Şu 1970 yılı

04:009/09/2020, Çarşamba
G: 9/09/2020, Çarşamba
Mustafa Kutlu

Osmanlı Devleti yıkılmaya yüz tuttuğunda başta II. Abdülhamit olmak üzere, devlet adamları ve aydınlar bu çöküşü önlemeye çalıştı. İlginçtir, Abdülhamit açtığı mekteplerden mezun olanlar eliyle tahttan indirildi.XIX.a. sonu ile XX.a. başında bu kötü gidişe son vermek, memleketi kurtarmak, ülkenin istikbaline el koymak üzere üç fikir akımı yaygınlık kazandı. Bunlar İslâmcılık, Türkçülük ve Garpçılık idi. Ancak Garpçılığın Tanzimat’tan itibaren devletin resmi görüşü olduğunu, Batı’nın eğitim sistemi

Osmanlı Devleti yıkılmaya yüz tuttuğunda başta II. Abdülhamit olmak üzere, devlet adamları ve aydınlar bu çöküşü önlemeye çalıştı. İlginçtir, Abdülhamit açtığı mekteplerden mezun olanlar eliyle tahttan indirildi.

XIX.a. sonu ile XX.a. başında bu kötü gidişe son vermek, memleketi kurtarmak, ülkenin istikbaline el koymak üzere üç fikir akımı yaygınlık kazandı. Bunlar İslâmcılık, Türkçülük ve Garpçılık idi. Ancak Garpçılığın Tanzimat’tan itibaren devletin resmi görüşü olduğunu, Batı’nın eğitim sistemi yanında kanunların da peyderpey iktibas edildiğini biliyoruz. Bu kanunlaştırma hareketi içinde bize has olan “Mecelle”yi saymazsak, Cumhuriyet ile birlikte tüm kanunlarımızın Batı’dan alındığını söyleyebiliriz.

Süreç içinde Türkçülük ile Garpçılık harmanlanarak Cumhuriyet ile kurulan müesses nizama temel teşkil etti. İslâmcılık etkisini kaybetti, İslâm paranteze alındı. Ancak Müslüman Türk’ün hem dünyevî hem uhrevî hayatını asırlardır tanzim eden İslâm bir şekilde hayatiyetini sürdürdü. (Bu konuda en yetkin eser Prof. Dr. İsmail Kara’nın “Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm” adlı iki ciltlik kitabıdır. Bu çalışmadan bihaber olarak Cumhuriyet devrindeki İslâm’dan ve İslâmcılıktan bahsetmek abestir.)

Müesses nizamın temsilcisi tek parti olan CHP’dir. Şeflik ve devletçilik ağır basar. II. Dünya Harbi’nin akabinde Türkiye ABD’nin önderliğindeki “Hür Dünya”ya ve NATO’ya katılır, çok partili sisteme geçer. O günden bu güne liberal demokrasi ile serbest ekonomi, müesses nizamın vesayeti altında (!) hükmünü yürütmüştür.

Ülkemizde sınıf esasına dayanan bir cemiyet olmadığı için kurulan tüm partilerin ne bir felsefesi ne de fikir adamı vardır. Modernizm’in genel prensipleri ile “Batılı hayat tarzı” devlete hakim olmuş, “yerli ve millî” bir fikriyat oluşmamıştır. (İstisna sayılacak ilim-fikir ve sanat adamlarımız vardır).

Yazıya başlık olan 1970 yılını XX.a. başındaki Türkiye’ye benzetiyorum. Geçmişten gelen fikir akımları bu defa aralarına Sosyalizm’i de katarak memleketin istikbaline yön vermek için çaba sarfettiler.

Son 50 yıl, ihtilal, anarşi, iç ve dış müdahaleler ile siyasî çekişmelere sahne oldu. Nereden nereye geldik, bir bakalım.

1970 yılını iki yıl ileri, iki yıl geri alıp bazı unsurları sıralayalım.

27 Mayıs özentisi bir sol-kemalist cunta, Doğan Avcıoğlu’nun “Türkiye’nin Düzeni” ve “Devrim” (1969) gazetesi çevresinde oluştu, lakin çökertildi. Akabinde askerler hükumete muhtıra verdi. (12 Mart 1971). 1969’da Milliyetçi Hareket Partisi kuruldu. Aynı yıl “Devlet” dergisi yayıma başladı. Doğu Perinçek liderliğinde İhtilalci İşçi-Köylü Partisi kuruldu (1969). Aynı yıl Necmettin Erbakan Milli Nizam Partisi’ni kurdu. 1972 CHP Kurultayı’nda Ecevit seçimi kazandı. 1969’da Ülkü Ocakları Birliği, aynı yıl Dev-Genç kuruldu. Barış Manço’nun “Dağlar Dağlar”ı çıktı (1970). Yılmaz Güney “Umut” filmini çekti (1970). Mücadele Birliği “Yeniden Milli Mücadele” dergisini çıkardı (1970), Nurettin Topçu’nun “Yarınki Türkiye” adlı eseri yayımlandı (2. baskı-1972). Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” adlı romanı TRT ödülü aldı (1971). Milli Selamet Partisi kuruldu (1972). İdris Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması” adlı eseri çıktı (1969). Aynı yıl İsmet Özel ve arkadaşları “Halkın Dostları” dergisini yayımladılar. Yücel Çakmaklı “Birleşen Yollar” filmini çekti (1970). Kemal Tahir “Devlet Ana” romanı ile TDK ödülü aldı (1968).

Bütün bunları (başkaları da var) saymamın sebebi o yıllarda ülkenin istikbaline yön vermek için gösterilen siyasî-fikrî-sanatsal çabanın yoğunluğudur. Bu çaba bir daha vücut bulmadı. Kendini davaya adayan bir nesil aldanışını kanıyla ödedi. 12 Eylül olgunlaşan meyveyi kopardı ve ülkenin üzerinden silindir gibi geçti.

Özal dönemi ve ardından gelen hükumetler zamanında Çağdaş Küresel Medeniyet’in ABD damgalı hayat tarzı tüm dünya ile birlikte ülkemize de iyice hakim oldu. Duvar yıkılmış, tarihin sonu gelmişti.

İlginç olan şudur: Bu hengame içinde Nizam Partisi kolundan gelen siyasi hareket tüm iç ve dış dayatmalara, vesayet odaklarına rağmen Ak Parti adı ile iktidara uzandı. Uzun süren iktidarı halen devam ediyor.

Dünya geçen zaman içinde “Bilgi Çağı”ndan “Elektronik-Dijital” çağa ulaştı. Çağın sahibi “Küresel Sermaye”, onun muharrik gücü teknolojidir. Kapitalizm, teknokapitalizm olarak tüm dünyada bir “Tüketim Toplumu” oluşturdu. Biz de aynı geminin içindeyiz.

Geçende sayın İbrahim Kalın CNN kanalında Ahmet Hakan ile konuşurken şöyle bir söz söyledi: “Modernleşmenin bizim için yazdığı hikâye sona ermeli, biz artık kendi hikâyemizi yazmalıyız”.

“Kendi hikâyemiz” işte bütün mesele.

İnancı, felsefesi, iktisadı, siyaseti, hukuku, sanatı ve hayat tarzı ile hem kendimize hem tüm dünyaya sunacağımız hikâyeyi kim yazacak?

Bize önce bir iktidar lazım, denildi, doğru. Lakin şimdi anlaşıldı ki önce bir “fikir” lazım imiş.

“Tüketim toplumu”nun içinde yaşarken gelenekten, aileden, fertten konuşmak; kapitalizmin kanunlarını görmezden gelmek havanda su dövmektir.

Madem bir “hikâye” yazılacak, eh benim de çorbada tuzum olsun.

“Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş” adlı kitabımda kendi hikâyemiz için bir teklif getirmiştim. Bu defa şirketlerin ulus-devlete rol biçtiği bir dönemde “Tüketim Toplumu”nun hızla akan ırmağında “Akıntıya Karşı” duruş mümkün müdür; sorusuna cevap arayacağız.

Bakalım biz bu fotoğrafın neresindeyiz?

#Hikaye
#Osmanlı
#Milli