Efendim bendeniz, güya bazı gezi yazıları kaleme aldığım için bayağı gezip-tozan; çok yerler görmüş, sadece yaşadığı şehri değil bütün yurdu karış karış bilen biri gibi tanınıyorum.
Önce bu yanlışı düzelteyim. Fevkalade ağır kanlı, bir yerden kalkıp bir yere gitmesi neredeyse merasime tabi, İstanbul’a nakl-i mekân ettikten on yıl sonra Bursa’yı, yirmi yıl sonra Edirne’yi görmüş birisiyim.
Şimdiye kadar yurt dışına çıkmayı hiç arzu etmedim. Ne bileyim mesela ABD’yi, Japonya’yı, Hindistan’ı, Çin’i falan merak etmedim. Benim merakım yurt içi. Seyahat imkânını bulabilsem Kastamonu’yu, Safranbolu’yu, Kula’yı, Urfa’yı, Mardin’i görmek isterim. Boşalmış köyleri, küçülmüş kasabaları. Elbette ki bir kez görmekle iş bitmiyor. Bir şehrin ruhuna yaklaşmak için onun mahremiyetine girmeniz gerekir; bu da zaman alan bir şey, ünsiyeti gerektiren bir şey...
Her neyse.. Sözü uzatmayayım.
Bir ara sevgili Mustafa Ruhi Şirin sayesinde Edirne’yi yani Selimiye’yi gördüm.
Ülkemizde pek çok güzel cami vardır. Bunların büyük bir kısmı İstanbul’dadır. Süleymaniye’nin ihtişamından, Sultanahmet’in gökle denizi birleştiren mavi atmosferinden, Rüstem Paşa’nın çinilerinden, Dolmabahçe’nin zarif minarelerinden, Nuruosmaniye’nin barok süslerinden bahsedilerek bu güzellikler dile getirilebilir.
Selimiye bütün bu güzelliklerin özeti, imbikten geçirilmiş hali, gidilebilecek en uç noktası.
O muazzam bir cami değil, mükemmel bir mabed. Billur bir avize.
İhtişamdan ziyade sadeliğiyle insanı büyülüyor.
Evet, kelimenin tam anlamıyla sadelik. Hani Yu-nus Emre der ya:
Ete, kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm.
Bu sadeliğe ulaşmak için bir sanatkârın bütün yüklerinden arınması, neredeyse bir mutasavvıfın sülûkunu tamamlaması gibi bir süreçten geçmesi bekleniyor.
Sinan Usta burada ne yapmış asıl olarak diye düşündüm.
Neredeyse bir ışık seli içinde kalan camide, bu aydınlığın nereden geldiğini düşündüm. Nereden geliyordu bu ferahlık.
Galiba sütunları ortadan kaldırma cehdinden. Evet, sütunlar kubbenin altından çekilerek duvarlara mümkün olduğu oranda yaklaştırılmış, kemerler neredeyse yok olmuştu. Sanki o koca kubbe direksiz gibi duruyordu.
Mimar Sinan ayrıca bir büyük kristal gibi düşündüğü camide mümkün olduğu kadar sütun sayısını azaltmıştı. Böylece gölgeler yerini aydınlığa terk etmişti.
Elbetteki sadece bu değil. Bir onun kadar önemli olan, oranlar arasındaki âhenk. Dış avludan pencerelere, pencerelerden kubbeye, minarelerden kapılara, o caminin ortasındaki minyatür müezzin mahfeline kadar her yere, her zerreye sinmiş olan ilahî âhenk.
Selimiye’ye bakarken insan bir derenin şırıltısını duyuyor, bir kelebeğin kanat vuruşunu, bir ceylan ürkekliğini ve bir kumrunun yakarışını. O sanki tabiattan bir parça gibidir. Şeffaf bir parça. O kadar saydam ki biraz dikkat edilince içerisi gözükecek gibi. Kütlenin ağırlığı yok olmuş. Selimiye göklere uçacak bir kuşa dönmüş.
Onun için pek çok şey yazılabilir.
Lakin şurasını ilave edeyim ki, sonradan eklenen yazılar, o her yanı kırmızıya boyayan tuğla renkli badanalar, mermer taklidi boyalar, taşa bile reva görülen işkence bu dünyanın en güzel mabedini yaralamış.
Edirne payitaht olduğunu fısıldayan bir şehir. Ama sahipsiz, bakımsız görünüyor.
Selimiye’nin bulunduğu belde ona yakışmalı değil mi?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.