Haziran ayı boyunca baba temalı reklamlar döndü. Malum tüketimi babalar üzerinden canlandırma günleri. Reklamların yaşlı babaları yabancı uzak ve iletişimsiz.
Babalar, oğulların hayatına değmez dokunmaz mı? Yoksa durmadan tekrarlanan “reklam dili” ile geçmişimizi o reklamın izleğinde yeniden inşa ederek babalarımızdan uzaklaşıyor muyuz? Babalarımızın kendi dili üzerinden yaşadığımız hikayeyi sıfırlıyor muyuz?
Oğulların babalarına dair hikayeyi ne kadar sıfırladıkları ya da ne kadar muhafaza ettiklerini öğrenmek için sosyal medya hesabımdan “Babanızdan ne öğrendiniz?” diye sordum.
Önce ahlaki erdemleri sıraladılar. Sabır, tevekkül, saygı, hürmet, helal lokma.
Bütün bunları nasıl öğrenmişlerdi? Sorumu somutlaştırdım. Babanızdan öğrendiğiniz iş dedim. İşte o zaman bizim hikayemizin damarını yakaladık. Günlerdir oğullar babalarından öğrendiklerini ve dahi öğrenemediklerini yazmaya/paylaşmaya devam ediyor.
Öğrenilenler, paylaşılan ortak bir zamanda ve mekanda öğrenilmişti, usta çırak ilişkisi içinde. Birlikte iş yaparken sabrı, esnaf olarak kılı kırk yaran tartı titizliği ile helal lokmanın önemini, çalışma masasının çekmecesine konan seccade ile çalışırken namaz borcunu eda etmeyi unutmamayı, birlikte alış veriş yaparken karpuz seçmeyi, evin beklediği tamirat ve boya işlerini, çitçinin sahip olması gereken hüner ve yordamı, hayvanların dilini oğullar babalarından öğrenmişti. Sadece bir kişi babamdan kurban kesmeyi öğrendim dedi.
Bir yazar arkadaşım, nasıl oluyor da sorulan bir soruya bu kadar itina ile günlerdir cevap veriyorlar dedi?
Soruyu soran verilecek cevabı önemsediği sürece herkes hikayesini açmak için sanki bir gün kendisine o sorunun sorulmasını bekliyormuş gibi davranır. Bu her zaman böyledir.
Sorunun ebesi merak, cevabın rehberi muhatabın dinleme estetiğidir.
Soru şu: Şimdilik pek bize benzemeyen “reklamların rol model babaları” gün gelip bizim hikayemiz olduğunda bu babalar çocuklarına ne öğretecek? Hangi ortak zamanda ve hangi ortak mekanda?
II-
Babaların oğullarına ne öğretip/öğretemediğini Ahlat Ağacı filmi üzerinden “görmeye” ne dersiniz?. Bazıları için uzun bir film Ahlat Ağacı. Bu satırların yazarı için uzun değil. Lakin yorucu bir film. Hayat kadar yorucu.
Onca şiirsel sahneye o kadar kaba küfür eşlik etmeseydi daha az yorulur muydum? Filmden çıktığımda ilk aklıma düşen buydu. O küfürler o sahnelere hiçbir şey katmıyordu. O halde yönetmen neyi murat edinmişti?
Film bitti. Taksiye bindim. Sıkışan trafikte bütün araçlardan küfür sesi geliyordu. Ne şimdi bu? Algıda seçicilik mi? Yaşlı adamlar, delikanlılar, genç kızlar evet evet bazı genç kızlar birbirine abi diye hitap edip sonra bir erkeğin bile kolayına ağzına almayacağı küfürleri savuruyor.
Nuri Bilge Ceylan Ahlat Ağacı’nda bu kadar çok küfür kullanmamış olsa idi sanıyorum bendeniz için filmin etkisi çok daha derin olurdu.
Bütün o küfürleri parantez içine almayı başardığımda filmi baba-oğul üzerinden izlemiş olduğumu fark ettim.
Şimdiye kadar bütün Nuri Bilge Ceylan filmlerinde-Üç Maymun hariç- aşağı yukarı aynı şeyi yaşadım. Film biter. Fakat seyredilen filmin üzerinden aşağı yukarı 24 saat geçtikten sonra film esnasında seyredilmiş olan ama o an çok da altı çizilmemiş sahneler hayatın içinde yavaş yavaş açılır, açılan sahneler film zamanının içinden hayat zamanının içine taşarak büyümeye devam eder.
Ahlat Ağacı filmi de öyle oldu. Filmi birlikte seyrettiğim genç arkadaşım film biter bitmez konuşmak istedi. Belki sonra konuşuruz dedim.
Filmin üzerinden on saat geçmeden film zihnimde monologlar olarak akmaya başladı. İlk gelen cümle babalar oğullarına ne öğretir cümlesi oldu.
İdris babasından bir şey öğrenememişti. Çünkü o öğretmendi ve babasının hayat tecrübesi olarak öğrendiği pek çok şeyi İdris “bilimsel bilgi”ler eşliğinde reddetmiş fakat onun “bilimsel bilgi”leri köydeki hayatı düzenlemeye, “kurbağaların olduğu yerde su da vardır” önermesini haklı çıkarmaya yetmemişti. Sonunda babasının hayatını bir emeklilik düşü olarak tekrarlamaya devam etmişti İdris.
“Eksik baba” olarak İdris, kendi babasının hayatını tekrar etmekten başka bir tutunma noktası bulamamıştı.
Erkek şiddeti, erkeklik krizi kelimelerini 21. yüzyılda giderek daha çok duyacağız. Çünkü babalar, babalarından öğrenemedikleri hayatı oğullarına aktarabilecek basireti giderek daha fazla yitiriyor. Basiret kaybı şiddet üzerinden bir ifade arayışı neticesini doğuruyor.
Soru şu: “Eksik babalar” kendilerini tamir etmek için popüler kültür resimlerine mi sığınacak? O zaman bir parça daha eksilmeye devam etmiş olmayacaklar mı?
Bir kredi kartı reklamının “eksik babası” olarak Kudret’i hatırlayın lütfen. Kazandıkları ile harcayacaklarının muhasebesini yapamayan Kudret her defasında karısının alaylarına ve oğlunun rehberliğine maruz kalmıyor mu?
Popüler kültür, özellikle de reklamlar tecrübenin izini tersyüz ediyor. Babalarından bir şey öğrenmeyen oğullar babalarına bir şey öğretmek/dikte ettirmek için fazlasıyla didaktik ve buyurgan bir ton seçiyor. Babalar yalnız çünkü onlar babalarının geçim ekonomisini sürdürmeye devam edemezler. Babaların yalnızlığına karşılık oğulların arkasında küresel ekonominin tüketim kodları var. Oğullar ancak baba oluncaya kadar kendilerini bir anlığına güçlü hissedecek. Her oğul baba olduğunda yenilgiyi en azından reklamların ve dizilerin dilinden illa ki tadacak/tadıyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.