İmaj yönetimi olarak “iki papa”, hasar denetimi olarak sosyal medya

04:003/01/2020, Cuma
G: 3/01/2020, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

-I-Geçen hafta İki Papa filmini seyrettim. Katolik dünyanın, muazzam bir senaryo ve sinematografik başarıyla imaj yönetimine dair fikrimi yorarken; 2020 yılının ilk günü “papa şiddeti” paylaşımlarına tanık oldum.“Papa ve kadına yönelik şiddet” başlığı ile biraz nükteli olarak paylaşılan ama çoğunluğun Papayı suçladığı sosyal medyada viral olan görüntü şöyle:Papayı karşılayan muazzam bir kalabalık var. Papa mümkün olduğu kadar orada bekleyenlerle temas etmeye çalışıyor. Derken Asyalı bir kadın Papanın

-I-

Geçen hafta İki Papa filmini seyrettim. Katolik dünyanın, muazzam bir senaryo ve sinematografik başarıyla imaj yönetimine dair fikrimi yorarken; 2020 yılının ilk günü “papa şiddeti” paylaşımlarına tanık oldum.

“Papa ve kadına yönelik şiddet” başlığı ile biraz nükteli olarak paylaşılan ama çoğunluğun Papayı suçladığı sosyal medyada viral olan görüntü şöyle:

Papayı karşılayan muazzam bir kalabalık var. Papa mümkün olduğu kadar orada bekleyenlerle temas etmeye çalışıyor. Derken Asyalı bir kadın Papanın elini yakalıyor ve bir türlü bırakmıyor. Papa bir müddet çaba sarf ettikten sonra çileden çıkıyor ve hışımla elini kurtarmayı başarıyor.

Sosyal medya çağında gerçekler hiçbir şey, görüntü her şeydir. Gerçek nedir? Gerçek, kadının nezaketi aşan bir şekilde adeta Papanın elini gasp etmesidir. Gerçek, yaşlı adamın elini, genç kadından kurtarmayı bir türlü başaramamasıdır. Gerçek, o kalabalığın karşısında Katolik dünyanın en yüksek otoritesinin tek başına kalmasıdır. Nitekim tek başına kalmanın yükü o kadar ağır basmış olmalı ki Papa, kamuoyuna karşı özeleştiri yaparak daha sabırlı olması gerektiğini ifade eden bir “özür mesajı” yayınladı.

-II-

İki Papa filmi Papa XIV Benedikt (Joseph Ratzing)’in seçilmesi ile başlayıp Papa Franciscus (Jorge Mario Bergoglio)’un -ki filmin başında kardinal-, yeni seçilen Papaya kardinallikten istifasını verme/verememe sürecini anlatıyor.

Filmde özellikle birkaç sahne benim için çok çarpıcı idi.

1.Sahne:

Henüz ziyaret saati gelmemiş bir kilisenin arka odasında, Papa ile istifa dilekçesini kabul etmesini bekleyen kardinal arasında saatler süren konuşma. Bu saatler süren konuşmanın içinde elbette Vatikan’ın yolsuzluklara dahli, tacizlerle ilgili mesuliyeti de tartışılıyor. Fakat biz seyirciler olarak bu meselelerin tartışıldığını biliyor ama nasıl tartışıldığına dair ufacık bir fikre sahip olmuyoruz. Çünkü o noktada Papa Benedikt’in sesi bize yansıtılmıyor. Yani kötüyü ortaya getirmiyorlar.

2. Sahne :

Henüz Papa olmayan Kardinal Bergoglio’nun yıpranmış bağcıklı siyah ayakkabıları. Oysa diğerleri kırmızı ayakkabı giyiyor. Film boyunca iki defa Bergolio’nun yıpranmış siyah bağcıklı ayakkabılarının havaalanındaki x-ray cihazı için kutuya yerleştirilme sahnesini görüyoruz. Bu ayakkabılar halkın içinde halktan biri olarak sürekli seyahat halindeki din adamının gayretini ve tevazuunu imliyor. Aynı zamanda, Marksist söylemin kodlarını kullandığı için eleştirilen Bergoglio’nun “fakirlere yakın duran” tavrını.

Kardinal iken mütevazı olan Bergoglio, Papa olduktan sonra da bu tavrından asla ödün vermiyor. Devir-teslim töreninde süslü, Noel Baba ceketine benzeyen kırmızı ceketi giymeyi de reddediyor yeni papa. Reddediş cümlesi çok çarpıcı: “Karnaval bitti.”

3.Sahne:

Zamanın ruhunu veren bu sahne filmin başlangıcı ve aynı zamanda bitişi.

Papa internet üzerinden kendisine uçuş bileti almaya çalışıyor. Ama bir türlü başaramıyor. Telefon aracılığı ile şansını deniyor.

Telefondaki görevli adını soruyor Papaya. Verdiği cevap karşısında görevli, “Papa ile aynı yani” diyor. “Evet” diyor Papa. Adresi soruyor: “Vatikan Şehir Devleti.”

Görevli kadın “Hıh çok komik” diyerek telefonu Papanın yüzüne kapatıyor.

Filmin sonunda sabaha kadar Papanın kapısında bekleyen nöbetçi, Papanın bir türlü başaramadığı uçak bileti alma “işini” elindeki cep telefonu ile saniyeler içinde hallediyor.

-III-

Bir filmi seyretmeye karar verdiğimde ya da bir kitabı okumaya karar verdiğimde ne aradığımı kendime itiraf ederek başlarım. Yeni bir soru, yeni bir cevap ya da kafamın yorgunluğundan beni bir müddet uzak tutacak yeni bir perde.

İki Papa filmini seyretmeye karar verdiğimde Papa Franciscus’un nasıl anlatıldığını çok merak ettim. Merak etme sebebim toprağı bol olsun Z. Bauman’ın özellikle nehir söyleşilerinde kendisine çok sık atıfta bulunması. Bu atıfların en fazla olduğu söyleşilerden birisi Stanislaw Obirek ile yapmış olduğu Dünya ve Kendimize Dair adlı nehir söyleşi.

Kitapta Papa Franciscus’a 37 atıf yapılırken, Papa XIV. Benedikt’e sadece bir atıf var.

Bir söyleşi kitabında niye Katolik dünyasının ruhani liderine bu kadar çok atıf var diye düşünebilirsiniz. Cevabı çok zor değil. Çünkü Bauman’a eşlik eden S. Obirek Polonyalı bir Katolik.1956 doğumlu Obirek, 1975 yılında tiyatro okumaya başlıyor ama bir yıl sonra Stanislaw Musial’ın etkisiyle Cizvit Tarikatı’na giriyor. 2005 yılında tarikattan ayrılıyor ve papazlıktan da istifa ettiğini söylüyor.

Her ne kadar papazlıktan ayrılmış olsa da günümüz dünyasının manevi sorularını düşünce alanının dışına çıkarmıyor.

Yahudi kökenli Bauman ile bir zamanlar Cizvit tarikatının üyesi olmuş Obirek neden Papa Franciscus’un verdiği vaazları tekrar tekrar konuşma ihtiyacı hissediyor? Dini olanı, neden sosyolojinin alanına taşımaya itina gösteriyorlar? Bu sorunun cevabı üzerine düşünmemiz gerekiyor?

Toprağı bol olasıca Bauman hayatta olsaydı, Ocak 2020 yılında servis edilen; Asyalı bir kadının elinden, Papanın kendi elini öfkeli bir şekilde kurtarışını, bütün dünyaya gösteren vidyo üzerine bir nehir söyleşi yapabilirdi.

Bu nehir söyleşide ben dahi soru soranlardan biri olmak isterdim. İlk sorum şu olurdu: Sıradan insanın yükselişi bilgi hiyerarşisini nasıl etkileyecek? Kadın beyaz olsaydı Papanın aynı tepkiyi vermeyeceğini iddia edenlere karşı sizin fikriniz nedir?

#İki Papa
#Film
#Kiyap
#Sahne