Âlemi âlimden öğrenmek

04:005/10/2023, четверг
G: 5/10/2023, четверг
Ömer Lekesiz

Hayreddin Karaman ve Bekir Topaloğlu hocalarımızın birlikte hazırladıkları Arapça-Türkçe Yeni Kamus, Yozgat İmam-Hatip Okulu’ndaki öğrenimimden kalan tek kitaptır. Yeni Kamus’un (üçüncü) baskı yılı olan 1969 aynı zamanda okula başlayış yılımdır ve aradan geçen yarım asra rağmen al-Mavrid vb. lûgatların üstünde duran Yeni Kamus’un, bende bugünkü kelime şuurunu (“ben de bir kelimeyim”) doğurmuşluğu yadsınacak bir durum değildir. Çünkü büyüklerimiz bize hak zihniyetimizi ona mahsus kelimelerle kurmamızı

Hayreddin Karaman ve Bekir Topaloğlu hocalarımızın birlikte hazırladıkları Arapça-Türkçe Yeni Kamus, Yozgat İmam-Hatip Okulu’ndaki öğrenimimden kalan tek kitaptır.

Yeni Kamus’un (üçüncü) baskı yılı olan 1969 aynı zamanda okula başlayış yılımdır ve aradan geçen yarım asra rağmen al-Mavrid vb. lûgatların üstünde duran Yeni Kamus’un, bende bugünkü kelime şuurunu (“ben de bir kelimeyim”) doğurmuşluğu yadsınacak bir durum değildir.

Çünkü büyüklerimiz bize hak zihniyetimizi ona mahsus kelimelerle kurmamızı öğütlediler ve dediler ki: “Kendi kelimeleriyle konuşmayan başkalarının kelimeleriyle, yani aklıyla konuşmaya mahkûm olur.”

Öyle ki önceki yazıma kelime ve meleke ile başlayışım özel bir planlama değildir; bunun kendiliğinden öz-el bir yönelişi izlemesi, şahsi ve fakir sîretimin, Yıldırım Belediyesi’nce düzenlenen vefa buluşması vesilesiyle zihnimde yenilendiğini beyan ettiğim Hayreddin Karaman Hocamızın sûretine ilişmesi de demek ki bir tesadüf değildir.

Bundan hareketle söyleyebileceğim şey ise, Karaman Hocamızın bendeki karşılığının Müslüman kelimelerinin ve dolayısıyla din dilinin kuşatılmasına mahsus bir yükümlülüğü, ödevi işaret ediyor olmasıdır.

Büyüklerimiz insanı âlem kelimesiyle eşitlemişlerdir. Zira insan âlemi kendisinde toplayan, kendisinde ayrıştıran ve yine kendisinde cemeden yegâne tevhit ehlidir.

Mehmet Görmez Hocamızın mezkûr programdaki konuşmasında Karaman Hocamızın düşünce ve eylem dünyasını sûretlendirirken “âlim ve âlem” kelimelerini birlikte ele almasının sebebi de bu olsa gerektir.

Âlim ve âlem “ilm” kökünde müşterektir; ikisinin de evvelinde Allah’ın “alîm” oluşu vardır. Alîm olan Allah’ın yarattığı âlem ise, insan topluluğu içinde âlimlerin keşfine sunulmuş olandır.

Bu manada insanı ve sair varlık düzeylerini -gaybî olanlarla birlikte- hem hâl hem de hâller mekânı âlem(ler) olarak tanımak, ondaki manevî ve fizikî ihtiyaçları gözetmek, değişmelerindeki hakikatleri anlamak ve ilgili problemleri çözmek de âlimin işidir.

Bu esaslarda âlim din ve dünya, madde ve mana, insan ve toplum, yöneten ve yönetilen… arasında bir ayrım gözetmez ve aynıyla bir fildişi kuleye çekilerek toplumu terk edemez; insanların din ve dünya meselelerine duyarsız kalamaz; onların adalet ve ahlak üzere bir mutluğu elde etme çabasına bigâne kalamaz. İbnü’l-Heysem’in kelimeleriyle, mutluluğu istenmemesi söz konusu olmayan ve her surette tercih edilen şeyi idrak etmek şeklinde anladığımızda âlimin hayatın tam da orta yerinde duruyor olması beklenir. Bu manda mezkûr sorumlulukların, görevlerin öncelikle ilim grupları içinden fakihlere yüklenmesi ise boşuna değildir.

Nitekim Gazzalî de fakihin varlık, düşünce ve eylem çerçevesini şöyle belirlemiştir:

“…Fakih/hukukçu, insanları doğruluk çizgisinde tutarak dünya işlerini düzene sokmak için halkı yönetme ve disiplin altında tutma usulleri konusunda siyasi liderin öğretmeni ve yol göstericisi konumundadır. Doğrudur; fıkıh din ile de ilişkilidir. Fakat bu ilişki doğrudan değil, dünya (işleri) aracılığıyladır. Çünkü ‘dünya ahiretin tarlasıdır.’ Din (hayatı) dünya (imkânları) ile zenginleşir. ‘Devlet ile din ikiz kardeştirler.’ Din temel, devlet (sultan) koruyucudur. Nasıl ki, halkın devlet otoritesiyle yönetilmesi birinci derecede din ilmine girmeyip, sadece dinin güç kazanmasını sağlayan şartları geliştiriyorsa yönetme usullerinin bilgisi de (fıkıh) böyledir.” (İhya, Trc: Mustafa Çağrıcı)

Karaman Hocamızın bendeki suretinin bir karşılığı da bu cihettendir. İçtihat ve tecdit kavramlarını da ihtiva eden fıkıh/fakih kelimesi zamanımızın bir idraki olarak ona münevverlik, mütefekkirlik, muhakkiklik, mücedditlik, müderrislik, mürebbilik, vakıf ve dava adamlığı… vasıflarını da yüklemiştir.

İbn Arabî’nin söyleyişiyle, içtihadın bir meselenin aslını değiştirmediğini, sadece bizim o mesele ile olan ilişkimizi değiştirdiğini düşünürsek, Hayreddin Hocamızın mezkûr vasıflarıyla birlikte durduğu tefekkür kavşağını daha iyi idrak eder ve ona olan ilgimizi, hürmet ve muhabbetimizin kaynağını da doğru tespit etmiş oluruz.

Çünkü ferden kendi vaktimizin oğulları olarak insanın kendi vasatının altına düşürülmek istenildiği, dinin gündelik hayattan kovulmaya çalışıldığı şu çağda ilgili problemleri doğru tespit etmek ve onlarla baş etmeye çalışmak her ilim ehlinin harcı değildir.

Biz Karaman Hocamızı nazariyat ve eylem birliğiyle, talim ve terbiye, cehd ve cihat gayreti içinde tanıdık ve –inşallah– onun kâmil sûretinden kendi fakir sîretimize –çocukluğumuzdan beri– bir ışık düşürmeye çalıştık.

Karaman Hocamızın ömrü bereketli, tevarüs ettiği misyon daim olsun.

#ilim
#alem
#alim