Kibir, azgınlık ve haset nedeniyle İslam’a düşman olmak

04:003/02/2024, Cumartesi
G: 3/02/2024, Cumartesi
Ömer Lekesiz

Ashâbü’l-uhdûd mezaliminin Himyer meliklerinden Zû Nüvâs adlı Yahudi hükümdar tarafından işlendiğini muteber kaynaklardan nakletmiştik. Zû Nüvâs’ın Yahudi bir anneden doğup doğmadığı, dolayısıyla Yahudiliği sonradan kabul edip etmediği hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, mümkün her iki sonuç da “Yahudi kavminin seçilmiş millet” olma iddiasının geçersizliğini göstermekte, zira iki durumda da Zû Nüvâs, Hıristiyanları Yahudiliği benimsemeye zorlamaktadır. Bunlardan baktığımızda Yahudilerin


Ashâbü’l-uhdûd mezaliminin Himyer meliklerinden Zû Nüvâs adlı Yahudi hükümdar tarafından işlendiğini muteber kaynaklardan nakletmiştik.

Zû Nüvâs’ın Yahudi bir anneden doğup doğmadığı, dolayısıyla Yahudiliği sonradan kabul edip etmediği hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, mümkün her iki sonuç da “Yahudi kavminin seçilmiş millet” olma iddiasının geçersizliğini göstermekte, zira iki durumda da Zû Nüvâs, Hıristiyanları Yahudiliği benimsemeye zorlamaktadır.

Bunlardan baktığımızda Yahudilerin seçilmiş kavim olma iddiası ile Arz-ı mev’ud idealinin muahhar bir konu olduğu ortaya çıkmakta, İslam düşmanlığıyla birleştirilmeleri de bu minvalde gerçekleşmektedir.

Nitekim “Kudüsçülük” anlamında “Siyonizm” de, evvelinde Yahudilerin Kudüs’le ilgili hiçbir dini hassasiyetleri yok iken, MÖ 586 – 538 yılları arasındaki Babil sürgünlüğünde ortaya çıkmış ve modern zamanda Dünya Siyonist Teşkilatı’nın kuruluşuyla (1897) siyasallaşmıştır.

Ayrıca “Onlar, Yahudi veya Hıristiyan olanlar hariç, hiç kimse cennete giremeyecek’ dediler. Bu onların kuruntusudur. De ki: ‘Eğer sözünüzde doğru iseniz kesin kanıtınızı getirin!” mealindeki ayette (Bakara 2/111) seçilmişlik iddiasının Hıristiyanları da kapsaması ve “Şüphesiz, iman edenler; Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîler’den de Allah’a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (Bakara 2/62) mealindeki ayetle de cennete girmede Allah’a ve ahirete iman ile salih amel işlemenin had olarak belirlenmesi yukarıda zikrettiğimiz “sonradan olma” vurgusunu pekiştirmektedir.

Yahudilerin İslam’a düşmanlıkları da bu minvalde muhatap oldukları iktidarların güçlülük/ güçsüzlük durumlarına, ekonomik ilişkilere tabi olarak yine sonradan, yenilenmiş bir “Yahudi dispozitifi” içinde, Peygamberimiz Aleyhissam’ın doğumundan bugüne kadar süre gelmiştir.

Yahudi dispozitifindeki ilgili değişmelerin izlerini sürdüğümüzde ana hatlarıyla şu seyir ortaya çıkaktadır:

1-Hicaz’a yerleşme sebepleri arasında zikredilen “mesih” beklentisiyle birlikte düşündüğümüzde, Yahudilerin İslam’a ilk düşmanlıklarının bu beklentilerinin ummadıkları bir şekilde karşılarına çıkmasından kaynaklandığını görürüz.

Bu bağlamda Yahudiler Müslümanlarla Hz. İbrahim (a.s.) özelinde ortaklaşmalarının kendilerine hiçbir bir fayda sağlamadığını, bilakis İslam’ın “Ey Ehl-i kitap! İbrâhim hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Tevrat da İncil de kesinlikle ondan sonra indirildi. Hiç düşünmüyor musunuz? İşte siz böylesiniz; hadi hakkında bilginiz olan konuda tartıştınız, fakat hiç bilgi sahibi olmadığınız bir konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrâhim ne Yahudi ne Hıristiyan idi; bilâkis o, tek Allah’a inanıp boyun eğmiş birisiydi, müşriklerden de değildi. Doğrusu insanların İbrâhim’e en yakın olanı, ona tâbi olanlar, şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur.” mealindeki ayetler (Âl-i İmrân 3/65-68) gereğince, bozulmuş inançlarını terk etmeyi, toplumsal yapılarını, sosyal ve siyasal statülerini değiştirmeyi teklif ettiğini görerek, İslam’a olan düşmanlıklarını, yeni dine karşı Mekkeli müşriklerle anlaşma yapmak suretiyle ortaya koymuşlar, fakat Peygamberimiz’in Medine’ye hicretini takiben giderek güçlenen İslam iktidarında kendilerini korumalarının zorlaştığını görerek hicretin 7. ayında Peygamberimiz’le Medine Vesikası adıyla anılan anlaşmayı yapmışlardır.

“…Bu vesika, dahilde kan davalarını yasaklamayı, dışardan gelecek bir saldırıyı def etmek için kuvvetleri birleştirmeyi ve Medine civarında yer alan kabilelerin en geniş manada otonomisine dayanan ve konfederal yapıda bir şehir-devleti kurulmasını öngörüyordu. Bu durumda kişinin kendisinin ihkak-ı hak yapması yasaklanıyor, adli müracaatların Resûlullah’a yapılacağı esası getiriliyor, ona (a.s.) askeri seferlere kimlerin katılacağına karar verme yetkisi tanınıyor ve savaş ile barışın ayrılmazlığı esası benimseniyordu. Fertlerin omuzlarındaki pek ağır mali yüklerin (mesela kan diyeti, fidye ödenmesi gibi) karşılanabilmesi için piramidal bir yapıda sosyal sigorta müessesi kuruluyordu. Vesikada dini hürriyete mâlik olacakları teyit edilen Yahudilerin, Müslümanlarla dostça yaşayacakları belirtiliyordu.” (Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan Yayınları, 2011)

Yahudiler yaklaşık bir buçuk yıl bağlı kaldıkları bu anlaşmayı kibir, azgınlık ve haset eşliğinde İslam’a yeniden yönelttikleri düşmanlıkla bozdular.

#Aktüel
#Din
#Ömer Lekesiz