“Aidiyetim her şeyimdir! Biz haklılar öteki fanilere karşı...”

04:003/08/2018, Cuma
G: 3/08/2018, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

21. yüzyıl yeni aidiyetlerin inşa edildiği ancak aidiyetin sorumluluğunun taşınmadığı bir yüzyıl. Kişiler en doğal aile bağlarını bile kamusal başka aidiyetlerle kolayca takas edebiliyorlar. Mesela, ailesinden sorumluluk alma noktasında uzaklaşan kişi bir futbol kulübünün taraftarı olmayı büyük aileye sahip olmak gibi kabul ediyor. Bir ailenin üyesi olmanın hiçbir sorumluluğunu yerine getirmeksizin güçlü bir yapıya müdahil olmanın zevkine gark oluyor.Eğitimli kesim, hemşehri bilincine son derece


21. yüzyıl yeni aidiyetlerin inşa edildiği ancak aidiyetin sorumluluğunun taşınmadığı bir yüzyıl. Kişiler en doğal aile bağlarını bile kamusal başka aidiyetlerle kolayca takas edebiliyorlar. Mesela, ailesinden sorumluluk alma noktasında uzaklaşan kişi bir futbol kulübünün taraftarı olmayı büyük aileye sahip olmak gibi kabul ediyor. Bir ailenin üyesi olmanın hiçbir sorumluluğunu yerine getirmeksizin güçlü bir yapıya müdahil olmanın zevkine gark oluyor.

Eğitimli kesim, hemşehri bilincine son derece eleştirel bakarken kendi mesleklerini hemşehri bilinci içinde idrak ederek kör bir dayanışma içine girmenin konforuna sığınabiliyor. Bu kör konfor, dünyayı biz ve ötekiler diye ayırmaya, ötekilerin yaptığı her türlü eylemi “BİZ”i imha etme girişimi olarak algılamaya kadar gidebiliyor.

Nasıl mı? Mesela bir dizide bir kapıcı karakteri var ise Kapıcılar Derneği bir araya gelerek filan dizideki filan kapıcı karakterinin kendi onurlarını zedelediğini iddia ederek dava açmaya kalkabiliyor. Dile getirdiğim örneği anlamsız mı buldunuz? Bulmayın. Çünkü bahsettiğim olay 1990’lı yıllarda yaşandı. Bizimkiler dizisinin Cafer karakteri için Kapıcılar Derneği böyle bir açıklamada bulundu.

1990’lı yıllarda fevri bir örnek olarak duran bu olay 2000’li yıllarda iyice normalleşti. Artık her türlü meslek grubu, “bizi kötü tanıtıyor” iddiası ile itiraza hazır.

...

Aidiyet bilincinde görev ve sorumluluk iç içe geçmiştir. Kişiler ait oldukları konumu, o konumun beraberinde getirdiği kültürü fazla sorgulamadan idrak ederler. Bir aileye mensup olmak tercih edilmiş bir kimlik değildir, verili bir kimliktir. Ya da bir millete ait olmak... Ama eleştirel zekaya sahip olan kişiler, birey oldukça, yani eylemlerinin sorumluluğunu idrak edecek mükellef düzeyine eriştikçe içinden çıktıkları kültürü, ailenin alışkanlıklarını, akraba ilişkilerini, toplumsal yapının aksayan yönlerini belli bir mesafeden değerlendirme kapasitesine erişirler. Daha doğrusu erişecekleri var sayılır. Toplumda eğitimli/diplomalı kişi sayısı arttıkça, kendisine, içinde bulunduğu meslek grubuna, hemşeri kültürüne, toplumsal ilişkilerin işleyiş tarzına karşı daha eleştirel ve analitik yaklaşımların da artacağı düşünülür.

Oysa durum bunun tam tersi bir gelişme gösteriyor. Kişiler yeni aidiyet zincirleri içinde “BİZ”i daima haklı, “BİZ”in dışındakileri haksız olarak değerlendirme azmi gösteriyorlar. Yani basiret sahibi olanların sayısı giderek azalıyor. Neden azalıyor? Marshall McLuhan’nın şu görüşü, basiretin azalması konusunda üzerinde düşünmemizi gerektiren bir önerme: “Görsel uzam, akıl düzenine yönelik tutkunun, seçenekler ya da katılım için çok az yer bıraktığı için, herhangi bir ön hazırlık yapılmamışsa, tamamen farklı iki bakış açısının karşılaşmasında sonuç şiddet olmaktadır. Kişilerden ya biri ya öteki, kimliğini yitirmektedir.”

Lütfen yukarıdaki önermeyi hafta başından beri tanık olduğumuz her türlü haber ve kıyamet koparan söyleşiler üzerinden yeniden değerlendirin.

Zaruri açıklama: Bu yazıyı da Çarşamba günü yazdığım yazı gibi “oturduğum yerden” yazdım. Biz sosyologlar, yazarlar işimizi oturarak yapıyoruz. Okuyup, düşünüp, vakaları gözlemlerimiz eşliğinde analiz edip, analizlerimizin sonucunu yeni örnekler ve yeni fikirlerle yeniden test ederek ve içinde yaşadığımız çağın getirdiklerine ve götürdüklerine ağıt yakmadan, objektif bir noktadan değerlendirme azmi göstererek... Toplumsal olan ile bireysel olanın birbirine temas noktalarını daima göz önünde bulundurarak...

Bazı “YÜCE” mesleklerde olduğu gibi mesleğimizi dokunulmaz kategorisinde değerlendirmiyor; her mesleğin iyilerinin ve kötülerinin olduğunu hesaba katarak sorunları kişiselleştiren ve kimlikçi bir noktadan ele almaksızın vakaya odaklanıyoruz.

Bu mesleği herhangi bir baskı ve dayatma altında olmaksızın seçtiğimiz için, bir meslektaşımız işini kötü yaptığında, asla savunmaya geçmiyor, herkesten önce ilk eleştiren olmaya dikkat ediyoruz.

Bendenizden adliye ya da polis muhabiri performansı bekleyen “bazı meslek erbabı” için, yukarıdaki açıklamayı yapmam şart oldu.

#Aidiyet
#İnsan