Birkaç ay önce hayatı hikayeler üzerinden görüyorum diye yazmıştım.
Bir “etkinlik” vesilesiyle karşılaştığım genç bir sosyolog, hayatın hikayesi ile sosyoloğun öngörüsünü buluşturan nedir diye başlayıp teori ile hayatı nasıl bağdaştırdığımı bir örnek üzerinden anlatıp anlatamayacağımı sordu. Bağdaştırabiliyorsam bunu nasıl başardığımı merak ettiğini, zira kendisinin okuduğu pek çok şeyi hiç hatırlayamadığını söyledi.
Hatırlamak kısmı ile ilgili olarak söyleyebilecek tek şey aynı anda birkaç ekrana bakmamak, sadece bulunulan, nefes alınan mekanı ve zamanı yaşamak. “Burada” iken sadece burada olmak. Cep telefonu ile başka mekanlara, başka zamanlara dahil olmamak.
Teori ile hayatı bağdaştırmak kısmına gelince...
Birkaç ay önce bir arkadaşımın, Kamile’nin (köşe yazısı yapacaksan adımla sanımla yaz dedi ama yazacağım hikaye sadece kendisini değil kızını ve damadını da kapsadığı için adını değiştirdim elbet) kızının evine düğün tebriği için gittik. Ortaokul yıllarından kalma bir arkadaşlık. Zaman içinde hiç görüşmedik. Sosyal medya üzerinden iz sürenler, eski arkadaşlarını bir araya getirebiliyor. Kamile eşinden ayrılmış. İstanbul’dan ayrılmış, ama kızı İstanbul’da evli olduğu için sosyal medyada bulduğu ilkokul ve ortaokul arkadaşlarını kızının evine davet ederek bir buluşma tertip etti.
Neyse, konumuz bu değil. Konu yıllardır görüşmediğim Kamile’nin kızının evinde Alvin Toffler’in “Elektronik Köşk” öngörüsünü hatırlamam.
Elektronik köşkü neden hatırladığımı anlatmak için evi tasvir etmem gerekiyor. Ev 2+1 bir daire. Salon o kadar küçük ki, “Koltuklar salonun kendisinden büyük neredeyse” diye gülüyor Kamile’nin kızı.
O halde neden bu kadar büyük koltuk almışlar? “Bana kalsa hiç oturma grubu almazdım ama annem ısrar etti koltuksuz ev olur mu diye. İlk oturduğumuz eve göre aldık. Kayınpederimin eviydi. Salon büyüktü. Ama bu yakaya taşınmak zorunda kaldık ve işte durum bu.”
“Gençler bizim gibi bakmıyor mekana” diyor Kamile, “Biz misafir odası nasıl olacak diye kafa yorardık bunlar doğrudan çalışma odası düzenledi.”
“Bizim için oturma odası, misafir odası diye bir şeye gerek yok. Biz orada çalışıyoruz, dinleniyoruz. Üretiyoruz. OTURMUYORUZ yani.”
Çalışma odasına karşılıklı iki masa konmuş. Masanın arkasında herkesin kendi kitaplığı var. Masanın birinin arkasında bir ud birinin arkasında da kemençe duruyor. Klasik kemençe.
Kamile’nin kızı ve damadı Alvin Toffler’in 1990’larda öngördüğü şekilde yaşıyor, home ofis grafik tasarım yapıyorlar.
Toffler 3. Dalga ailesinde üretim merkezinin ev olacağını söylüyordu.
Hiç evden dışarı çıkmıyorlar mı?
“Takım çalışması olan işlerde yüz yüze görüşmek bazen gerekebiliyor. Ama daha çok e- posta, skype ve tele-konferansı tercih ediyoruz.”
İş için gidip gelmeler gerekmiyorsa niye kayınpederin kira derdi olmayan geniş dairesi terk edilip bu nohut oda bakla sofa daireye gelmişlerdi peki?
“Biz evde çalışıyoruz. Ama akrabalara bu düzeni kabul ettiremedik. Evdeyiz o halde misafir ağırlamak için müsait olduğumu, ağırlamadığıma göre misafir sevmediğimi hissettirdiler. Bu da benim zihinsel üretimimi engelledi haliyle...”
Yukarıdaki satırları okuyan bir takım “hızlı okuyucular” vay efendim misafir sevilmez mi filan diye başlarlar söylenmeye. Söylenmenizi bir müddet erteleyin. Şöyle düşünün misafircilik daha doğrusu “salon sosyalleşmesi” burjuva hayat tarzına uygun. Tarım toplumlarında insanlar, üretim zamanı komşunun kapısını ancak hizmet ya da bir alet istemek için çalardı.
İnsanlar nasıl sosyalleşirdi? Tarım toplumunda sosyalleşmeler üretim zamanının içinde gerçekleşirdi. Tarlada çalışırken, çeşmede/nehirde çamaşır yıkarken, fırında ekmek pişirirken, devasa kazanların başında kış için bulgur kaynatırken, kaynatılan bulguru imece usulü değirmenlerde çekerken, kışın evde kilim tezgahının başında kilim dokurken...
Misafir “Tanrı misafiri” idi yolda, darda kalan. Tanrı misafirine yatak sermek, önüne sofra çıkarmak herkesin vazifesi idi. Hanelerin en övündükleri şeylerin başında hanelerinde ağırladıkları misafir gelirdi.
Değişimin en yoğun olduğu zamanlarda değişimin ruhunu kavrayamayanlar en yakınlarındakini yargılamaya başlayarak “kötülüğü engellediğini” zanneder. Değişimin ruhunu kavramadan “kötü” olanı kavramak ve engel olmak pek mümkün değildir.
Yargılamadan önce değişimin yükünü ve dahi yönünü iyi tespit etmek gerekiyor.
Yazının başına dönecek olursak, Alvin Toffler mutluluğu elektronik köşklerde yakalayacağımızı söylüyordu. Ama Dark Net belgeselindeki örneklerden yola çıkacak olursak home ofis çalışma yeni bir kölelik düzeninin başlangıcı da olabilir.
Geleceğin güzel gelmesi için bizim akleden kalp olmaya devam etmemiz gerekiyor. Bu nasıl olacak? Geçmiş güzellemeleri ile ya da eyvah bunlar güzel günlerimiz yarın kıyamet korkusuyla olmayacak.
Önümüzdeki yıllarda iş ve emek arasındaki açı nasıl etkilenecek? Mesai anlayışı, esnek iş saatleri ile nasıl değişecek?
En önemlisi de üretimin robotlara teslim edildiği bir dünyada insanlar ne ile meşgul olacak? Çocuklarımıza, gençlerimize yol azığı olarak ne vermeliyiz?
Unutmayınız ki olan ile olması gereken arasındaki açı genişledikçe sorunlar artar.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.