamlarının yüklendiği atalete,Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi’nde (et-te’attul olarak) bir kadının düzgünden hâlî olması ve bir kimsenin işsiz güçsüz bî-kâr kalması şeklinde bir anlam verilmiştir.Burada atıl, tatil kelimeleriyle aynı kökten gelen ataletin, bir kadının süslenmeden


Atalet
, hareket kabiliyeti olan şeye nispet edilen bir olumsuzluktur.
Çağbayır Sözlüğü
’nde tembellik; üşengeçlik; hareketsizlik; durgunluk; eylemsizlik; işsizlik; işten kalma anlamlarının yüklendiği atalete,
Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi
’nde (et-te’attul olarak) bir kadının düzgünden hâlî olması ve bir kimsenin işsiz güçsüz bî-kâr kalması şeklinde bir anlam verilmiştir.

Burada atıl, tatil kelimeleriyle aynı kökten gelen ataletin, bir kadının süslenmeden uzak durmasıyla ifade edilmesi, dildeki inceliğin güzel örneklerinden biri olsa gerektir. Böylece güzelliği görüşe sunmamak, öne çıkarmamak, hayat sevinci taşımamak… doğrudan bir canlı ya da hareket sahibinin ataleti üzerinden ifade edilmiş olunmaktadır.

Birbirlerini belirleyen düzgünsüzlük ve atalet kelimelerinden hareketle, yaşanılan ortamı süsleme ya da daha genel söyleyişle hayata yeni bir estetik nesne veya görünüş sunma anlamında sanatın kendini geriye çekmesine, hatta yokluğuna bir geçiş yapmamız mümkündür.

Bir yüz yılı geride bırakan Osmanlı bakiyesi
Yeni Türkiye
’nin sanatta, kuruluşundaki gibi etkili bir yeniliğe sahip olamayışını, bu yeni devri ‘Yeni Türk sanatı’ vb. şeklide tek başına tanımlayabilecek özel bir gayretten yoksun bulunmasını da yine mezkûr geçişle ilişkilendirebiliriz.

Buna göre, sanatı kendi varlık şartları gereğince ferdî gayretlerden ibaret saymak zorunda olsak da, bu gayretlerin toplamından oluşacak sonucu –müşterek tarzları ve yönelimleri itibariyle– Batı sanatı, Çin sanatı, Türk sanatı… gibi kavim, millet veya devlet tanımlı olarak nitelememiz de tarihi ve sosyal bir gerekliliktir.

O halde, Yeni Türkiye’nin ilk yüzyılında yeni bir sanattan değil ancak ataletle tanımlanan bir sanattan söz ediyor oluşumuzun nedenlerini ve sonuçlarını nasıl açıklayabiliriz?

Bu konuda, bir neden esasında öncelikle –
Oleg Grabar
’ın söyleyişiyle sanatsal büyüme her zaman siyasi güçle kesişmese de– yeni Türkiye’nin hukukta olduğu gibi sanatta da Batı’yı hat alan bir siyaset izlemesini işaretleyebiliriz. Başka bir ifadeyle Yeni Türkiye’nin, tam da
İbn Haldun
’un kullandığı manada bir asabiyete yaslanmadığını, dolayısıyla ilgili yenilikleri asabiyet etkili bir yenilik olarak değil, taklitten, özentiden ibaret olarak başkasına mahsus bir
eskinin yenisi
şeklinde devraldığını söyleyebiliriz.

“Antik kültür kendi sonuna yaklaştıkça daha fevrî ve hareketli olur. Doğal olarak kanı kaynayan halklar olabileceğin en fazlasını sağlarlar” diyen sanat tarihçisi Heinrich Wölfflin’in “Arapların süslemelerindeki çizgilerin nefes tıkayan aceleciliğini” bu tespitine örnek göstermesi de Yeni Türkiye’deki söz konusu asabiyet yokluğunun neden ve sonuçlarını izahta tek başına yeterli olsa gerektir.

Yukarıda ferdiyet ve sanat ilişkisi bağlamında zikrettiğimiz üzere, bunda bir kesintiden, aksama ya da ataletten söz edilemez. Çünkü her insan ilgi derecesine göre tabiat ya da kendi varlığı –bedeni– üzerinden sanatla sürekli bir ilişki içindedir; gerek eser gerekse zevk noktasında algısını açık tuttuğunda sanatla çevrili olduğunu zaten idrak eder.

Bizim sözünü ettiğimiz atalet ise, önce ferdî ilgilerin belli bir sanat anlayışına göre baskıya, zorlamaya tabi tutulması ve devamında toplumsal ya da kurumsal olarak ancak durgunlukla, donmuşlukla… tanımla özelliğine tabidir.

Nitekim Yeni Türkiye, siyaseten Batı sanatını hat olarak seçmekle kalmamış, hüsn-i hat, minyatür, tezhip, musiki… gibi klasik Türk-İslam sanatlarını yasaklamak suretiyle halka Batı sanatını iş ve zevk olarak zorla benimsetmek istemiştir. Bu sanatlar ferdî çaba ve zevkin bir sonucu olarak evlere, bodrum katlarına, merdiven altlarına çekilmeye mahkûm edilirken, ancak onlardan –geleceğin devrinden– hareketle yeni sanatı üretebilecek cehtler daha baştan kırılmış, icadın yerine taklide, yaratmanın yerine adaptasyona özendirme siyaseti uygulanmıştır.

Hal böyle olunca, kendine ait olandan sakındırılma, içsel bir gereklilikten yoksun olarak başkalarının işlerine özendirilme arasında sanat, ne kendi köklerine tekrar dönebilmiş ne de yabancı kökler üzerinde yeşerebilmiştir. Geçtiğimiz bir yüzyılın tamamına yayılan bu durum neticesinde sanatta atalettin hakimiyetinden öte bir cümle kurmak da imkansız hale gelmiştir.

Buna rağmen Yeni Türkiye adına bir sanatın ortaya konması bil-kuvve mümkündür. Çünkü Yeni Türkiye’nin kullanmadığı
Müslüman tanımlı Türklük
vd. asabiyet imkanları yok olmuş değildir ve bunlar kanımızı yeniden kaynatmaya yeterlidir.

Kan kaynadığında hareket, hareketten bereket hasıl olur.

Her türlü atalet de ancak bunlarla aşılabilir.

#Sanat
#Türkiye
#Türk