-I-
Evi hızla topladı. Bulaşık makinesindeki tabakları hızla yerlerine yerleştirdi. Hızına bir telefon sesi eşlik etti. Acele acele ve ısrarla çaldı telefon. Nefes nefese alo dedi kadın. Öğrencimiz yaz kampı için servis kullanacak mı diye sordu telefondaki ses. Kullanmayacak dedi hızla.
Akşamdan hazırladığı kıyafetlerini hızla giydi.
Yaptığı her işe, iç sesi hızla/hızla/hızla diye eşlik ediyordu.
Kuru temizlemeye gidecek pantolonlar, ceketler hızla kapıya asıldı. Onlar kapıya asılırken çamaşır makinesi son sıkma işlemini yapıyordu. Dokuz dakikası kalmıştı. Dokuz dakika sonra çamaşırları hızla balkona asabilirdi. Dokuz dakika var o halde akşam için biberleri yıkayıp, soğanı kavurabilirdi.
Hızla mutfak dolapları, çekmeceleri açılıp kapandı; soğanlar, biberler doğrandı, kısık ateşte onlar yumuşarken çamaşırlar asıldı. Hızla. Bende eksik olan hırs dedi ağzındaki mandal balkondan aşağı düşerken. Hızla yaptığı işlere iki katım hırs eşlik etmediğinde, ezikliğin kraliçesi olarak yol alıyordu. Yavaş yavaş düşen mandala rağmen çamaşırlar hızla asıldı.(Mandalın düşüşü ne kadar yavaş gelmişti.)
Bilgisayarını aldı bir eline, öteki eline kuru temizlemeye gidecek kıyafetler ile çöp konteynırının kenarına asılacakları almaya çalıştı. (Bütün mahalle böyle yapıyordu kullanıma hazır giysi ve araçları çöp olmadığı belli olsun diye güzel bir ambalaj içinde konteynırın kenarına asıyorlardı).
Apartman görevlisi, kadının yük kamyonu halini görünce yardım edeyim dedi. Dedi ama kadının bütün uzuvları ile kavramış olduğu yüklerden birini bile alırsa dengesinin bozulacağını ve kadının oracığa yığılacağını düşünerek, yardım edeyim mi diyen sesine beden dili eşlik etmedi. Ses sanki gaiplerden gelmişti. Yardım edeyim mi sözü apartman boşluğundan aşağı seke seke indi.
Kadın eli kolu bu kadar dolu iken, karşısına bir martı çıkmasından korktu. Çatıdaki boşluktan martılar apartman boşluğuna iniyor sonra Hitchcock filmlerini aratmayan sahneler başlıyordu.
Asansör yapıldı mı diye sordu kadın. Apartman görevlisi yapıldı dedi dış sesiyle, iç sesiyle yapılmasaydı sen apartman kapısını zor bulurdun bu halinle diye küçümsedi kadının çok yüklü, çok hızlı halini. Bir incelik gösterip çağırma tuşuna bastı.
Kadın asansörün kapısından güçlükle sığdı. İnsandan ziyade, sekiz köşeli geometrik bir yapıya benziyordu.
Kocası, bu hayat bana göre değilmiş diyerek arkasında not bırakıp beşinci defa gitmişti ve kadın henüz hiç kimse ile bu notu paylaşamamıştı. Beş yaşındaki oğluyla bile.
Arkada bırakılan notun hayatına getirdiği tek değişiklik her defasında kocasının kıyafetlerini kuru temizlemeye götürüp temiz halini dolapta bir iki gün beklettikten sonra temiz ambalajların içinde çöp toplayanlar için konteynırın kenarına asmak oluyordu.
Niye böyle yapıyordu? Sahibinin kokusunun sindiği kıyafetleri bir başkasına vermek kime haksızlıktı? Eski sahibine mi? Yeni sahibine mi?
Bir an kokuyu, hatıraları, kederi, terk edilmişliği, ölümü düşünürken buldu kendini. Her yaz bu hayatı çekemiyorum diye not bırakıp; güz gelince siz olmayınca hayat da olmuyor diye dönen kocasını düşündü. Herkese yalan söylüyordu kocası yüzünden. Annesine, oğluna, mesai arkadaşlarına. Mevsimlik bir iş diyordu. Bir proje almış arkadaşıyla diyordu. Onun bir kaç ayda kazandığı yıl boyunca bizi idare ediyor diyordu. Daha ne kadar dayanabilirdi? Hiçbir sorumluluk almayan sadece sorun çıkaran bir adama ne kadar dayanabilirdi.
Hızlandıkça tükendiğini hissediyordu. Tükendiğini daha az hissetmek için biraz daha hızlı yapıyordu yaptığı her işi.
-II-
Üçüncü çocuğunu da gönderdi kadın. Birincisi için tost yapmıştı. İkincisi için yumurtalı ekmek kızartıp taze meyve sıkmıştı. Üçüncüsü ezme ile birlikte kabuklu yemiş yiyordu. Cevizleri ayıkladı, fındıkları kırdı. Eşi yurt dışındaydı. Taze portakal sıkması, tereyağında yumurta pişirmesi gerekmedi onun için.
Çocukların hepsinin acelesi vardı. Kadın herkesin acelesine bin yıllık tecrübe ile sakin sakin eşlik etti.
Sonra herkes gitti.
Kadın evin içinde kocaman bir yalnızlığın içinde kaldı. Her giden arkasında kocaman bir boşluk bırakıyordu. Akşam eve dönenler, sabah bıraktığı boşluğu doldurmuyordu bir türlü. Kişilerden kalan boşluklar eşyalar tarafından ele geçiriliyordu sanki. Eşyalara baktı kadın. Bütün eşyalar üzerine üzerine yürüyecek, biraz sonra savaş başlayacaktı. Savaşı yine eşyalar kazanacak, mağlubiyetin yükü ile, kadın öğleden sonra kendisini dışarı dar atacaktı.
O sıra mutfak televizyonunun ekranında, başlarında bir çuval ile sınırdan geçmeye çalışan Suriyelileri gördü.
Bir çuval dedi. Hayattan geriye kalan bir çuval ve bir ton acı.
Kanalı değiştirdi. Sunucu ne kadar da karşı komşusuna benziyordu. Sanki onun aşırı makyajlı hali. Biraz önce küçük oğlunu yolcu ederken; elindeki yüklerle kapı komşusunu geometrik bir yapı gibi görmüştü.
Komşusunun hikâyesini bütün apartman biliyordu. Kocasının hiçbir işte dikiş tutturamadığını. Yaz gelince bir sahil şehrinde serserilik ettiğini... Bilmedikleri, kadının bütün bu yükü nasıl tek başına taşıyabildiği idi. Karşı komşunun kapısının önünde bir gün bile dizilmiş bir misafir ayakkabısı görmemişti. Derdini anlatacağı anası, babası, eşi dostu yok muydu? Her bahar giden sonra her sonbahar dönen üniversite mezunu işsiz güçsüz bir kocanın kahrını niye çekerdi bu kadın? Hiç arkadaşı olmadığına göre belki de kadında bir sıkıntı vardı. Adamcağız dayanamayıp kaçıyordu.
Kimin hayatı daha zor diye düşündü gözü ekranda. Her sabah evden telâşla ve hızla çıkan, hayatın bütün yükünü tek başına yüklenmiş komşumun hayatı mı yoksa benimki mi? Kendi hayatının başına bir sıfat aradı. Kelimesi yoktu. Her geçen gün hayatından bir kelime daha eksiliyordu.
-III-
Birinci kadının hayatı yollarda geçiyordu. Sabah oluyor, akşam oluyor sonra yine sabah yine akşam. Günün diğer zamanlarını hiç yaşamıyordu. Diğer zamanlar bedenindeki başka bir canlıya aitti sanki. İşyeri arkadaşları ile ne yakın ne uzak bir mesafeyi muhafaza etmek için aşırı çaba sarf ediyor, öğlen yemeklerinde bitirilecek bir iş ile onlardan ayrı durmayı başarıyordu.
Hızın yüzünde bıraktığı izleri “kişisel bakım ürünleri” saklayamıyordu artık. Yaşı henüz otuz yedi idi ama üç otuzun tecrübesi saklı kaldı bende diye yazıyordu neyalnıznekalabalık adıyla açtığı bloğuna. Kimselere anlatamadığı derdini ekrana yazıyordu. Kim okuyordu bu yazdıklarını? İkide bir başını alıp giden kocasına açık mektup niyetine mi yazıyordu?
Her yazının ilk cümlesi buydu. Yaşım otuz yedi ama üç otuzun tecrübesi saklı kaldı bende.
İkinci kadın kırk sekiz yaşındaydı. Elli yaşına varmaktan korkan bir çocuk saklıydı içinde. Hayatı boyunca koruyup kollanan bir iklimin içinde yol almıştı. Etrafındaki herkes koşuştururken; her gün onları bir şeylere/bir yerlere yetiştiren durağan ve “huzurlu” hayatı, oyun dışında kalmışların kederini vermeye başlamıştı bir kaç yıldır. Hayatına feys karışmış o günden sonra hayatı da yavaş yavaş talan olmuştu. İçi daralıyor, içi boşalıyor ama ne yapacağını bir türlü kestiremiyordu. Selam alıp selam verdiği, evinde ağırladığı insanların “paylaşım”ları hayatını allak bullak etmişti. Bir daha girmeyeyim diye kendine söz verip; her defasında verdiği sözü çiğneyerek girdiği feysten; her defasında aynı şaşkınlıkla, böyle mi yaşanıyormuş/böyle mi yaşlanılıyormuş diyerek çıkıyordu. Böyle! Böyle dediği neydi?
-IV-
Hikayenin sonu sizde saklı. Paylaşmak isterseniz iletisim@fatmabarbarosoglu.com
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.