“Yekdil olamadık, bari empati modasına uyalım...”

04:0022/10/2021, Cuma
G: 22/10/2021, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Acının, kederin, hafızanın, hatıranın modanın emrine amade olduğu bir hafta geçirdik.Moda her değeri bünyesine katıp kendine yar edecek bir kapasiteye sahiptir, yeter ki imaj doğru yerden parlatılıp, paketlenmiş olsun.Nasıl mı?Moda, dezavantajları avantaja çevirmek üzerinden ilerler. Ya da olmayanı oldurmak üzerinden... Şaşırtmak ve korkutmak bahsi de koleksiyona dâhildir.Siyasi ve ekonomik krizler yeni markaların ortaya çıkmasına imkan verdiği gibi eski markaların ölüm fermanını firmaların kendi

Acının, kederin, hafızanın, hatıranın modanın emrine amade olduğu bir hafta geçirdik.

Moda her değeri bünyesine katıp kendine yar edecek bir kapasiteye sahiptir, yeter ki imaj doğru yerden parlatılıp, paketlenmiş olsun.

Nasıl mı?

Moda, dezavantajları avantaja çevirmek üzerinden ilerler. Ya da olmayanı oldurmak üzerinden... Şaşırtmak ve korkutmak bahsi de koleksiyona dâhildir.

Siyasi ve ekonomik krizler yeni markaların ortaya çıkmasına imkan verdiği gibi eski markaların ölüm fermanını firmaların kendi eliyle imzaladığı süreçleri de beraberinde getirir.

Moda, olmayanı “varmış gibi” anlatma/gösterme sanatıdır. Olmayanın eksikliği, kişide görünür ya da görünmez hasarlara yol açar. Dolayısıyla herkes “eksik tamamlama” peşindedir. Daha genç, daha güzel, daha alımlı, daha zengin, daha cool, daha itibarlı, daha sevilen, daha sayılan... Aklınıza ne geliyorsa... Sunulan her ürün, sizdeki eksiği gidermeyi vadeder ve kendisiyle “tamamlanmış” olacağınız beklentisini besler. Moda giyim zevki olmaktan çıkıp eksik parçayı tamamlama çabasına evrildikçe sahip olunan her ürün eksik olanı daha da eksiltecek, kişi, Nasrettin Hoca’nın odunlukta kaybettiği yüzüğünü gün ışığında araması gibi içindeki boşluğu, hayatın anlamsızlığına dair hissettiği derin uçurumu, nesnelerle giderme telaşıyla öz yıkımına devam edecektir.

Tüketici, manevi boşluğunu maddi doygunluk ile, bazı markalar aracılığıyla doldurabileceğine ikna olmuştur.

Peki, tasarımcı “eksik tamamlama” işinde herkese aynı mesafede midir?

Kitleye hitap eden yazarlar gibi kitlelere hitap eden modacılar da “herkes”i potansiyel müşteri kabul eder.

Ama her modacının “herkes” tanımı farklıdır.

Tasarımcılar her sezon “kime hitap ettiklerini” ciddiyetle düşünürler, tasarımı gerçekleştirmeye başlamadan önce hikâyenin bel kemiğini oluşturacak kavramı ve kelimeyi itina ile seçerler.

Karantina Günleri’nde gezegenin dört bir yanında insanlar önemli ile önemsiz arasındaki farkı idrak ettiklerini, hayatta kalmak ile bir hayatının olması arasındaki farkı, “tüketim kültürü” sloganlarından arındırılmış olarak yeniden kavradıklarını söylediler.

Acaba?

2020’den itibaren en çok duyduğumuz kavram “sürdürülebilirlik” idi. Küresel ısınma, enerji kaynaklarının tükenmesi, hava kirliliği, temiz su kaynaklarının giderek azalması, yanan ormanlar... Her gün bir yenisinin ilave olduğunu gördüğümüz bütün bu sıkıntılar “sürdürülebilirlik” kavramının çerçevesine dâhil edildi.

Yıllardır aynı ürünleri “yeni imajlar ve vaatler” eşliğinde sunan markalar,

Pandemi’nin zihinlerde açmış olduğu bu kodu, kaçırılmaz bir fırsat olarak değerlendirdi. “Daha iyisini alırsak daha az alış veriş yaparız, daha az tüketiriz ve dünyayı korumuş oluruz” diyen Jean markası mesela.

Sadece ürünler değil, ürünlerle birlikte bazı kavramlar da moda olur, dile düşer, dile düştükçe içeriğinden uzaklaşır. Empati gibi meselâ.

Tabutları akide şekeri gibi renklendirince ölüm ağzımızın tadını kaçırmamış mı oluyor?

Sosyal medyada önüme düşen bir fotoğraf karesi, yerde akide şekeri gibi renk renk sıralanmış tabutlar... Allah muhafaza toplu çocuk ölümü mü? Niye böyle yere dizilmişler?

Mekân kabristan değilse eğer, tabutlar musalla taşındadır ve musalla taşı cenazeye katılanların göğüs hizasındadır. Bu saygı, evvel gidene arkada kalanların son vazifesidir.

Tabutların önündeki kadın görselini hiç ciddiye almıyorum önce... Ölümü idrak edemeyenlerin sayısı her geçen gün arttığı için yerde yatan tabutları fon niyetine kullanan densizin biri diye düşünüyorum.

Cenazeye hürmetsizlik noktasında seküleri, dindarı birbirinin eline su dökemez bir performans sergiliyor ne vakittir.

Tabutun önünde çekilmiş ilk selfi tanıklığım merhum Necmettin Erbakan’ın cenazesi idi. Sonra arkası kesilmedi. Şehit cenazesini götüren arabada imamın selfi çekip sosyal medyada yayınlaması konuşulmadı bile.

Tanınmış kişilerin cenazesine birkaç kare selfi için gidenler, ilk zamanlar haber değeri taşıdı, sonra o da kanıksandı. Adeta el elin cenazesine fotoğraf çekmek/çektirmek için gitmeyecek ise niye gidecek ki zaten vurdumduymazlığına dönüştü.

Renkli tabutların önünde manken duruşlu kadını, kadının şıklığını, aradan bir kaç saat geçtikten sonra hayretler içinde fark ettim.

Esasında bu kadar şaşırmamam lâzım. Taklit konusunda bir hayli “başarılıyız”. İtalya’nın ünlü markası 2019 yılında mezarlıkta defile düzenlemiş, baş tasarımcısı da şöyle demişti:
“Yeni koleksiyon için ölüm fikrinden ilham aldım.”
Ne vakittir bazı mezarlıklar, geceleri “buluşma ve âlem yapma yeri” olmuştu; Karantina Günleri’nde sağlıklı koşu için en emin güzergâh olarak da “kullanım değeri” buldu. Balkan asıllı, sade suya tirit çok seyredilen yarışmaların vazgeçilmez jürisi İvana mesela, sosyal mesafeye en uygun yer olduğu gerekçesiyle “sağlık koşularını” mezarlıkta yaptığını söyledi.
Mezarlıkta koşu, “haber değeri” taşıdı, lakin yaşayanların ölülerin ülkesinin sınırını ihlal ettiğini hiç kimse tartışma konusu yapmadı.

“Çürüme”

Beni şaşırtan o görsel, o renk renk tabutlar, Diyarbakır’da düzenlenen “Hafıza Odası” sergisinden, ressam Ahmet Gümüştekin’in “iş”lerinden biri imiş ve dahi adı “Çürüme” imiş.

Baudrillard,
Tüketim Toplumu
’nda şöyle diyordu:
“Herkes az ya da çok diğerinin hizmetindedir.”
Renkli tabutlar ve tabutlar önünde poz veren o kadın... Kim kimin hizmetinde?

Ressam Ahmet Gümüştekin “Hafıza Odası” ile artık burada olmayanların acılarının belleklerde bir duygu olarak kalmasını arzu etmiş ise eğer, o duygu “tüketim toplumu”nun seyir performansında hiç de kolay inşa olacak gibi durmuyor. Sergiyi görmek için oluşturulmuş uzun kuyruklar, “Hafıza Odası”ndaki acılar ile empati kurmak gayesiyle değil, daha çok sosyal medyaya malzeme toplamak aşkına kıvrım kıvrım kıvrılıyor... “Ben de oradaydım, işte bu da benim işim” cümlesinin öznesi olmak için...

Nitekim cemiyet haberlerinin daimi isimlerinden Feryal Gülman’ın, Ahmet Güneştekin’in “iş”lerini fon yaparak verdiği poz, “herkesin katıldığı toplumsal oyun” için çarpıcı bir örnek oldu. Şaşırdık mı? Hayır. “Cemiyet hayatının tanınmış isimleri” için hayat düsturu: “Bize her yer podyum.”

Sosyetenin “Bize her yer podyum” uygulaması eskisi kadar erişilmez değil artık. Üstelik “her yer” konusunda diptekiler, piramidin tepesindekilerden daha “yaratıcı” ve “başarılı”.

Trabzonlu inşaat işçileri, strafordan “inşa ettikleri” podyumda defile yapıp, vidyo çektiler. Çektikleri vidyo 48 saatte 5 milyondan fazla kişi tarafından izlendi, ana haber bültenlerine haber oldular. İşçilerin “performansı” öylesine beğenildi ki “Birlikte proje yapalım” teklifleri aldılar.

Neye niyet, kime kısmet...

“Hafıza Odası” sergisinin açılışı, coşku ile kutlandı, herkes şevk ile halaya girdi, herkes bir başkasının rolünü çaldı, peki geriye ne kaldı? Turistik bir izlenim. Susan Sontag “başkasının acısına bakmak” demişti. Ama burada başkasının acısına bakma değil, başkasının acısına kör kalma performansı sergilendi daha ziyade.

Ressamın sergisi haber oldu. O halde maksat hâsıl oldu diyebilirsiniz...

Peki, maksat ne idi?

Gaye Ahmet Güneştekin’in ismini olabildiği kadar çok kişinin diline düşürmek ise... Maksat hâsıl olmuştur, ama sadece bir kaç günlüğüne.

“Hafıza Odası” duyguların acılı tarihine yolculuk için mihmandar oldu mu?

Yaşanan acılar kara toprağın kara bağrında. Renkten ve ışıktan yoksun. Akide şekeri niyetine renk renk tabutlar “Ben de oradaydım” pozuna fon olmanın dışında bir işleve sahip değil.

Hedef Diyarbakır’ın turistik tanınırlığı ise... Yay gerilmiş, ok hedefini 12’den vurmuştur. Lakin turistik ilgi, ne Kürt toplumunun acılı geçmişine mütercimlik edebilir ne de şifa için toplumsal seferberlik ilan/inşa edebilir.

Netice olarak “halaya girenler”, işbirliğinin coşkusunu yaşadı.

Alain der ki: “İşbirliği, toplum değildir henüz. Toplumu meydana getiren, arşivlerle anıtlardır...”

Türkiye’nin “anıtları”, “arşivi” neyse ki edebiyatın himayesinde. Mesela Kemal Varol’un Ucunda Ölüm Var romanı gibi.

#Diyarbakır
#Hafıza Odası
#Feryal Gülman