Tavşanların tilkileri yediği doktora tezleri yazabilecek miyiz?

04:009/03/2018, Cuma
G: 9/03/2018, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Yolunda gitmeyen işler için şikâyeti şikâyete eklemeye devam mı edeceğiz? Şikâyet etmekten yorulunca da “Burası Türkiye niye şaşırıyorsun” diyenlerin kervanına mı katılacağız? Ya da elimizi taşın altına koyup aksayan yönleri tamir etmek için canla başla çalışacak mıyız?Her birimizin şahsiyeti bu sorulara verdiğimiz cevapta gizli.“Kendi Yerinde Olmayan Üniversite Hocaları” yazısı etrafında cereyan eden tartışmalar artarak devam ediyor.Öncelikle gelen mektupların neredeyse tamamına yakınının kız öğrencilerden

Yolunda gitmeyen işler için şikâyeti şikâyete eklemeye devam mı edeceğiz? Şikâyet etmekten yorulunca da “Burası Türkiye niye şaşırıyorsun” diyenlerin kervanına mı katılacağız? Ya da elimizi taşın altına koyup aksayan yönleri tamir etmek için canla başla çalışacak mıyız?

Her birimizin şahsiyeti bu sorulara verdiğimiz cevapta gizli.



“Kendi Yerinde Olmayan Üniversite Hocaları” yazısı etrafında cereyan eden tartışmalar artarak devam ediyor.

Öncelikle gelen mektupların neredeyse tamamına yakınının kız öğrencilerden olduğunu belirtmek isterim. Erkek öğrencilerden gelen mektuplar “bir tek örnekten yola çıkarak eleştiri yapamazsınız, çok iyi hocalarımız da var” şeklinde.

Fakat erkek öğrenciler, çok iyi hocaların özelliklerini yazmak konusunda tembel davrandıkları için mektuplarını maalesef yayınlayamıyorum.

Dolayısıyla tartışmamız gereken iki soru var. Birincisi erkek öğrenciler üniversite hocalarını eleştiren mektuplardan neden mustarip? İkincisi iyi örnekleri yazmak konusunda kalemleri neden tutuk?

Bu soruların cevabını niye mi önemsiyorum? Hocalarını savunan erkek öğrenciler farkında olmayarak “kendi yerinde olmayan hocaları” mı rol model olarak benimsiyor diye düşündüğüm için.

Sosyal medya paylaşımlarında ise durum tam tersi yönde cereyan etti. Erkek hocalar getirmiş olduğum eleştirilere canı gönülden destek verdi, bazı üniversiteler, hocaların derse girip girmediğini denetleme kararı aldı.

İyi örnekleri yazmak demişken, Batı’da eğitim görmüş bir “öğrenci anne”nin mektubunu nazara vermek istiyorum. Buyurun:

“Değerli Hocam,

Kendi Yerinda Olmayan Üniversite Hocaları başlıklı yazınızı okudum ve içim acıdı.

Benim eğitim gördüğüm üniversitede hocalar öğrencilere ‘bey’, ‘bayan’ sıfatı ile hitap ederek konuşur. Öğrenciler kendilerini saygın hissettiği gibi, hocalar da saygın davranır ve öğrenciler onca sene boyunca birkaç kişi hariç asla laubalilik yapamaz, dikkatli ifadelerle soru sorar, fikir paylaşır. Öğrencilerin çoğu kendi geçimini temin ederek okula devam eder, fakat dersleri de oldukça ciddiye alır. Hemen her öğrencinin ders hakkında bir ön bilgisi, fikri, argümantasyonu ilk hafta oluşur. Hocaların öğrencileri için hazırladığı, tasarladığı ders içerikleri ve makalelerden, grup çalışmalarından müteşekkil özel ders müfredatı öğrenci için yeterince doyurucu olmakla beraber, kendini geliştirmek isteyenler için muhakkak ek kaynaklar tavsiye olunur. Hocalar; zaman, ödev, derste bulunma gibi noktaları önemsediği kadar istisnaları tolere edebilecek bir insiyatif alma becerisi ile de öğrencilerinin güvenini kazanır. Eğitimimi tamamlamadan anne olduğum için, çoğu zaman ek süre talep ederek, bazı sınav zamanlarında kızımın ateşlenmesi vs. yüzünden gidemediğimde, ek bir randevu ile özel sınavlar talep ederek tamamladım eğitimimi. Ayrıca lisans tezi hocam, odasında görüşme yaptığımızda beni yuvarlak masasında ağırlarken; önce bardağıma özenle su doldurdu, sonra da anaç bir bakış ile yazmak istediğim konuyu dinledi. Tavsiyeler ve rahatlatmalar eşliğinde yapmam gerekenlerin sınırını çizip beni bir kuş gibi özgür bıraktı. Hatta kendi yazdığı kitabı literatür listeme eklediğimi görünce, spesifik çalışmam için buna gerek yok diyerek listeden çıkarması beni çok etkilemişti. Hocam hakikaten çalışmayı önemsiyordu.

Burası aslında oldukça kapitalist, iyi işleyen bir mekanizmaya sahip modern bir üniversite. Fakat buradaki hocalarla aramızdaki ilişkileri, arkadaşlarımın grup çalışmalarındaki gayreti ve grubun önceliğini gerçekten kişisel önceliklerinden daha öte önemsemelerini, hocaların bilgi ile oluşmuş o naif hallerini çok özleyeceğim” Ş.Ç..

Mektupta bahsedilen üniversite hocaları ile ülkemizin bazı üniversitelerindeki bazı hocalar arasındaki farkın saygı farkı olduğunu aşağıdaki satırlar çok iyi gösteriyor.Buyurun:

“Merhaba,

Köşe yazınız için evvela teşekkür etmek isterim. Akademisyen olma yolunda ilerleyen talebeler için, ‘nasıl hoca olunmaz’, ‘hoca olmak için nelerden kaçınmalıyız’ gibi hususlarda kılavuz hükmünde bir yazı. Tabii yalnız akademisyenler için değil, yaptığı işin hakkını vermekten mesul herkes için de... Yazınızı okuduktan sonra pek çok sahne canlandı zihnimde... Şu gün şu saatte görüşmeye gel dediği halde o gün ve o saatte hatta o gün diğer saatlerde de yerinde olmayan danışman hocalar... Zamanın, yalnızca kendileri için kıymetli olduğunu zanneden, öğrencilerinin de aynı şartlar altında zamanla yarıştıklarını düşünemeyen hocalar... Doktora sınıfında her ders aynı cümlelerle aynı şeyleri anlattıkları halde, bizi ‘birşey bilmemekle’ aşağılayan hocalar... Daha pek çok örnek sayabileceğimi bu satırları yazarken fark ediyorum. En iyisi örnekleri çoğaltmak yerine benim için en çarpıcı olanı anlatayım:

Bir kaç yıl öncesine gideceğim ve size yüksek lisans ders döneminde tanıdığım bir hocadan bahsedeceğim. Sosyal bilimler alanında Türkiye’nin muteber üniversitelerinden birinde, genç sayılabilecek bir yaşta profesör oldu kendileri... Belki çok gayretlidir, belki gerçekten hak etmiştir... Niye mi ‘belki’ diyorum? Bu hocamız öğrencilerini daima aşağılayan, kibri ile onları ezen biri... O kadar ki konu hakkında hiçbir malûmatı olmadığı halde sırf eleştirmiş olmak için eleştiren, muhalif olmak için tüm literatürü hiçe sayan bir yargıya varıp, tez jürisinde bulunduğu öğrenciye bu hususu mutlak suretle değiştirmesini emreden biri... Olabilir hocadır yapar ilim sahibidir neticede hakkıdır vs vs diyebilirsiniz/diyebiliriz pekâlâ. Fakat trajikomik olan husus şu: Onca ‘ilmine, alâmetine’ rağmen bu hocamız yüksek lisans dersinde, hiçbir şey bilmemekle suçladığı öğrencilerini geniş literatürle tanıştırması gerekirken, dersini açıköğretim lisans kitabını ‘okuyarak’ YAPTI.

Hikayeyi bilirsiniz. Bir tavşan önüne bir daktilo almış tak tuk tak tuk bir şeyler yazıyor.

Oradan geçen bir tilki sorar:

-Hey tavşan ne yazıyorsun?

– Doktora tezimi yazıyorum.

– Ha öyle mi, çok güzel ne hakkında?

– Tavşanların tilkileri nasıl yedikleri hakkında.

– Yok canım olur mu öyle şey hiç tavşanlar tilki yer mi?

– Yerler canım gel istersen sana ispat edeyim.

Beraberce tavşanın yuvasına girerler. Biraz sonra tavşan tek başına çıkar ve yine daktilosunun başına geçer, tak tuk birşeyler yazmaya devam eder. Derken bir kurt gelir:

– Hey tavşan ne yazıyorsun?

– Doktora tezimi.

– Ne hakkında?

– Tavşanların kurtları yemesi hakkında.

– Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, buna kim inanır!

– Doğru olmadığını mı düşünüyorsun? İstersen gel doğruluğunu sana ispat edeyim…

Yine beraberce yuvaya girerler, biraz sonra tavşan yine tek başına dışarı çıkar.

Tavşanın yuvasını merak mı ettiniz? Bir köşede tilkinin kemikleri… Bir köşede kurdun kemikleri… Diğer köşede ise; bir arslan kürdanla dişlerini temizliyor.

Yani akademide önemli olan senin yaptığın tez değil, konu değil, önemli olan danışmanındır diyor fıkra. Fakat bizim hocalarımızdan, danışmanlarımızdan bizim payımıza düşen hisse daima “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma’ oluyor, vesselam” E.A..

#Üniversite
#Akademi
#Tez