Edebiyatın yegâne malzemesi dildir.
Dil tanışmak, anlaşmak, yönetmek – yönetilmek, sair sosyal ilgi ve ilişkileri düzenlemek… için konuşma esasında zorunludur. Bu bağlamda konuşmak –İbnü’l Arabî’nin söyleyişiyle– kendinden haber vermektir; susmak ise geçici olarak başvurulan bir seçimden ibarettir.
Yazı, konuşulanların maksat ve önemine göre kayda geçirildiği bir araçtır. Bu maksada göre dillerin ve yazıların yaratılışları ve nimet oluşları bakımından birbirlerine üstünlükleri yoktur.
Üstünlük ancak, konuşmada varlıkla ortak -çünkü her varlık kendi hakikatince mutlaka konuşur- yazmada tek yetki sahibi olan insanın, “el-Mütekellim”in varlığını ve kelâmını yüceltmesine göredir.
Diğer bir söyleyişle dilde ve yazıda üstünlük kelimeyi ve o kelimeyi söylemeyi / yazmayı mümkün kılan organları, dilin ve yazının ancak o organlara bahşedilen nur ile mümkün olduğunu idrake tabidir. Nitekim konuşamamanın dilin, yazmamanın elin yokluğundan olmadığını herkes bilir; nice dil vardır ki nur verilmediği için konuşamaz, nice el vardır ki nuru olmadığı için yazamaz.
Hâl böyle olunca dil konusu, her şeyden önce din konusu olarak somutlaşır ve her şeriat kendisine tayin edilen dil (mana) içinde kurumlaşır. Bu somutlaşma ve kurumlaşma, nefsin muhtelif güçleriyle olan ilişkisi nedeniyle kendisi için takdir edilen ilahî vasatı ihlal etme eğilimdeki insanın, o şeriat esasında dil yönünden temizlenmesi ve mezkûr vasatta durmaya teşvik edilmesiyle gerçekleşir ki, her iki hususta da had Kur’an’dır. Zira her iş (akt, itaat, emir ve eylem) dilde başlar, dilde sürer ve dilde biter:
“Allah, sözün en güzelini; ayetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.” (Zümer, 39/23)
Aynı bağlamda Şari’ kelime-i tevhit olarak sabitlediği akdi (bil-kavl) yine güzel söz ve ses ile tezyin etmiştir:
“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da yerden koparılmış, ayakta durma imkanı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir. Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle (bil-kavli) sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.” (İbrahim 14/24-27)
Resûlullah ise kendisine sözün özünün verildiğini, hoş (güzel) sözün sadaka olduğunu buyurarak, Müslümanların hayrı söylemeyeceklerse susmalarını ve Kur’an’ı sesleri ile süslemelerini emretmiştir.
Bu esasa göre, sanki edebiyata bitişikmiş gibi söylenile gelen estetik meselesi Müslüman nezdinde Şari’nin ilgili tanım, tasvir ve emirlerinde ve dolayısıyla müstakil bir bahis olarak ele alınmayacak şekilde massedilmiştir.
Aslında bu massedilme estetikten önce bizzat edebiyatın kendisinde vuku bulmuştur. Zira İslam uleması edebiyat anlamında şiiri felsefenin çok alttaki ilgilerinden biri saymış ve şairin çok çok önünde mevzilendirdikleri filozofu -Fârâbî’ye atfen- “Dilini iyi ve doğru söze alıştıran insandır. Kendisine ihsan edilen şeylerden kardeşlerine veren, felsefeden ve sırlardan istifade edendir.” şeklinde tarif etmişlerdir.
Felsefe için böyleyken ne edebiyatın ne de estetiğin Müslüman nezdinde esamesinin bile okunmayacağı malumdur. Gerçi Câhiz, Fârâbî, İbn Sînâ vd. Aristoteles’in Poetika’sını anlamak tahtında tefekkürlerinde şiire de yer açmışlardır ancak bu yer açış dinle/ edeple değil insanın –fıtrî– sanat arzusunun neden ve sonuçlarıyla kayıtlı kalmıştır.
Bu durumda, Muallim Naci’ye atfen, nutuk (söz) yaratılalı beri şiirin var olduğunu, ilk şiirin Habil’in Kabil tarafından katledilmesi üzerine Hz. Adem tarafından söylendiğini ileri sürdüğümüze göre, ilk insandan bugüne kadar var olagelen edebiyatı nasıl çerçeveleyeceğiz?
Burada Mustafa Kutlu’nun bize söylediği şu hususun hep hatırda tutulmasını öne almalıyız:
“Cenab-ı Hakk, hesap gününde bana ne kadar kitap yazdığımı, ne kadar sattığımı sormayacak. Ahdime gösterdiğim vefayı ve amellerimin hesabını soracak!”
O halde şu soruyla devam edelim: Neden edebiyat yaparız?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.