Çiçekler

04:004/05/2022, Çarşamba
G: 4/05/2022, Çarşamba
Mustafa Kutlu

Okurlarımızın, ülkemizin ve tüm İslâm âleminin Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyor; çam sakızı-çoban armağanı bir buket çiçek sunuyorum:Nasıl “Ormanların kıralı” Arslan ise, çiçeklerin padişahı da“gül”dür. Rengi, şekli, kokusu, ağacı ile kazanmıştır bu unvanı. Hz. Peygamber’in simgesidir.Gül deyince aklımıza ne gelir?Önce koku.Kokusu güzel, etkili olan başka bitkiler ve çiçekler de vardır ama gülün kokusu başkadır. Bu yüzden kokusu olmayan gülleri sevmiyorum. Bana plastikmiş gibi geliyor. Oysa kokmayan

Okurlarımızın, ülkemizin ve tüm İslâm âleminin Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyor; çam sakızı-çoban armağanı bir buket çiçek sunuyorum:

Nasıl “Ormanların kıralı” Arslan ise, çiçeklerin padişahı da
“gül”
dür. Rengi, şekli, kokusu, ağacı ile kazanmıştır bu unvanı. Hz. Peygamber’in simgesidir.

Gül deyince aklımıza ne gelir?

Önce koku.

Kokusu güzel, etkili olan başka bitkiler ve çiçekler de vardır ama gülün kokusu başkadır. Bu yüzden kokusu olmayan gülleri sevmiyorum. Bana plastikmiş gibi geliyor. Oysa kokmayan ama çok çeşitli renklerde, biçimlerde irili ufaklı ne kadar gül çeşidi var.

Kokulu olanlar az. Bunlar içinde gül yağı sanayiinde kullanılan katmerli güllerin yeri ayrı. Ama elbetteki en güzeli, en sevileni “yediveren” gül. Bunların değişik renkleri vardır ve yerini, mevsimini severse (iklimi uygun ise) bütün yıl açar.

Saydığımız özelliklerinin yanında saymadıklarımız daha fazladır. Bu yüzden şarkılara, türkülere en fazla giren çiçektir. Hakkında ne çok şey söylenmiştir. Yazıya geçirsek bir ansiklopedi olur. Benim en çok hoşuma giden şu:
“Bize taş atana biz gül atarız.”
Söz iyi ama bunu yapmak yürek ister. Nedîm’in bir beytini kaydederek gül bahsini bitirelim:
Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâre mutâdım / Seni ey gül sever cânım ki cânâne hitâbımsın.
Lâle
deyince aklımıza önce renk geliyor. Aman Allah’ım. Ecdat ne kadar çok, ne kadar çeşitli, ne kadar farklı lâle yetiştirmiş. Bazıları o kadar çekici ki saatlerce baksan doyamıyorsun. “Ben yarime gül demem/ Gülün ömrü az olur” diyor türkü. Yanlış. Ömrü az olan lâledir. Mevsimlik bir çiçek. Nisan sonu açmaya başlıyor, Mayıs sonu bitiyor. Vefasız. Bir daha görmek için gelecek seneyi bekleyeceksiniz.

Gül tek başına bir dünya, bir ordudur. Elde yalın kılıç bir süvaridir. Lâle öyle değil. Tek başına bir lâle yetim bir çocuk gibidir, ha soldu-ha solacak. Lâleler biraraya geldiklerinde görkem kazanır. Lâle tarlası lazer ışıklı bir gösteri yeri gibidir. Bu tarlalardan peş peşe havaî fişekler atılır. Beyaz lâleler, kızıl lâleler, mor lâleler, ebruli lâleler; gökyüzünde patlayıp dağılan havai fişek gibi yeryüzünden üzerinize yağar. Bir renk cümbüşü içinde kalırsınız.

Aman el uzatıp koparmaya kalkmayın.

Topraktan ayırınca lâle aniden gurbete düşer, boynunun büker. Onu uzaktan sevmek aşkların en güzeli.

İstanbul, mevsimi gelince birkaç senedir lâlelerle bezeniyor. Bazı yontulmamış adamlar bunu boşa giden bir masraf olarak görüyor. Böyleleri için söylenecek çok söz var ama edebe sığmaz. Lâle için de bir antoloji tutarında söz, şiir, şarkı vardır. Biz şu küçük sütuna iki-üç çiçek daha sığdıralım, darılmasınlar.

Sümbül
dağ çiçeğidir.

Ehlileştirilip bağa, bahçeye de dikilmiştir. O da baharın mahsulüdür. Kardelenlerden sonra, çiğdem ve nevruz ile beraber açar.

Sümbül deyince önce biçim, sonra koku akla gelir. Minik çiçeklerinin kıvrımları, bir sapa dizilen duruşları, sevgilinin kıvırcık kâküllerini, kulaktan sarkan zülüflerini andırır.

Yaklaşınca bir koku sarar sizi. Baygın bir koku. Kırda bayırda, taşlar kayalar arasında, küçümen derecikler kenarında bir mücevher gibi parıldar. Ben sümbülü bu sebeple kırda severim. Bağda, bahçede açan sümbül, bana hep sanki başından duman eksilmeyen dağları, kekik kokulu yaylaları, mor kayaları özlüyormuş gibi gelir Belki bu yüzden yüzünü yere eğer, yaşın yaşın ağlar. Sümbül de koparılmaya gelmez. Bırakın toprakta doğsun, toprakta ölsün.

Papatya
deyince aklıma saka cıvıltısı, dere şırıltısı, yedi yaşından küçük çocuk sesleri, sevinç ve mutluluk geliyor.

Papatya mutluluğun patlamış hali sanki.

O kadar masum, o kadar cömert, o kadar fedakâr ve dayanıklı. Kır çiçeklerinin temsilcisi gibidir.

Gelincikle
beraber öteki kardeşlerini de yanına alır, çayır-çimen arasında dağı-bayırı süsler. Öyle bir süsler ki az sonra burada bir düğün olacak sanırsınız.

Beyaz yapracıkları, sarı göbeği ile bir japon estampı kadar sevimli, iç açıcı, neşe vericidir. Papatyanın temiz yüreği, yüzünüze gülen, sizi sevince boğan, karşılığında bir şey istemeyen yapısı bir çocuğun elindeki yarısı yenmiş elmayı size uzatması gibidir. Onu kucaklayıp bağrınıza basmak istersiniz. Belki bu sebeple kıra çıkanlar, kucak dolusu papatya ile döner evlerine. Sanki onunla beraber bütün kırı; dağı, bayırı eve taşımış gibi olurlar. Papatya ucuzdur. Ama su gibi, hava gibi azizdir. Kıymetini bilin.

Küpe
adı üzerinde; rengiyle, şekliyle, duruşu ile sevgilinin zarif kulaklarını süsleyen bir ziynet eşyası. Benim sevgilim. Saksı çiçekleri arasında en çok özlediğim.

Ne yazık ki oda içinde tesadüfen ışık-nem dengesini tutturursa yaşıyor. Yoksa ölüyor. Bir kere, sade bir kere, o da Filiz-Çay’ın teneke kutusuna diktiğim küpe çok yaşadı. Ondan sonra belki yirmi saksı aldım, yaşatamadım. Çünkü açık hava istiyor. Onun sümbül misal pembeli-beyazlı, yere doğru başını eğip dizilen biçimini, yaprak uyumunu, dal inceliğini çok seviyorum. Ama o beni sevmiyor. Gözümün önünde ölüyor. Gel de dayan. (8 Eylül 2010)

#Gül
#Lâle
#Sümbül
#Papatya
#Gelincik