Evde mi kalıyoruz yoksa ekrana hapis bir hayat mı yaşıyoruz?

04:0010/04/2020, Cuma
G: 10/04/2020, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

“Evde Kalma” günlerinde anneler vakitlerini daha verimli bir şekilde geçirmek için çaba sarf ediyor. WhatsApp gurupları üzerinden okudukları kitapları paylaşmaya çalışıyorlar. Gayretlerine saygı duymakla birlikte beş kişiyi geçen bir WhatsApp gurubunda kitap paylaşımı verimden çok yorgunluk getirir diye düşünüyorum.Okuma eylemini illa bir teknolojik platformda gerçekleştirmek yerine tam tersine teknoloji üzerine eleştirel kitapları okuyarak, not olarak, yazılı bir paylaşım içine girilmesinin daha

“Evde Kalma” günlerinde anneler vakitlerini daha verimli bir şekilde geçirmek için çaba sarf ediyor. WhatsApp gurupları üzerinden okudukları kitapları paylaşmaya çalışıyorlar. Gayretlerine saygı duymakla birlikte beş kişiyi geçen bir WhatsApp gurubunda kitap paylaşımı verimden çok yorgunluk getirir diye düşünüyorum.

Okuma eylemini illa bir teknolojik platformda gerçekleştirmek yerine tam tersine teknoloji üzerine eleştirel kitapları okuyarak, not olarak, yazılı bir paylaşım içine girilmesinin daha verimli olacağını düşünüyorum. WhatsApp gruplarında kitaplar üzerine konuşulması hakkında ne düşündüğümü soran değerli okuyucularıma öncelikle gruptaki her bireyin kitap okuma ve anlama kapasitesinin birbirine denk olması gerektiğini hatırlatmak isterim.

“Evde kalma günleri”nde esasında eve değil ekrana kapatıldığımızı idrak etmemiz gerekiyor. Sözlü kültür, yazılı kültür, dijital kültür. “Evde kalma günleri”ni dijital köleler haline gelmeden tamamlamak için eleştirel mesafemizi korumak zorundayız. Kendi aranızda teknoloji üzerine tartışmanız için size Ayrıntı Yayınları’ndan çıkmış Bary Sanders’in Öküzün A’sı kitabından notlar aktarmak istiyorum. Aşağıda dikkatinize sunacağım notlardan her birinin kendi hayatınız üzerinden izini sürerek en yakın arkadaşınızla bu iz üzerinden sohbet edebilirsiniz. Notların üzerine attığım başlıklar bana ait. Buyurun:

Sözlü kültürde bilgelik

“Sözlü kültürde yaşayan insanlar çok şey öğrenir birçok bilgiye sahip olur ve bunları kullanabilirler ama bu bilgeliği bizim “çalışma” dediğimiz yöntemle edinmezler. Onlar ustayla çok yakın yaşanan bir çıraklık ilişkisinde dinleyerek, duyduklarını tekrarlayarak, atasözlerini benimseyip onları farklı şekilde bir araya getirmeyi öğrenerek, kalıplaşmış bazı bilgileri özümseyerek toplu bir anımsamanın içine girerek öğrenirler” (s.28).

Okuma-yazma-göz

“Okuma-yazma görsel olanın üzerinde durarak göze öncelik verir. Anlama ulaşmak için göz devamlı taramalıdır. Göz sürekli olarak deneyim arar ve görme alanı içinde kalan her şeyi yakalar. Gerçeği deşifre edebilmek için gördüğü her şeyi ayrı ayrı parçalara bölmek ve görme alanı içine giren her şeye hâkim olmak zorundadır göz… Oysa her organ gibi gözün de sınırları vardır” (s.29).

“Kulak da görür”

“Antik dünyada insanlar kulağın görme kapasitesinin farkındaydılar” (s.29).

“Sözellik kültürü fazla sır tutamaz. Sırları rahatça anlatabilmek için başkalarının gözünden ve kulağından uzaklaşması gerekir “(s.32).

Sözlü kültürde mantık

Sovyet psikolog Alexander Luria, 1930’ların başında Sovyetler Birliği’nde Özbekistan ve Kırgızistan’ın bazı ücra bölgelerinde araştırmalar yapmıştır.

Luria okuryazar olmayan köylülerde ‘eleştirel’ düşüncenin bazı özelliklerini bulmaya başladı. Luria’nın verdiği örneklerden biri şuydu: “Kuzeyde, karların olduğu yerde bütün ayılar beyazdır. Novaya Zemba Kuzeydedir ve orada her zaman kar vardır. Orada ayılar ne renktir?” Deneklerden birinin verdiği yanıt bütün grubu tanımlayan tipik bir yanıt oldu: “Bilmem. Ben kara ayı gördüm. Başka ayı görmedim… Her yerin ayısı başkadır” (s.36).

Okuma-yazma algıyı tümüyle değiştirir

Okuma yazma algıyı tümüyle değiştirir. Okur-yazarlığın azı-çoğu olmaz. Azıcık okuma-yazma becerisi bile algıyı değiştirmeye başlar. Neredeyse anında kişiyi topluluk düşünce tarzından uzaklaştırıp benmerkezci ve soyut bir dünyaya yerleştirir. Batıda okur-yazarlığın ilk gerçek temsilcisi Platon oraya ve zamana ait öyküleri anlatan tüm şairleri -o eski moda “rhetorları”- hemen Devletinden atmış ve yerlerine soyut düşünür ve felsefecileri getirmiştir” (s.39).

Fazla televizyon seyreden çocuklarda limbik sistem gelişmez

Limbik sistem nasıl gelişir?

“Limbik sistem, kendi yarattığı imgelerle beslenir. Kimi araştırmacılara göre, çocuklar -örneğin kitap okurken, masal dinlerken ya da oturup hayal kurarken- kafalarına herhangi bir görüntüyü canlandırdıklarında; kalp limbik sistemi besleyen, onu güçlendirerek daha canlı görüntüler yaratmasını sağlayan bir hormon üretir. Güçlü bir limbik sistem de günümüz tüketici kültüründe yaygın olan sadizm ve şiddet görüntülerinin bombardımanına karış doğal bir savunma oluşturur”(s.47).

Limbik sistem bağışıklık sistemini düzenler.

Cinayetlerin tanıklığı olarak geçen çocukluk

“Bir çocuk eğer günde ortalama iki ila dört saat arası televizyon izliyorsa ilkokulu bitirdiğinde toplam sekiz binden fazla cinayete tanık olmuş olacaktır. Ancak burada tanık sözcüğünü kullanırken dikkatli olmalıyız, bu çocuk insanlığa karşı işlenebilecek en iğrenç suçun son derece grafik bir temsilini normal alışılmış bir davranış olarak kabul etmeyi öğrenmiş, buna karşı sessiz kalmış, suç ortağı olmuştur. Televizyon, çocuğu hareket fırsatı elinden alınmış bir tanık, konuşma yeteneğine sahip, ancak ses telleri kesilmiş güçsüz bir yaratık haline getirir” (s.48).

“Çocuk, televizyonu; her gereksinimini bilen elektronik bir anne gibi kullanır. Oysa televizyon evrensel bir annedir” (s.48).

#Ev
#Kültür
#Okuma
#Televizyon