Uzun süredir pek rastlamadığım bir görüntü idi. İki genç kız önlerinde kahve fincanı, 1950’lerden kalma siyah beyaz bir filmin içinden çıkmışçasına sohbet ediyordu. Sohbet. Kelimeleri ezmeden, içindekini muhatabının kafasına fırlatmadan. Dingin bir sohbet. Birisi bir cümle söylüyordu sonra ikisi birden o cümlenin oluşturduğu zamanın içinde, bir müddet susuyordu. Aktif bir susma.
Belli ki bu alış-veriş merkezine yakın yerlerden birinde çalışıyorlardı. Giyim kuşamlarından mimar olduklarını düşündüm. Neden öyle düşündüm bilmiyorum? Belki kullandıkları tabirler. Kumral saçları olan “Hayat elimize tutuşturulmuş bir T cetveli değil anne dedim” demişti oturmak için seçtikleri masanın sandalyesini çekerken.
(Yazmakta olduğum metinden T cetveli ile çıkıverdim. Yeni kitabımı kafelerde yazacaktım. Misafir umduğunu değil bulduğunu yer hesabı kafelerde karşıma çıkan sohbetlerin izinde ilerletecektim harfleri, kelimeleri. T cetveli benzetmesini duyunca, yan masada çocuğuna “etkinlik yapan” instagram annesini görüş alanımdan çıkarıverdim.)
“Hayat elimize tutuşturulmuş bir T cetveli değil anne” cümlesini duyunca, arkasından kim bilir daha ne cümleler gelecek diye düşünmüştüm. Gelmedi. Mor ışıklar saçan siyah saçlarını tepesinde sımsıkı topuz yapmış olan arkadaşı -belki de kuzendiler- T cetvelli cümlenin açtığı yoldan yürüdü gitti sanki. İyi demişsin demedi. Ne çarpıcı bir benzetme. Demedi. Bak bu cevaba bayıldım. Demedi.
Daha masaya oturmadan kahve siparişi vermiş olduklarına göre -garson kahvelerini hemen getirdi- ya bu kafenin daimi müşterisi idiler ya da çok acele, vaktimiz dar demişlerdi. Yok yok, yirmili yaşlarının sonunda olduklarına göre vaktimiz dar ifadesini kullanmamışlardır.
Vakit için dar ya da geniş diyen ninelerimizin kuşağı idi. Onların; vakit ile, varlık ile, yokluk ile kurdukları bağın kelimeleri, sıfatları başka idi. Mesela bir daha aramızda olamayacaklar için vadesi bitmiş derlerdi. Vade. Vade.
Ninemin ağzında akide şekeri tat ile bıraktığım vade kelimesini onun ölümünden bir kaç yıl sonra, mavi muşamba kaplı banka defterinin üzerindeki “vadeli mevduat” ibaresi ile birlikte görmüştüm.
Ninemden sonra hiç kimse söylemedi mi vadesi yetmiş diye.
Ninem şimdi vakit dar derdi akşam alacasının oluştuğu saatlerde. Şimdi vakit dar, hele sabahın genişliğine varalım.
Kendi hatıralarımın peşi sıra gidecekken, omuzlarına düşen kumral saçlarını çengelli toka ile toplayan genç kızın bu defa arkadaşına bir soru sorduğunu duydum: “Bizi biz yapan nedir? Tercihlerimiz mi vazgeçişlerimiz mi?”
Cevap vermek yerine, “N’oldu”, dedi arkadaşı, “Yaranı depreştiren ne oldu?”
Demek ki birbirilerini iyi tanıyorlardı ve mor ışıklar saçan siyah saçlı, kumral saçlı olanın artık kabuk bağladığını zannettiği yarasını biliyordu. Yara büyük olmalıydı. Büyük ve derin.
“Aslında bir şey olmadı. Öylesine test çözüyordum. İnternet üzerinden. Bilirsin işte. Seni sen yapan tercihlerin mi vazgeçişlerin mi sorusunu vazgeçişlerim diye işaretlemiştim...”
“....”
“Kahve almak için kalkmıştım. Annem çözdüğüm testi görmüş. ‘Bu mu yani!’ dedi.”
“Bu mu yani derken?”
“Vazgeçişlerim...”
Bir daha konuşmadılar. Yaşıtlarına benzemeyen iki genç kız bitimsiz bir sukutun içinde kahvelerini bitirdi ve gitti.
“Etkinlik annesi” ve “sevgili kızı” fotoğrafladıkları hayatlarına devam ediyordu.
Onlarla kalmayı göze alamadım.
Dışarı çıktım.
Uzun uzun yürüdüm. Binaların güler yüzlü cephelerini deniz tarafında bıraktım. Toprak yola saptım ön cepheleri tasarımdan, şıklıktan yıkılan binaların, arka cephelerinin kel haline baka baka ilerledim.
O gün bana sorulan her soruyu vazgeçişler ve tercihler üzerinden cevapladım. En çok da vazgeçişler üzerinden.
Arkadaşım yedinci sınıfa giden kızının din dersi ödevi için aramıştı. Öğretmeni İslâm’ın şartını yorumlayın demiş.
Çocuk nasıl yorumlasın diye isyan ediyordu.
İslâm’ın şartı vazgeçişlerimizin beyanıdır dedim. Nasıl yani dedi ödev yaptırma peşinde olduğunu unutarak.
İslâm’a kelime-i şahadet ile gireriz. Evveli hayatımızdan tamamen vazgeçerek.
Ezan okunur namaza dururuz, dünyanın bütün nimetlerinden vazgeçerek.
Aylardan Ramazan’dır Hakk’ın rahmeti için imsak ile iftar arası dünya nimetlerinden vazgeçeriz.
Zekât vermek için malımızın mülkümüzün bir kısmından vaz geçeriz.
Sonra Hacc’a gideriz. Yurdumuzdan, eşimizden, dostumuzdan, işimizden vazgeçerek düşeriz yola.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.