Nereden çıktı bu “kanaat ekonomisi” derseniz, cevap veriyorum:
Öteden beri kapitalizmin ek yerinin
(yumuşak karın)
“tüketim” olduğuna inanmışımdır. Derdimiz-davamız kapitalizmi haklamak değil mi? O sebepten şunun tekerine nereden taş koyabiliriz diye düşününce; “Hududullah”ı gözetip “kanaat”ı dile getirdim. Bu tesbit “Huzursuz Bacak” kitabımda zikredildi. (2008)
O gün-bu gün bana “kanaat ekonomisi” nedir, anlat dediklerinde, “Ben de sizin kadar biliyorum, ötesini bir ekonomiste, meselâ
’e sorun” deyip atlatıyordum. Ama şimdi yumurta deliğin ağzına geldi, baklayı ağızdan çıkarmak lazım. Bir hikâyeci konuşuyor unutmayın ve burun kıvırmayın. Mustafa Özel bir şu kadar zamandan bu yana iktisadı “roman” üzerinden anlatıyor. “Kanaat ekonomisi” hakkında şöyle diyor:
“Kanaat ekonomisi Don Kişot’ça bir ifadedir. Don Kişot son dört asrın en sempatik adalet nöbetçisidir. Dünya edebiyatının en ciddi ve en mahzun kahramanı. İlkeli yaşamak, daha doğrusu Kitab’a göre yaşamak istiyor. Yoz bir çağın suratına ‘kitabî hakikatı’ haykırıyor. Komik gözükmesi bu yüzden!
Kanaat ekonomisinin ön şartı, kanaatkâr toplumdur. Siz bana kanaat toplumunu gösterin, ben de size kanaat ekonomisini anlatayım!”
Özel haklı. Ben de haklıyım.
“Cemaatta rahmet, ayrılıkta azap” başlıklı yazıda ülkemizde seçkinlerin (takva ehlinin) bulunduğunu söylemiştim. Kıyamete kadar gökkubbenin altında Cenab-ı Hakk’ın salih kulları olacaktır.
Bakmayın “ashap misali” bir cemaatın olmadığına, tek tek insanlar bir yerlerde Hakk’ı müdafaa için ter döküyor. O zaman şu sorulacak: Neden biraraya gelemiyoruz?
Usul hakkında konuşmayalım, iş uzar.
Nasıl bir dâvayı omuzlamak lazım denilince, Özel’in Don Kişot’una karşılık ben Fuzuli’nin aşağıdaki beytini söylerim:
Mende Mecnun’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnun’un ancak adı var
Kolaya kaçtı, işi şiire vurdu demeyin, ben herhalde GSMH’den bahsedecek değilim.
“İstidat” hazırlık-kabiliyet-kudret demektir. Bu özelliğin her ferdimizde bulunduğunu 15 Temmuz göstermiştir.
Yeniden sözü
’e bırakalım:
“Peki, küresel sistem içinde kanaatkâr olmak mümkün mü? Mümkün belki, fakat arzuya şayan değil galiba! Haydi beraberce İslâm Ansiklopedisi’ni açıp kanaat maddesini okuyalım. İlk cümle şu: Sözlükte ‘payına razı olma’ mânasında masdar olan kanaat, terim olarak ‘kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddi imkânlarla yetinip
başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi
aşırı kazanma hırsından kurtulması’ şeklinde açıklanmakta;
(hazlara düşkünlük) ve
gibi kavramlarla ifade edilen mal ve dünya tutkusunun kalpten silinmesiyle kazanılan ahlâkî bir erdem olarak değerlendirilmektedir.
Peki, sen ey dindar insan, azla yetinip elindekine fit olmaya razı mısın? Ben razı mıyım? Sayın Cumhurbaşkanımız karşımıza çıkıp, bir anlamda ‘sorumluluğu altında bulunan’ bizlere 2019 yılında ekonomik büyüme beklemememizi; elimizde bulunanla yetinip payımıza razı olmamızı, başka ulusların elindeki şeylere de göz dikmememizi söylese, kendisine bir daha oy verir miyiz? Biz versek bile, kaç mü’min/müslim bizi takip eder?
Ekonomik büyüme ve onun sistemleştirilmesi anlamında kalkınma, modern dünyanın en dokunulmaz putudur!
Şu sıralarda Batı dünyasında DEGROWTH diye bir moda var; bazı düşünürler artık ekonomilerin sistemli biçimde küçültülmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar. Fakat ne yazık ki bunlar genelde ‘güçsüzlere doğruları anlatan’ modern zaman havarileridir. Romantizmleri dünyanın efendileri için kulak tırmalayıcı, köleleri içinse kısırlaştırıcı, takatten düşürücüdür. Küçülmek istemeyen namert olsun; ama önce en büyük ekonomilerden başlamak gerekmiyor mu? ABD tek başına Güney Amerika ile Afrika’nın toplamından daha fazla ekonomik değer üretiyor. Havariler önce Amerikalıları, Alman ve Japonları ikna etsinler. Çince konuşabileceklerine ise hiç ihtimal vermiyorum!
Peki, hiçbir umut yok mudur? Umutsuzluk haramdır. İnsanların geliştirdiği bütün toplum sistemleri ‘tarihsel’dir; yani zaman içinde ortaya çıkar, büyür, gelişir ve sonra yok olurlar. ‘Düşmez kalkmaz bir Allah!’
Binlerce yıldır bildiğimiz haliyle dünyada üretim insanların ‘gerçek’ ihtiyaçları için yapılıyordu. İnsanoğlunun yeme/içme, giyinme, barınma gibi biyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti ekonomik faaliyet. Sadece para kazanmaya odaklı faaliyet yok değildi tabii, fakat hem ayıplanıyor, hem sınırlanıyordu.
‘Kanaat ekonomisi’ gerçekliği olmayan temelsiz bir kavram mıdır? Bu hulyadan vaz mı geçelim? Tam aksine, adalet ve kanaat gibi temel kavramlara sarılmanın vakti gelmiş bulunuyor. Eğer kapitalizmin ebedi olduğuna inansaydım, bunlar boş hayaller, gerçekçi olun derdim. Oysa kapitalizm de, önceki bütün tarihsel sistemler gibi, bir sona yaklaşıyor. Sınırsız tüketim, gezegenimizin sınırlı varoluş imkânlarını tüketmek üzeredir. Artık müstakbel iyi sistemlere kafa yormanın vaktidir.”