Bilenler biliyor, bilmeyenler için yazıyorum. Benim cep telefonum, bilgisayarım, internetim, ehliyetim ve arabam yok.Teknoloji karşıtı olduğum için kast-ı mahsus ile bunları kullanmadığımı söylemiyorum. Kâğıt-kalem bana yetiyor. (Size tuhaf gelebilir ama makinaya güvenmiyorum. Bir iki kez denedim ekrana bakınca konsantrasyonum bozuluyor.) Ansiklopediyi çıkardığımız yıllarda daktilom vardı, çok da iyi yazardım. Ansiklopedi (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi) bitti, daktilonun tuşları dümdüz oldu,
Bilenler biliyor, bilmeyenler için yazıyorum. Benim cep telefonum, bilgisayarım, internetim, ehliyetim ve arabam yok.
Teknoloji karşıtı olduğum için kast-ı mahsus ile bunları kullanmadığımı söylemiyorum. Kâğıt-kalem bana yetiyor. (Size tuhaf gelebilir ama makinaya güvenmiyorum. Bir iki kez denedim ekrana bakınca konsantrasyonum bozuluyor.) Ansiklopediyi çıkardığımız yıllarda daktilom vardı, çok da iyi yazardım. Ansiklopedi (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi) bitti, daktilonun tuşları dümdüz oldu, zaten onların da ömrü tamamlanmıştı. İkisi de müzeye kaldırıldı. Birinin yerini bilgisayar, ötekinin yerini Google almıştı.
Aslına bakarsanız makina ile ünsiyet kuramayan biriyim. Düpedüz beceriksiz denilebilir.
Televizyon kumandasının dahi tüm özelliklerine hakim değilim, rengi bozulsa nasıl düzelteceğimi bilemiyorum. Açıkçası bizim evde bozulan ampülü bile hanım değiştirir.
Sanayiye-endüstriye-teknolojiye kökten karşı olduğum biliniyor. “Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş”
(Dergâh Yay. 2020)
adlı kitabımda bunun sebeplerini yeterince anlattım.
Bu benim değil insanlığın meselesidir. Kapitalizmin elindeki bu silahlar insanı ve tabiatı ağır-ağır öldürüyor. İnsanlık hız ve haz elinde tükeniyor. Bunu tüm dünyada görenler ve “bu işin sonu kıyamet” diyenler var, ama kimin umurunda. Kapitalizmin çarkını kim durdurabilir, kim onun tekerine taş koyabilir? Anında bilimin, ilerlemenin, çağdaşlığın hışmına uğrar, aforoz edilir.
Ben “toprağa dönelim” dedikçe bana, “sen ne demek istiyorsun, geriye tarım toplumuna mı dönelim; çağdaş yaşamın tüm imkânlarını, konforunu terkedip açlığa-hastalığa-yoksulluğa mı mahkûm olalım, kafayı mı yedin”
diyorlar. Ben de direniyorum. Evet “toprağa dönmekten başka yol yok” diyorum.
“Toprağa dönüş nasıl olacak?” Bunu da “Kalbin Sesi” kitabımda anlattım. Bundan böyle her fırsatta anlatmaya devam edeceğim.
Madem plastikten, naylondan şikâyet ediyorsunuz. Doğada yok olmadığını, toprağı-suyu zehirlediğini söylüyorsunuz, bu felaketi geri dönüşüm yalanı, çevrecilik şamatası ile ört-bas edemezsiniz. Dünyadaki tüm plastik fabrikalarını kapatacaksınız. Kökten çözüm budur. Her neyse, konuyu dağıtmayalım.
Sağlığım yerinde iken kitapların dünyasından ziyade insanların arasında dolaşır, memlekette ne oluyor, onu öğrenirdim.
Artık sağlığım elvermiyor, kaldık mı televizyon ile başbaşa.
Al bakalım teknoloji karşıtı Mustafa Kutlu, tek haber-bilgi kaynağın budur işte, tepe-tepe kullan.
Efendim televizyonun ne menem bir âlet olduğunu biliyorum. Muzır bir âlet, eve sokmamak lazım. Lakin etrafımız bu âletlerle kuşatılmıştır.
Sanayi-endüstri-teknoloji bizi esir almıştır. İnsanoğlu bu esareti reddetmek yerine, onun âşığı-uşağı olmuş ve kollarına şehvetle atılmıştır. Gökdelen ormanları arasında bir çiğdem çiçeği başını topraktan çıkarsa, dehşet içinde kalır.
Makineyi değil insanı savunanlar, ekonomiyi değil ahlâkı öne alanlar bu mahkumiyeti yaşıyor, yaşayacak. Ben de onlardan biriyim.
Elbette asfalt yolda atla gezecek değilim. Ne kafamı kuma sokarım, ne de alır başımı dağlara giderim. Cemaatı terketmem, dilim döndüğü kadar inandığım ilkeleri dile getiririm.
Allah’a, Peygamber’e, Âmentü’ye inanmak. İslâm’ın ilkelerine sadık kalmak. Buradan yola çıkarak insanlığa bir nizam-sistem teklif etmek. Hukuku-iktisadı-siyaseti-ahlakı-sanatı vb. ile bir hayat tarzını dile getirmek.
Elbette ki bu “hayat tarzı”nın hedefi bu dünyada cenneti bulmak, mutlu olmak değildir. Bizim cennetimiz âhırettedir ve hedefimiz Allah rızasıdır. Bu teklifi insanlığa meçhul bir gelecekte saadet vadeden ideolojilerle karıştırmayın.
Eskiler şöyle der: “Mevzu aşka intikal edince sohbet sabaha kadar sürermiş”. Ben de konu açılınca dilimi tutamadım. Oysa “Sosyal Medya”dan bahsedecektim.
Efendim sosyal medya kullanmayan birinin sosyal medyadan bahsetmesi haliyle tuhaf, hatta hadbilmezliktir. Bu sebeple ben başkalarının, herhalde bu işi bilenlerin yorumlarını, fikirlerini nakledeceğim.
Ardısıra bir hikâyeci olarak size bir “sosyal medya hikâyesi” anlatacağım. (Önümüzdeki haftalarda).
Sosyal medya kullanmıyorum ama ondan kurtulmak ne mümkün. Eş-dost-akraba-arkadaş o cenahta olup-bitenleri zaman zaman bana aktarıyorlar.
Geçenlerde
tarafından
(Sosyal İkilem) adlı bir belgesel yayımlandı. Bunu ben de izledim. (Yanlış anlaşılmasın bende bu tür kanallar yok damadımın evinde seyrettim).
Sonra oğlumdan rica ettim; izleyenlerin yorumlarını, fikirlerini, internetten alarak bana iletti. Bu düşüncelerin tamamına katılıyorum. İçlerinden dördünü özetleyerek nakledeceğim.
Son bir söz de benim olsun: Social Dilemma “sosyal medya”nın aleyhinde bir yapım olarak gözüküyor amma; eskilerin tabiri ile mefhum-ı muhalifinden hareket ile onun akıl almaz gücünü-etkisini dile getirerek âdeta bir “güzelleme” yapıyor.
benim de iş hayatında yakın çalıştığım, Silikon Vadisi’nin önde gelen şirketlerinden Google, Facebook, Instagram, Twitter ve Youtube eski çalışanlarının söylemlerini içeren bir belgesel. Milyarlarca insanın kullandığı servisleri, özellikleri geliştiren bu “teknoloji dehaları” bile, nasıl tasarlandığını, geliştirildiğini bile bile ortaya çıkan servislere kendilerinin de bağımlı hale geldiklerini, dolayısıyla çocuklarına belli bir yaşa gelene kadar bu uygulamaları kullandırmadıklarını ve kullanıcılara da algoritmalar tarafından yönlendirilmemek için, gönderilen ileti ve bildirimleri kapatmalarını şiddetle tavsiye ediyorlar…
Belgesel, sosyal medyanın “insanlığın en büyük varoluşsal tehdidini” oluşturduğunu öne sürüyor.
Belgeselde, yanlış bilginin yayılımı, bilgi kirliliği, manipülasyon ve bağımlılık, sosyal medyanın kötücül özellikleri arasında öne çıkanlar…