Acının, kederin, hafızanın, hatıranın modanın emrine amade olduğu bir hafta geçirdik.
Moda her değeri bünyesine katıp kendine yar edecek bir kapasiteye sahiptir, yeter ki imaj doğru yerden parlatılıp, paketlenmiş olsun.
Nasıl mı?
Siyasi ve ekonomik krizler yeni markaların ortaya çıkmasına imkan verdiği gibi eski markaların ölüm fermanını firmaların kendi eliyle imzaladığı süreçleri de beraberinde getirir.
Moda, olmayanı “varmış gibi” anlatma/gösterme sanatıdır. Olmayanın eksikliği, kişide görünür ya da görünmez hasarlara yol açar. Dolayısıyla herkes “eksik tamamlama” peşindedir. Daha genç, daha güzel, daha alımlı, daha zengin, daha cool, daha itibarlı, daha sevilen, daha sayılan... Aklınıza ne geliyorsa... Sunulan her ürün, sizdeki eksiği gidermeyi vadeder ve kendisiyle “tamamlanmış” olacağınız beklentisini besler. Moda giyim zevki olmaktan çıkıp eksik parçayı tamamlama çabasına evrildikçe sahip olunan her ürün eksik olanı daha da eksiltecek, kişi, Nasrettin Hoca’nın odunlukta kaybettiği yüzüğünü gün ışığında araması gibi içindeki boşluğu, hayatın anlamsızlığına dair hissettiği derin uçurumu, nesnelerle giderme telaşıyla öz yıkımına devam edecektir.
Tüketici, manevi boşluğunu maddi doygunluk ile, bazı markalar aracılığıyla doldurabileceğine ikna olmuştur.
Peki, tasarımcı “eksik tamamlama” işinde herkese aynı mesafede midir?
Kitleye hitap eden yazarlar gibi kitlelere hitap eden modacılar da “herkes”i potansiyel müşteri kabul eder.
Ama her modacının “herkes” tanımı farklıdır.
Karantina Günleri’nde gezegenin dört bir yanında insanlar önemli ile önemsiz arasındaki farkı idrak ettiklerini, hayatta kalmak ile bir hayatının olması arasındaki farkı, “tüketim kültürü” sloganlarından arındırılmış olarak yeniden kavradıklarını söylediler.
Acaba?
2020’den itibaren en çok duyduğumuz kavram “sürdürülebilirlik” idi. Küresel ısınma, enerji kaynaklarının tükenmesi, hava kirliliği, temiz su kaynaklarının giderek azalması, yanan ormanlar... Her gün bir yenisinin ilave olduğunu gördüğümüz bütün bu sıkıntılar “sürdürülebilirlik” kavramının çerçevesine dâhil edildi.
Yıllardır aynı ürünleri “yeni imajlar ve vaatler” eşliğinde sunan markalar,
Pandemi’nin zihinlerde açmış olduğu bu kodu, kaçırılmaz bir fırsat olarak değerlendirdi. “Daha iyisini alırsak daha az alış veriş yaparız, daha az tüketiriz ve dünyayı korumuş oluruz” diyen Jean markası mesela.
Sadece ürünler değil, ürünlerle birlikte bazı kavramlar da moda olur, dile düşer, dile düştükçe içeriğinden uzaklaşır. Empati gibi meselâ.
Sosyal medyada önüme düşen bir fotoğraf karesi, yerde akide şekeri gibi renk renk sıralanmış tabutlar... Allah muhafaza toplu çocuk ölümü mü? Niye böyle yere dizilmişler?
Mekân kabristan değilse eğer, tabutlar musalla taşındadır ve musalla taşı cenazeye katılanların göğüs hizasındadır. Bu saygı, evvel gidene arkada kalanların son vazifesidir.
Tabutların önündeki kadın görselini hiç ciddiye almıyorum önce... Ölümü idrak edemeyenlerin sayısı her geçen gün arttığı için yerde yatan tabutları fon niyetine kullanan densizin biri diye düşünüyorum.
Tabutun önünde çekilmiş ilk selfi tanıklığım merhum Necmettin Erbakan’ın cenazesi idi. Sonra arkası kesilmedi. Şehit cenazesini götüren arabada imamın selfi çekip sosyal medyada yayınlaması konuşulmadı bile.
Tanınmış kişilerin cenazesine birkaç kare selfi için gidenler, ilk zamanlar haber değeri taşıdı, sonra o da kanıksandı. Adeta el elin cenazesine fotoğraf çekmek/çektirmek için gitmeyecek ise niye gidecek ki zaten vurdumduymazlığına dönüştü.
Renkli tabutların önünde manken duruşlu kadını, kadının şıklığını, aradan bir kaç saat geçtikten sonra hayretler içinde fark ettim.
Beni şaşırtan o görsel, o renk renk tabutlar, Diyarbakır’da düzenlenen “Hafıza Odası” sergisinden, ressam Ahmet Gümüştekin’in “iş”lerinden biri imiş ve dahi adı “Çürüme” imiş.
Ressam Ahmet Gümüştekin “Hafıza Odası” ile artık burada olmayanların acılarının belleklerde bir duygu olarak kalmasını arzu etmiş ise eğer, o duygu “tüketim toplumu”nun seyir performansında hiç de kolay inşa olacak gibi durmuyor. Sergiyi görmek için oluşturulmuş uzun kuyruklar, “Hafıza Odası”ndaki acılar ile empati kurmak gayesiyle değil, daha çok sosyal medyaya malzeme toplamak aşkına kıvrım kıvrım kıvrılıyor... “Ben de oradaydım, işte bu da benim işim” cümlesinin öznesi olmak için...
Nitekim cemiyet haberlerinin daimi isimlerinden Feryal Gülman’ın, Ahmet Güneştekin’in “iş”lerini fon yaparak verdiği poz, “herkesin katıldığı toplumsal oyun” için çarpıcı bir örnek oldu. Şaşırdık mı? Hayır. “Cemiyet hayatının tanınmış isimleri” için hayat düsturu: “Bize her yer podyum.”
Trabzonlu inşaat işçileri, strafordan “inşa ettikleri” podyumda defile yapıp, vidyo çektiler. Çektikleri vidyo 48 saatte 5 milyondan fazla kişi tarafından izlendi, ana haber bültenlerine haber oldular. İşçilerin “performansı” öylesine beğenildi ki “Birlikte proje yapalım” teklifleri aldılar.
“Hafıza Odası” sergisinin açılışı, coşku ile kutlandı, herkes şevk ile halaya girdi, herkes bir başkasının rolünü çaldı, peki geriye ne kaldı? Turistik bir izlenim. Susan Sontag “başkasının acısına bakmak” demişti. Ama burada başkasının acısına bakma değil, başkasının acısına kör kalma performansı sergilendi daha ziyade.
Ressamın sergisi haber oldu. O halde maksat hâsıl oldu diyebilirsiniz...
Peki, maksat ne idi?
Gaye Ahmet Güneştekin’in ismini olabildiği kadar çok kişinin diline düşürmek ise... Maksat hâsıl olmuştur, ama sadece bir kaç günlüğüne.
“Hafıza Odası” duyguların acılı tarihine yolculuk için mihmandar oldu mu?
Yaşanan acılar kara toprağın kara bağrında. Renkten ve ışıktan yoksun. Akide şekeri niyetine renk renk tabutlar “Ben de oradaydım” pozuna fon olmanın dışında bir işleve sahip değil.
Hedef Diyarbakır’ın turistik tanınırlığı ise... Yay gerilmiş, ok hedefini 12’den vurmuştur. Lakin turistik ilgi, ne Kürt toplumunun acılı geçmişine mütercimlik edebilir ne de şifa için toplumsal seferberlik ilan/inşa edebilir.
Alain der ki: “İşbirliği, toplum değildir henüz. Toplumu meydana getiren, arşivlerle anıtlardır...”
Türkiye’nin “anıtları”, “arşivi” neyse ki edebiyatın himayesinde. Mesela Kemal Varol’un Ucunda Ölüm Var romanı gibi.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.