Görmeyi öğrenmek-görmeyi öğretmek

04:0021/09/2018, Cuma
G: 21/09/2018, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

I-Türkiye’nin onur konuğu olduğu 2013 yılında, Londra Kitap Fuarı’na katılmıştım.O geziden aklımda kalan en çarpıcı sahne, British Museum’da, henüz anaokulu çağındaki öğrencilerin bir tablonun karşısına oturup dakikalarca tabloda gördüklerini anlatmasıydı. Nazife Şişman ile birlikte müze ziyaretimize ara verip minik öğrenciler ile öğretmenlerinin bir tablo karşısında nasıl bir iletişim dili geliştirdiklerine odaklandık. Kimi çocuklar renkleri anlattı, kimi çocuklar tablodaki kişinin kılığına kıyafetine

I-

Türkiye’nin onur konuğu olduğu 2013 yılında, Londra Kitap Fuarı’na katılmıştım.

O geziden aklımda kalan en çarpıcı sahne, British Museum’da, henüz anaokulu çağındaki öğrencilerin bir tablonun karşısına oturup dakikalarca tabloda gördüklerini anlatmasıydı. Nazife Şişman ile birlikte müze ziyaretimize ara verip minik öğrenciler ile öğretmenlerinin bir tablo karşısında nasıl bir iletişim dili geliştirdiklerine odaklandık. Kimi çocuklar renkleri anlattı, kimi çocuklar tablodaki kişinin kılığına kıyafetine odaklandı. Öğretmenleri, her öğrencinin söylediğini takdirle karşılıyor, öğrencilerin birbirlerinin düşüncesini ilgiyle dinlemelerine de imkan hazırlıyordu.



Londra seyahati, bizim eğitimimizin hiçbir aşamasında öğrencilerimize görmeği öğretemediğimizi idrak etmem ile neticelendi.

O günden sonra bir şekilde muhatap olduğum gençlerle, görme temrini etmeye çalıştım. Bir metni görmek. Bir hikayeyi görmek. Satır arasını görmek. Yazarına rağmen bir metni görmek. Yönetmenine rağmen bir filmi görmek.

TURİNG’in “Balkanlar’da Osmanlı İzleri” adlı gezisini 35 öğrenci ile birlikte yaptık. Kosova’dan Arnavutluk’a, Arnavutluk’tan Karadağ’a, Karadağ’dan Bosna Hersek Cumhuriyeti’ne otobüsle vasıl olduk. Saatlerce karayolu üzerinden seyrederken bir taraftan Balkan coğrafyasının dağları, nehirleri, ormanları arasından aktık, bir yandan tarihin sayfalarına. Her mola yerinde TURİNG Başkanı Bülent Katkak öğrencilerin mekanı idrak etmesi için olağanüstü bir çaba gösterdi.

Otobüste Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun olması öğrenciler için büyük nimet idi. Erhan Afyoncu bir taraftan tarihi bilgiler verirken bir taraftan da öğrenciler için ufuk açıcı tespitlerde bulundu: “Bizim en büyük değerimiz Evliya Çelebi’dir. Evliya Çelebi’yi tekrar tekrar okuyun.”

Öğrencilerin yaş ortalaması 24 civarı olmalı. Ben 24 yaşımda iken dört bir taraftan Evliya Çelebi ile alay eden cümlelerin etkisinde kalırdım. Benim gençliğimde Evliya Çelebi’nin adı sadece alay etmek için kullanılırdı. Evliya Çelebi’nin tek başına sosyal tarih yazdığını idrak etmem ve gündelik hayat çalışmaya başlamam kırk yaşımdan sonradır.

Evliya Çelebi tarihçilerin pek bir şey yerine koymadığı “şimdiki zamanı” kelimeleri ile ebedileştiren ve dahi edebileştiren adamdır. Evliya Çelebi’de zaman daima “şimdiki zaman” olarak akar geçmiş ve gelecek hiç çabasız birbirine bağlanıverir.

İşkodra Kalesi’ne çıkarken, İşkodra Kalesi’nden şehre yukarıdan bakarken Evliya Çelebi’nin gördüğü her teferruatı kaydetmiş olmasına, bütün bu coğrafyayı at sırtında geçirecek kadar merakının peşinden gitmesine bir kez daha hayran kaldım. Evliya Çelebi büyük adam. Lakin biz henüz onun yazdıklarını sosyal tarihi bütünleyen metinler olarak okuyacak noktaya gelemedik.

II-

Görmeyi öğrenmenin en pratik yollarından biri sergi gezmektir. İyi düzenlenmiş sergiler, ayıracağınız sadece 1 saat karşılığında size ciltlerce bilgi sunar.

Eylül ayı ile birlikte İstanbul birbirinden güzel sergilere eşlik ediyor.

Eylül-Ekim ayları özellikle eğitimin tartışıldığı, gündemimize öğrenmenin daha yoğun olarak girdiği aylar.

Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Merkezi, Galatasaray Lisesi’nin 150.Kuruluş Yıldönümü vesilesiyle iki sergi düzenledi.

Pera Müzesi’nde, küratör Çelenk Bafra’nın düzenlemiş olduğu “Mektep-Meydan Galatasaray” sergisi, “mektep-meydan” imajını merkeze alan çalışmalardan oluşuyor. Cemal Emden’in “Ağaçlı Yol” çalışmasına özellikle dikkat etmenizi tavsiye ediyorum. 200x150 cm ebatlarındaki çalışmasında Emden, giriş kapısını okul binasına bağlayan yolda günün farklı saatlerinde çektiği birden çok fotoğrafı bir araya getirerek, ağaçların yarattığı gölge ve karanlık ile binanın cephesine vuran günışığı arasında denge sağlamak amacıyla farklı katmanlardan oluşan bir süper empoze fotoğraf ortaya çıkarmış. Fotoğrafın yakaladığı derinlik fotoğrafa bakana sanki o ağaçlı yoldan geçmişçesine bir tecrübe yaşatıyor.

İstanbul Araştırmaları Merkezi, Galatasaray Lisesi’nin 150 yıllık tarihini fotoğraflar eşliğinde sunuyor. Sergiyi gezerken yaşadığım bir “karşılaşma anı”nı sizlere anlatmak istiyorum. Fotoğraflara bakarken ekranda Galatasaray Lisesi mezunlarının listesine odaklandım. Ayakta durmak belime zarar verdiği için orada bulunan bir sıraya oturdum. Sıranın önünde bir masa, masanın üzerinde de Galatasaray Lisesi’nin 50. yılı için hazırlanmış olan “Ortak Bellek/ 1948 yılı Galatasaray mezunlarına 50.Yıl Hatırası” kitabıyla, “Batıya Açılan Pencere/ Galatarasay Lisesi’nin 150. Yılı” kitapları var. Bir taraftan vidyoda geçen isimlere odaklanıyorum bir taraftan da kitapları taramaya çalışıyorum. Vidyoda ismi geçen şahsiyetlerin büyük bölümünü popüler isimler oluşturuyor. Orhan Boran, Barış Manço, Rasim Öztekin, Hande Altaylı. O kadar erkek isminin yanında bir kadın ismi geçince hazırun Hande Altaylı da kim dedi. Candan Erçetin kim diyen olmamıştı oysa. Fatih Altaylı’nın eşi dedim. Sergiyi düzenleyen İzzeddin Çalışlar “İyi bir romancı ben yazdıklarını çok beğeniyorum” dedi. O sıra halen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda Bakan Yardımcısı olarak görev yapan Prof. Dr. Halûk Dursun’un fotoğrafı geçti. Fotoğrafın geçtiği sıra benim önümdeki kitapta da Galatasaray’ın kurumsal kimliğinin başlangıcı sayılan II. Beyazıt ile Gül Baba’nın karşılaşmasını anlatan şiir vardı. Şiiri yazan kim mi? Hocam merhum Prof. Dr. Nihat Keklik. Serginin küratörü İzzeddin Çalışlar’a vidyoda Nihat Keklik niye yok diye sordum. Fotoğrafını bulamadık dedi.

Nihat Keklik bir zamanlar şiir yazmış öyle mi? Derslerde şairlerin aleyhine ne çok konuşurdu. Hayatta böyle karşılaşmalar oluyor işte.

Sergide benim için çarpıcı anlardan biri de okulun ilk Müslüman öğrencisinin Abdurahman Şeref ( 1853-1925) olduğunu öğrendiğim an ile Galatasaray Lisesi’nin kurucusu Sultan Abdülaziz’in heykeli ile karşılaştığım an oldu.

Muhtemelen sergi bitmeden bir defa daha giderim. İstanbul’da yaşayanlara hararetle tavsiye ederim. Yakın tarihi bilmek için “mektep”i muhakkak bilmek gerekiyor. Kurumsal kimlik üzerine kafa yoran herkes “mektepli” olmanın esaslarına odaklanmak zorunda.

#Görmek
#Öğrenmek