Kur’an-ı Kerim ferdin Allah’a karşı kulluk görevlerinden, kendine ve diğer yaratılmışlara karşı sorumluluğuna kadar hayatın bütün alanını kuşatan bir rehberdir.
Onun (Kur’an’ın) gösterdiği yol tüm insanlık ve tüm zamanlar için yürünecek tek yoldur. “Evrensel” kavramından bunu anlıyoruz.
“Hududullah”ın açıklanması, tebliği ve tatbiki Hz. Peygamber tarafından uygulanmıştır. Bu uygulamaya “sünnet” denir.
İtaat, ibadet ve hidayetin ne olduğunu ondan öğrendik.
Âmentü’ye inananlar Hz. Peygamber’e inanır. Kur’an-ı Kerim O’nun yolundan yürümemizi emrediyor.
Bu yol dün olduğu gibi bugün de açık ve aydınlıktır. “Hangi İslâm?” gibi türlü bahaneler ile maraza çıkarıp sonu gelmez tartışmalara dalmanın bir mânası yok.
Ama oluyor. Tartışılıyor. Niçin?
Bu sorunun cevabını bu yazı dizisinin ilkinde verdik. Özetle insan eşref-i mahlukattır ama haddini aşıp yoldan çıkınca zalim, katil, utanmaz, nankör, inkarcı, kibirli, alçak bir varlık olur, eline geçen güç ile hâşa kendini ilah ilan edebilir, dedik.
Hz. Peygamber dinin gereğinin barış-güvenlik-sağlık-esenlik içinde yerine getirilebilmesi için Medine’de bir toplumsal dayanışma ve örgütlenme sağladı. Müslim, gayr-ı müslim topluluklar arasında kendi vazettiği ilkeler çerçevesinde anlaşmalar yaptı. Bu bir “toplum sözleşmesi”dir. Bunu modern bir kavram olan demokrasi ve çok hukukluluk ile karıştırmamalı.
Ona biat edenler inancımıza göre ervah-ı ezelde Cenab-ı Hak ile ahitleşmişti. Bu sebeple canları ve mallarını hak yol uğruna feda etmekten çekinmediler.
Hz. Peygamber dinin ve toplumun selameti için bazan savaştı bazan anlaşma imzaladı.
Her hali ile örnek bir şahsiyet olan Hz. Peygamber, hem yasama hem yönetme yetkisini kendinde topladığı için hukukî ve siyasi otoritedir.
Kur’an’ın ilkeleri din işi, dünya işi diye bir ayrım gözetmez. Kul hayatının her ânında kul olmalıdır. Bu noktada Hz. Peygamber’in sünneti, ahlâkı-adaleti-hukuku (fıkhı)-siyaseti-iktisatı hasılı bir devletin misyonu ne ise onu kapsamıştır.
Buna mukabil Batı’da doğup gelişen, otorite tanımayan laik ve seküler anlayış esas itibariyle ilâhi alanı ve bu alanın hakimiyetini kabul etmediği için, insani alanda da eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönelişi benimsemiştir. Hakimiyeti, otoriteyi gökten yere indirmek, Allah’ın kullarını eşit vatandaş yapmak budur. Çağdaş İslâm düşüncesi ise ilâhi hakimiyet alanı ve insani hakimiyet alanının tanımak ve kabul etmekle beraber ikisi arasındaki ilişkiyi büyük ölçüde kopararak laik düşünceye yaklaştı. “Hakimiyet Allah’ındır” hükmü ve sloganı Yüce Allah dışında hiçbir hakimiyet kademesi tanımamak mânasına doğru gitmiştir. Devlet başkanının, ulemanın, ana kaynakların hakimiyetinin, otoritesinin tamamen veya büyük ölçüde ortadan kalkması bu yaklaşımın bir ürünüdür. Bu düşünce yapısında Hz. Peygamber’in de insan olması dolayısıyla bir otoriteye sahip olmadığının savunulması aynı mantığın bir uzantısıdır.
Batı’da gelişen ve esasen sermaye devletinin (Çağdaş Küresel Medeniyet) koyduğu ve tüm dünyaya âdeta dikte ettirdiği siyasî ve hukukî gelişimi burada sayacak değiliz. Sadece bir örnek veriyoruz: XX. a. önemli hukuk ve siyaset felsefecilerinden C. Schmitt “Egemen kimdir?” diye sorar ve şöyle cevap verir: Tanrı mı, hükümdar mı, halk mı? Son karar (yani hukuk) egemenin elindedir. Modern devlet kuramının bütün önemli kavramları dünyevîleştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır. Kadir-i mutlak Tanrı, kadir-i mutlak kanun koyucuya dönüşmüştür.” (Siyasi İlahiyat, Dost Yay., 2016).
ABD anayasasını yazanların temel kaygusu ekonomik çıkarların korunmasıdır. Jefferson’un 1801’deki zaferinin temeli Hakk’ın sesi yerine halkın sesinin geçirilmesidir.
Çok sık yapılan Batı tenkidini bırakıp kendimize dönelim.
Hz. Peygamber kendisinden sonra devleti kimin yöneteceği, yöneticinin seçimi, yönetim tarzı konularında bir vasiyet bırakmadı. Bu meselenin tarihi seyri, tartışmalar, mücadeleler ile geçen serüveni biliniyor. Bu birikimden ders alınmalıdır. Dünya, insanlıkla o günden bugüne şekilden şekile girdi, köprülerin altından çok sular aktı ama insan (fıtratı) değişmedi.
Seçim ve yönetim dün olduğu gibi bugün de tartışma konusudur. Ülkemiz daha dün parlamenter sistemden, kendine has olduğu söylenen bir “Başkanlık sistemi”ne geçmiştir.
Ancak ülkemizin köklü-asli problemlerini çözüme kavuşturacak bir yeni “Anayasa” yapılamamıştır. Dergâh dergisinin yayımı sırasında Temmuz 2014 sayısından Aralık 2015 sayısına kadar 19 sayı böyle bir anayasaya ihtiyacımız olduğunu söylemiştim.
Şimdi anlıyorum ki, hukuk da tıpkı siyaset ve iktisat gibi genel bir sistemin parçası olursa mâna kazanıyor.
Peşpeşe yayımladığım yazılar bir sistem arayışına zemin hazırlamak için düşünür-akademisyen-sanatçı ve politikacıları harekete geçirmek gayesini güdüyor.
Bunlar benim işim değil.
Bu babda idarî-siyasî-hukukî görüşlerin Hududullah’a bağlı kalarak Cumhuriyet çerçevesinde halline yönelik çalışmaları siyaset bilimcilerden, hukuk felsefecilerinden vb. bekliyorum.
Dünyaya söyleyecek sözümüz var elbet.
(Devam edecek)
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.