Osmanlı Zihni

04:0026/07/2023, Çarşamba
G: 26/07/2023, Çarşamba
Mustafa Kutlu

Rahmetli Mehmet Genç hocanın “ Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi ” (Ötüken Yay. 2000) adlı eserinden bazı alıntılar yapacağımı söylemiştim. Kitabın yayımı üzerinden yirmi üç yıl geçti. Çokça okunduğu muhakkaktır. Yeniden okunmalı. Üç yazı ile önemli bulduğum bir meseleyi dile getirmeye çalışacağım. Hoca kitabın “ Osmanlı İktisadi Dünya Görüşünün Klâsik İlkeleri ve Temel Değerleri ” başlıklı bölümünde “ Osmanlı Zihni ”nden bahsediyor. Bunu nasıl açıklayabiliriz? Bence şöyle: Osmanlının zihni

Rahmetli
Mehmet Genç
hocanın “
Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi
” (Ötüken Yay. 2000) adlı eserinden bazı alıntılar yapacağımı söylemiştim. Kitabın yayımı üzerinden yirmi üç yıl geçti. Çokça okunduğu muhakkaktır. Yeniden okunmalı. Üç yazı ile önemli bulduğum bir meseleyi dile getirmeye çalışacağım.
Hoca kitabın “
Osmanlı İktisadi Dünya Görüşünün Klâsik İlkeleri ve Temel Değerleri
” başlıklı bölümünde “
Osmanlı Zihni
”nden bahsediyor. Bunu nasıl açıklayabiliriz? Bence şöyle: Osmanlının zihni Batı felsefe tarihi, Batı düşünce tarihi, Batı iktisat tarihi, Batı sanat tarihi vb. unsurları ile dolmamıştır. O zihin Kur’an, sünnet, icma, kıyas başta olmak üzere tıp, hendese vb. gibi ilimler, tarih, tasavvuf, hikemiyat, şiir, menkıbe, tecrübe, örf vb.; tefsir, fıkıh, kelâm, bilumum medrese dersleri ve binlerce unsurdan oluşan bir “hayat tarzı” ile vücut bulmuştur.

Batıdan etkilenmiş olsa bile onu düşüncesine temel kılmaz. Hatta onu küçümser.

Bu zihnin devlete ve iktisada bakışı Mehmet Genç hocanın ifadesi ile şöyle:

“Osmanlıların karar veren elit düzeyinde ekonomiye bakışları, çağdaşları olan merkantilist Batı’dan ve aynı Batı’nın ürünü olan çağımızdaki yaygın anlayıştan oldukça değişik özellikler taşımaktaydı.
Osmanlıların zihin dünyalarında ekonomiye ilişkin tasavvur, en genel anlamıyla, ihtiyaçların karşılanması noktasında toplanıyordu
. Devletin ve toplumun bütün katmanlarının ihtiyaçlarını karşılamak, iktisadî faaliyetin hedefi ve meşruiyet temeli idi. Yani, kısaca “
provizyonist
” idiler. Mal ve hizmet üretenler önce kendi ihtiyaçlarını karşılamalı, ondan sonra da kademe kademe tüm toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeliydiler. Bu sebepten, Osmanlılar ithalat ve ihracat konusunda çağdaşları olan Batı’nın ve bugünün değerlerine hiç uymayan bir tutum içindeydiler. İthalatı serbest bırakıyor, buna karşılık ihracat üzerine de, bazen yasaklamalara varan ölçüde, sıkı bir kontrol rejimi uyguluyorlardı. Devletin misyonu, bu ekonomi anlayışını sağlayacak kanunları, ilişkileri, kurumları oluşturmaktan ibaretti. Ekonominin sektörleri ziraat, madencilik, esnaflık ve ticaret alanlarındaki temel düzenlemelerinin hedefi, niteliği bu idi.
Bütün bu karar, ilişki ve kurumlar; teknolojik değişmenin, büyümenin, gelişmenin yahut en genel ifadesiyle ilerlemenin hiçbir şekilde söz konusu olmadığı, düşünülmediği ve tabii beklenmediği bir ortamda söz konusuydu.
(Günümüzde tüm dünyanın peşine düştüğü “İlerleme-Gelişme-Büyüme-Kalkınma-Zenginlik ve Refah” paradigmasının söz konusu olmadığı bir anlayış.) Bu sebepten de, değişmeleri için bir neden yoktu. Daha doğrusu, değişmemeleri idealdi. İlerleme, kötüden iyiye yahut az iyiden çok iyiye doğru, önü açık, kademeli bir değişme fikrine de hiçbir şekilde zihinlerinde yer yoktu. Evren hakkındaki temel doktrinlerinde, yani dinin yapısında buldukları modeli sosyo-ekonomik dünyaya da uygulamakta, yansıtmakta tereddüt etmiyorlardı. Yani hakikat, tıpkı dinde olduğu gibi, sosyo-ekonomik dünyada da tekti, buna karşılık yanlışlar sonsuzdu.
Yanlışların okyanusunda tek olan hakikati, nasıl dinde ve doktrinde Allah vahiy yoluyla vermişse, bir ölçüde o vahiye uyarak yerleştirilen gelenek ve tecrübelerle oluşan sistemin unsurlarını da tıpkı dindeki tek hakikat gibi sımsıkı muhafaza etmemiz gerekir diye düşünüyorlardı.
Buna da kısaca “
gelenekçilik
” diye isim verebiliriz.
Sistemin yaşaması, onu yaşatacak güçlü bir organizasyonun devamıyla mümkün olabileceği için, devlet ve onun adına hareket edenlerin iktisadî kaynaklar üzerinde kesin söz hakkı olduğunu düşünüyorlardı. Bu, tabii olarak, toplumda ihtiyaçlar skalasının en üst noktalarına yerleştirdikleri devlet ve temsilcilerinin, toplumun diğer katmanlarında olduğu gibi, sadece yaşamasını değil, aynı zamanda çok güçlü ve etkili olmasını sağlayacak bir ayrıcalıklı kaynak tahsisini de içeriyordu. “
Osmanlı fiskalizmi
” diye ifade ettiğim prensibin özü budur.”
En genel ifade ile
fiskalizm
devlet hazinesine ait gelirleri mümkün olduğu kadar artırmaya çalışmak ve ulaştığı düzeyin altına düşmesini engellemektir.
Osmanlı zihni
” konusunda düşünürken, kendi zihnî yapımız hakkında da bir değerlendirme yapmamız gerekmez mi?
İlkelerden hareket ederek bir “nizam” fikrine ulaşmamız için galiba bir “zihnî hicret” ve ihtiyacımız olacak.

Bu mümkün müdür?

Pek mümkün gözükmüyor.

Bir şu kadar zamandan beri Batı düşüncesi ile besleniyor, onun kesin hâkimiyetini sağlayan tahsil sürecinden geçiyoruz.

Dilimiz, ıstılahlarımız, ilmî-fikrî-felsefî-sanatsal ifade ve iletişim unsurlarımız zihnimizi istila etmiştir.

Burada duralım ve 3 Ocak 2018’de kaybettiğimiz
Prof. Dr. Hüsamettin Aslan
’ın “
dil ve düşünce
” konusunda söylediği sözlere bakalım:

“• Aslında düşünen “düşünür” değil, “dil”dir. Düşünme akla ve biyolojik süreçlere indirgenemez; çünkü dil indirgenemezdir. Dil geleneklerin geleneğidir. Bir düşünme dili olarak kendi geleneğimizle ve Batı geleneğiyle ilişkimizi tespit etmeden düşünmenin neresindeyiz sorusuna cevap veremeyiz.

• Modern insan düşünmez. Modern insan düşünmez “bilir”. Heidegger malumunuz bunu bilim adamları için söylemiştir: “Bilim düşünmez, bilir.” Çünkü bilmek düşünmek değildir. Enformasyon çağındayız, düşünme çağında değil. Çağımıza karakterini armağan eden hâkim çizgi “bilmek”, “düşünmek” değil. Bunu anlamak için “Bilgisayar” terimini düşünmek yeterli. Bilgisayar ve kompüter teknolojisi düşünmenin önündeki en büyük engele dönüşmüştür. Bilgisayar teknolojisi Batı rasyonalist geleneğinin zirvesidir. İnsanlık bilgisayar sistemleri çökerse düşünmeye başlayacak.

• Akademisyenler Batılı düşünme biçimlerinin Türkiye’deki misyonerleri. Akademisyenler olarak onlarla ilgili her şeyi öğretiyoruz; kendimiz hakkında hiçbir şeyi. Ürettiğimiz kitaplarda, fikirlerde başka her şey var; bir tek kendimiz, kendi toplumumuz ve kendi geleneklerimiz yok.

• Yegâne sermayemiz ve hareket noktamız kendi kontekstimiz, mevziimiz, geçmişimiz ve gelecek tahayyüllerimizdir. Kendi problemlerimizden, kendi düşünme dillerimizden yola çıkarak bir yere varabiliriz.” (Melâmet dergisi Temmuz-Ağustos 2015)

Mehmet Genç hocanın fikirlerini takibe devam edeceğiz.

#Osmanlı İmparatorluğu
#ekonomi
#devlet
#Mehmet Genç
#Mustafa Kutlu