Kitapları yarım bırakmışlığınız var mıdır? Okuduğunuz makaleyi yarım bırakmışlığınız? Sevmediğiniz, sıkıldığınız için yarım bıraktıklarınızı sormuyorum. Okumakta olduğunuz metni içinize çekmek, yerleştirmek, evet aradığım bu ama, bu anlatılanları hayatın içinden örneklerle yerine yerleştirmem gerekiyor düşüncesi ile yarım bıraktıklarınızı soruyorum.
Ben bunu çok yaparım. O kadar yavaş okurum ki. Mesela en son Mitat Enç’in üç kitabını ve Susan Neiman’ın ‘Niçin Büyüyelim?’ kitabını öyle okudum. S. Neiman’ın satırları, diyebilirim ki, Bauman ile tanıştığımdan bu yana bendenize en çok eşlik eden satırlarla dolu ilk kitap oldu. R. Sennet’i de severim. Ama onun kitaplarını sahne sahne yerleştiririm zihnime. Neiman’ın kitabı ise felsefe ile sosyolojinin, felsefe ile edebiyatın buluştuğu, son yıllarda okuduğum en güzel metinlerden. Elbette bunda kitabın çevirisini yapan Nagehan Tokdoğan’ın katkısı büyük.
Kitabı nasıl yarım bırakıyorum meselesine, daha doğrusu yarım bıraktığım kitaba nasıl döndüğüm meselesine gelince... ‘Niçin Büyüyelim?’ kitabını aylardır okuyorum. Çünkü okurken zihnimde yanan ışığı hayatın bir sahnesine de taşımam gerekiyor diye düşünüyorum ve hayatın içinde bir örneğini buluncaya kadar kitaba geri dönmüyorum.
Şimdi size kitaptan bir alıntı yapacağım. Bu alıntıdan sonra kitabı yavaşça kapattım. Yaklaşık iki ay önce kapattığım kitabı geçtiğimiz pazar günü müthiş bir heyecanla yeniden açtım.
Önce alıntıyı aktarayım. Neiman gezegene yıkıcı etkilerde bulanan ekonominin insana verdiği zararlara temas ettikten sonra şöyle diyor:
“ ...Emeğimizin ev kiramızı ödemek dışında bir karşılığı olmasını isteriz. Bazen bunu görürüz de: Dayanıklı bir masaya şekil veren, kaldırım taşını döşeyen ya da bir ayakkabı yapan, cümle kuran ya da ekmek yapan zanaatkarın yüzündeki tatmin duygusundan bahsediyorum. (Ekmeğin uzun ömürlü olması mümkün olmadığı için Arendt olsa onun üretimini iş yerine emek kategorisine koyardı. Yine de hevesli ve becerikli bir fırıncı yaptığı ekmeği yedikten sonra onun adını anımsamamızı ister.) Bu günlerde genç insanların zanaatkarlığa yönelik ilgisi artsa da, “zanaat” sözcüğünün kendisi, küçük çocukların oyalanmak için yaptığı ya da Alzheimer hastalarının değerli bir şey üretemeyecekleri için yöneltildiği bir şey olan “hobi” ile ilişkilendirilir oldu. Kelimeler bazen açığa çıkardıklarından çok daha fazlasını gizlerler.”
Yukarıdaki satırları okuyunca kitabın başında en az bir saat düşünmüş olduğumu hatırlıyorum. Hobi ile zanaat arasındaki farkı kavramam gerekiyordu. Kavramak için yukarıdaki satırların hayatın bir sahnesi ile eşleşmesi şart idi.
Bu eşleştirmeyi ancak, geçtiğimiz pazar günü Gaziantep’ten dönerken yapabildim. Bize mihmandarlık eden Hakan Bey, Gaziantep’in konsept kafelerine ilgimi fark edince “esas size hobi bahçelerini göstermeliyim” diyerek havaalanı yolunda “hobi bahçleri”nden birinde mola verdi. Hobi bahçesi deyince Şikago’da gördüğüm bahçeler gibi bir şey hayal ediyordum. Benim gördüklerimden çok daha iyisi idi.
“Hobi bahçelerini görünce hani mutluluktan öleyazdım diye bir tabir vardır ya işte öyle bir duygu yaşadım. Mükemmel bir proje. Tek kusuru, bu imkandan herkesin yararlanamaması.
Size “bahçe”yi tasvir edeyim: Bir mekan düşünün yüz metrekare alanın içinde minik bir mutfak ve taşlarla ayrılmış oturma mekanı ve bahçe. Yan yana onlarca bahçe. Bahçelerin içinde mor mor patlıcanlar, biberler, renk renk çiçekler var.
“Hobi bahçeleri” sadece emeklilere veriliyor. Emeklilere verilmesi, çocukların ve torunların da istifade etmesi anlamına geliyor bir bakıma. Ayaküstü mekanın bekçisi ile konuştuk. Her sabah gelip akşama kadar kalanlar da varmış, sadece haftada bir kaç gün gelenler de. Her bahçede mangal var. Gaziantep için malumunuz Pazar günleri “kutsal kebap günü”.
İşte “hobi bahçesi”ni görünce yukarıdaki alıntıyı hatırladım. Bu bahçeler “hobi” olarak yapılmış bahçeler değildi. Toprak ile hemhal olmuş bir kuşağın şehirde bulabildiği 100 metre kare alan içinde bahçıvanlık zanaatını icra etmesiydi.
Niye o kadar heyecanlandığım kısmına gelince... Malumunuz Atatürk Hava Limanı yakında taşınıyor. Atatürk Hava Limanı’nın bir kısmı vatandaşlara yıllık kira ile sebze yetiştirilecek yer olarak verilse. Bir kısmında insanların hiç para harcamadan ortamdan istifade edebileceği bir kültür merkezi olsa. Kültür merkezinde her ay çıkan yeni kitaplar, yeni dergilerin takip edileceği stantlar olsa. Vizyonda kendisine uzun süre yer bulamayan filmlerin gösterimleri olsa.
Yani İstanbul’da yaşayanlar olarak para hesabı yapmadan bir şeyler üretmenin, bir şeylerin zevkine varmanın imkanına kavuşsak diyorum.
Çocuklarla, gençlerle üretmenin zevkini paylaşmak zorundayız. Gelir farkı olmaksızın, siyasi düşünce farkı olmaksızın, sadece paylaştığımız zevklerin paydasında bir araya gelmeye ihtiyacımız var.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.