Velayet davası ve “tercih edilmeme” psikolojisi üzerine

04:0012/10/2018, Cuma
G: 12/10/2018, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

En aşikar konularda bile bir kafa karışıklığının, birbiriyle temas etmesi mümkün olmaması gereken “çatışmacı yorum”ların içinde buluyoruz kendimizi. Sadece sosyal medyada değil, günlük hayatın her safhasında karşımıza çıkıyor durum.Çarşamba günü yayınladığım, çocukların velayet hakkına dair yazdığım yazıya, iki farklı yorum geldi: “Yargıtay en doğrusunu bilir, kararın çocuklara bırakılması en doğrusudur.” Bu yorumu dile getirenler arasında, Hz. Peygamber de benzer durumda çocuğa sormuştu diyenler

En aşikar konularda bile bir kafa karışıklığının, birbiriyle temas etmesi mümkün olmaması gereken “çatışmacı yorum”ların içinde buluyoruz kendimizi. Sadece sosyal medyada değil, günlük hayatın her safhasında karşımıza çıkıyor durum.



Çarşamba günü yayınladığım, çocukların velayet hakkına dair yazdığım yazıya, iki farklı yorum geldi: “Yargıtay en doğrusunu bilir, kararın çocuklara bırakılması en doğrusudur.” Bu yorumu dile getirenler arasında, Hz. Peygamber de benzer durumda çocuğa sormuştu diyenler çıktı.

Önce şu konuyu berraklığa kavuşturalım. Hakimlerin çocukların fikrini sormasına itiraz ediyor değilim. Bendenizin itiraz ettiği nokta, kararın sorumluluğunu çocuğun hayatına yüklenmesi. Neden mi? Bizim toplumumuz çocuk daha konuşmaya başlar başlamaz anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı diye sorgulama eğilimindedir.

Minicik çocuğun kendi adını zikretmemiş olmasını pek kolayına hazmedemez ebeveynler. Hal böyle iken evladı tarafından seçilmişlik/ seçilmemişlik ayırımına uğrayan ebeveynin, kendisini tercih etmeyen çocuğunun sorumluluğunu hiç şüphesiz yerine getireceğinden nasıl emin olabiliriz?

Çocuğunun maddi-manevi geleceğini düşünen ebeveynler zaten bunu mahkemeye başvurmadan, kendi aralarında bir karara bağlayacak olgunluğu gösteriyor genellikle.

Velayet davasında seçimin çocuğa bırakılması ile ilgili diğer yorumların ortak noktası daha çok teknolojik hediye vaat eden ebeveynin kazanacağı yönünde oldu. Bu yorum çocukları fazla paragöz tüketiciler olarak imlediği için rahatsız edici, çocukların manevi ihtiyaçlarını hiç göz önünde bulundurmayan aşırı yargılayıcı bir tutum ile karşı karşıyayız.

Hukukun çözmesini bekleyen her sorun temelinde ahlaki bir sorumluluğa dayanır.

Velayet davasında çocuğun tercihi konusunda tartışmaya doğru yönden bakmamızı sağlayacak bir film, İranlı yönetmen Ashgar Ferhadi’nin “Bir Ayrılık” filmi.

Film mahkemede başlar ve mahkemede son bulur. Ayrılmak üzere mahkemeye başvuran Nadir ve Simin çifti birbirinden şikayetçi değildir esasında. Simin kocası için “O çok iyi bir insan” diye başlıyor cümlesine. Çok iyi bir insandan niye boşanmak ister ki bir kadın? Hakim de bunu soruyor elbet. Simin’in verdiği cevap akışkan modern zamanlarda “aile kurumu”nun çektiği sarsıntıyı sıradan ve fakat çarpıcı bir şekilde ifade ediyor: “O benimle gelmiyor.”

Bir yere gidilecektir fakat o gidilmesi gereken yer konusunda anlaşmazlık çıkmıştır, gidilecek yere gidilemiyorsa o halde boşanılacaktır.

“Gidilecek yer” kısmını istediğiniz “yer” ile doldurabilirsiniz.

Filmin gidilecek yeri İran dışında bir yer. Avrupa ya da Amerika. Sebep? Biricik evlatlarına daha iyi bir eğitim, daha iyi bir gelecek sunmak için.

Başlangıçta bu ortak hedef konusunda hemfikirdir karı-koca. Sonra ne olmuştur?

Sonra, taraflardan birinin evlat olarak sorumluluğu devreye girmiştir. Çünkü Nadir’in babası Alzheimer olmuştur.

Kadın ve erkeğin aile olmak konusundaki gönülsüzlüğünün, taraflardan birinin ebeveyni için sorumluluk alması gerektiğinde ortaya çıktığı hepimizin yakından bildiği bir gerçektir. Filmin “gerçeği” de tam da buradan boy veriyor. Kendisinden boşanmak için mahkemeye başvuran kadın “eğer gelmeyi kabul ederse boşanma talebimi geri çekerim” diye “seçeneksiz” bir seçenek sunmaktadır kocasına.

Sunulan “seçenek” Nadir için bir seçenek olamayacak kadar vicdan dışıdır. Nadir’in cevabı hayırdır: “Babamı bırakamam”.

Film boyunca empatiden yoksun bir tip olarak karşımızda duran Simin, “Ama karını bırakabilirsin?” diye kaprisli bir karşılık verir. Kaprisle verilmiş bir cevaptır, çünkü Nadir’in babası tek başına bırakılamayacak, bir başkasına emanet edilemeyecek kadar bakıma muhtaçtır.

Kendi çocuğunun geleceği için her türlü fedakarlığa hazır olan kadın, nasıl oluyor da hayatını birleştirdiği adamın, babasına oğul olarak sorumluluğunu yerine getirmesine karşı çıkabilmektedir? Simin’in bu konuda kafası da kalbi de gayet “net”. “Babası onun oğlu olduğunu bile bilmiyor.”

Nadir’in verdiği cevap Bauman’dan mülhem tam da şu formüle oturuyor: Saygınlık/haysiyet: Onur+ sorumluluk+ empati.

Yakını Alzheimer olanların çok yakından bildiği bir cevaptır Nadir’in cevabı: “Ben babam olduğunu biliyorum ama.”

Kendisinin istikbali üzerinden başlayan ve mahkemede devam eden tartışmayı çiftin kızı Termeh adeta hayatın dışından bir seyirci olarak izler. Ona sorulsa yurt dışı tercihini değil, anne ya da babasın değil, ebeveyni ile aynı çatı altında kalacağı bir yuvayı tercih edecektir.

Ona sorulsa...

Filmin sonunda hakim ona sormaktadır. Annesi ve babası endişe ile kararı beklemektedir.

Meraklısı için not: “Bir Ayrılık” filmi çok katmanlı bir film. Filmi kadın dindarlığı ve sorumluluğu açısından okumak da mümkün. Modern Simin’in tercihleri ve vicdanı ile Alzheimerli babaya bakması için tutulan bakıcı Razieh’in Allah korkusu, karşılaştırmalı bir okuma için çok iyi bir izlek sunuyor.

#Aile
#Çocuk
#Velayet davası