Bazı arkadaşlar, arkadaşlıklar yüktür. Nerede ne zaman karşılaşacağınızı bilmezsiniz ama nerede ve ne zaman karşılaşırsanız karşılaşın o gün sizin sırtınıza bir yük gibi binecek; zaman geçtikçe ağırlığını artıra artıra kendini unutulmaz kılacaktır.
Şeniz ile her karşılaşma, yılların yokluğunu telafi edecek bir donanım ile gelir. Son karşılaşma yine öyle oldu. En son 2018’de “Sen de bu diyet listesini uygulamalısın!” diye vapurda yakama yapışmış, Eminönü-Kadıköy hattında bir tanıdık çıkacak da benim kilo vermeye azmetmiş olduğumu zannedecek diye tedirgin bir şekilde etrafıma bakmış, şu yolculuk bi kazasız bitse diye dua üstüne dua etmiş, Şeniz’i amatör diyetisyen frekansından çıkarmak için dikkatini başka noktalara çekmeye beyhude çalışmıştım. O sıralar Şeniz yeni vegan olmuştu ve şundan peynir, bundan et yapmanın derdine düşmüştü. “O kadar et ve peynir seviyorsan ye, badem sütünden ve bademlerden ne istiyorsun?” dedim diye bana küsmüştü.
Ama küsmeden önce dünyanın en zeki, en merhametli insanlarının vegan olduğu konusunda sıkı bir diskur geçmiş, et yiyen insanların ahmaklığına, aptallığına dair konuştukça konuşmuş, et üstüne o kadar konuştuktan sonra “Soyadan köfte yapıyorum, badem sütünden peynir yapıyorum.” diye vegan yemek tariflerine girişince sabrım taşmıştı. Sabrım taşmayaydı küsmesi hafif olurdu. En azından üç gün, üç hafta, üç ay sürerdi. Üzüldüm mü? Hayır.
Şeniz’in küsmesi, küsülen taraf için daima bir armağandır. Ama aradan bir müddet geçtikten sonra Şeniz ortaya çıkar, küstüğünü unutur, yeni bir trend eşliğinde hakimiyetini kurma telaşıyla yükünü boşaltır, gider.
Pandemiden bu yana sesi çıkmamıştı. Ya çok mutlu olmalıydı ya da çok mutsuz. Mutlu olduğu zamanlar mutluluğuna nazar değmesin diye, mutsuz olduğu zamanlar da cildi yorgun görünüyor diye pek ortalarda dolaşmaz Şeniz.
O gün ağır geçen bir toplantıdan çıkmış, odama doğru ilerlerken Meryem ile karşılaştım. Meryem, Deniz Bilimleri’nden, su gibi duru bir arkadaştır. Sükutu ile insanı şifalandıranlardan. En üzüntülü olduğun anda yanında oturur, nasıl bir iklim ile yüklü ise sendeki bütün negatif enerjiyi, kederi ve gamı siler gider. Bir şey söylemez, bir şey yapmaz. Bazen balta girmemiş ormana dönen metruk bahçeye bakar, “Her şey kendi ritminde, kendi rüyasının içinde meskûn.” der. Bazen artık oturulamayacak haldeki iskemlelere bakar “Bunları koruma altına almanız ne güzel olmuş.” der. Koruma altına aldığımız filan yoktur oysa. Biri üstüne oturur da sonra aniden kendini yerde bulur endişesiyle o iskemleyi kimselerin oturamayacağı köşeye yerleştirip ona meşgul görüntüsü vermek için dosyaları üzerine dizmişizdir sadece. Ama Meryem “Koruma altına almanız ne güzel!” dedikten sonra sahiden sandalyelere nadide bir “saraylı” hüviyeti biçeriz de... Neyse.
Meryem “Odana kadar sana eşlik edeyim.” dedi. Anladım ki yüzüm bütün kederimi ele vermektedir. “Eyvallah.” dedim. Eyvallah der demez in misin cin misin sen burada ne gezersin dedirtecek şekilde birden o çıktı. “Ben de sizinle geleyim” dedi. Tanımadığımız biri peşimize takılmaya kalkıyor. Psikolojik sıkıntıları var herhalde diye düşünecektim ki “Ee uzun bir aradan sonra koskoca beş yılın ardından Şeniz değişmiş mi? Bir iltifatınızı, hatta birkaç iltifatınızı ayak üstü de olsa alırım.” deyince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Şeniz mi?
Meryem ile karşılıklı susmaya ne kadar ihtiyacım vardı. Trafiğe çıkmadan önce, geceyi karşılama ayini gibi bazı akşamlar birlikte susardık. Yan yana oturan iki fani olarak hayatın beyhudeliğini, saniyelerin içinde, gidip de dönülmeyen ummana sefer açmış iki gemici gibi hisseder, geçip giden an üzerine kendi içimizde yolculuğa çıkmış olduğumuz halde aramızdan biri, dışına çıkıp bir cümle kurduğunda öteki o cümlenin nereye ait olduğunu hissederdi. Meryem ile sohbet etmenin başka bir boyutu vardı.
Meryem gelince genişleyen, başkaları gelince içine sığmakta zorlandığım odamın duvarlarını akşamın bu saatinde sırtımda hissedecektim Şeniz ile birlikte. Şeniz kim bilir bu defa hangi “son trend” ile bizi esir edecek, bastırdıkça bastıracak, “karşındakini yok ederek ikna edebilirsin” temalı NLP uygulamasını bizde tatbik edecekti.
Meryem durumu sezmişçesine “Şimdi hatırladım, bitirmem gereken bir iş vardı. Başka zaman eşlik ederim sana.” diyerek izin istedi. İzin istedi, ama kimden? Şeniz Meryem’i tepeden tırnağa süzdükten sonra gözlerini Meryem’in yüzüne dikip “Bitirmen gereken işi boş ver, esas sen şu kaz ayakları için bir şeyler yap. Almış başını gitmişler. Bu çağda olmuyor ama.” dedi.
Şeniz ile Meryem tanışıyor muydu? Tanıdığı birine mi söylüyordu bunları yoksa hiç tanımadığı birine mi? Meryem hiç şaşırmadı. “Sana ne!” demedi. “Korsan güzellik semineri an itibariyle başlamış bulunuyor.” diye iğnelemedi. Uzun uzun Şeniz’in yüzüne baktı, “Bu da geçer yahu!” frekansında.
Meryem tanıdığımdan bu yana 38 beden. Belki şimdi 40 beden olmuştur. Yaz gelince yirmi yıl önce giydiği keten gömleklerini giyer, sonbaharda birkaç keten gömleği üst üste geçirir, yirmi yıl önce aldığı bej trençkot elinde sonbahardan kışa hiç masrafsız geçer, sürdürülebilir dünya için elinden geleni yapardı. Her kış aynı kazakları giydiği için “Bunları nasıl muhafaza ediyorsun? Sırrını bize de öğret.” diye yakasına yapışmamıza vesile olurdu. Az ve öz yaşamanın sırrına vakıf olmuş, zamanın bir yerinde korunmaya alınmış nadide bir gül gibiydi benim için Meryem.
Şeniz kaz ayakların deyince... Birazdan sıra Meryem’in tutam tutam beyazlamış saçlarına gelecek diye tedirgin oldum. Meryem’in kafası hususi yaptırılmış beyaz haşhaş tarlası gibidir. Niye beyaz haşhaş tarlası? Tabir Meryem’e ait. Meryem Afyonkarahisarlı. Bizim tek bir gelinciğimize karşılık onun mor haşhaşı, beyaz haşhaşı, sarı haşhaşı var. Sahiden haşhaş çiçekleri ile gelincik birbirine çok benzer. Sadece haşhaşların gövdesi uzundur, gelinciklerin gövdesinin birkaç misli. Meryem’in beyaz saçları tepesinin ortasında bir tutam, sağ tarafta bir tutam, ense kökünde bir tutam olarak sahibi kadar nadide bir görüntü sunar. Her bir tutamın hikayesi kayıtlıdır zihninde Meryem’in. Ense kökündeki ak saçlar için “Salih’in gemisi bir daha dönmediğinde...” demişti. Ötekilerin hikâyesini anlatmadı.
Şeniz bakımlı ve güzel olmak için bir ömür boyu seferberlik ilan etmişti. Onca masrafa değmiş miydi? Benim açımdan hayır. Ama Şeniz teni için yaptığı yatırımlardan çok memnundu. O durup durup “Anneannemden kalan Bakırköy’deki evi bedenim için harcadım.” der, ben “Harcadın da ne oldu? Yüzün inişli çıkışlı.” diyemezdim.
Çok tekrarlarsa, sabrımın sınırını kendi patavatsızlık alanına doğru biraz daha genişletmeye kalkarsa, “Ne mutlu sana! Bir anneannen, anneannenden kalan bir ev ve o evi bedenine harcayacak kadar konfor alanın varmış.” derdim.
Şeniz’in Meryem’e yaptığı patavatsızlık görmezlikten, duymazlıktan gelinip “Aman olur böyle şeyler” denilip geçiştirilecek gibi değil. “Sen bir ganimetsin, benim payıma düşen” dedim. Kahkaha attı. “Çok sevindim.” dedi. “Neticede şu koskoca yeryüzünde kaç kişi arkadaşından mahcup olabilir, onun adına utanabilir ki!” diye ilave ettim.
Attığı kahkahanın yarıda kesilmesini beklersiniz. Surat asmasını filan en azından.
Hiç oralı olmadı. “Çok naziksin canım, senin bu nezaketini her zaman takdir ettim.” dedi.
Başladık hiyerarşik üstünlük kurma hamlelerine. Beni takdir eder, beni hoş görür, benimle gurur duyar. “Arkadaşın olarak…” diye başlar. Biz seninle arkadaş değiliz, hiç olmadık. Bak canım, arkadaşlık böyle bir şey değil. Yıllar yıllar önce… Hadi tam rakamı vereyim, 40 yıl önce Nevin’in nikah töreninde tanıştırıldık. Ben Nevin’in, sen Süha’nın sınıf arkadaşıydın. Sonra? Sonrası elem keder. Nevin ile Süha toprak oldu. Birkaç yıl anılarını taze tuttuk, Sahrayı Cedit mezarlığında kabirlerini ziyaret ettik. Velhasıl bizim seninle ne ortak bir geçmişimiz ne ortak bir geleceğimiz olabilir. Beni azat etsen… Böyle ansızın nerede, ne zaman karşıma çıkacağı belirsiz, gündüz gözüne görülen kâbusum olarak karşıma çıkmasan… Bunların hiçbirini diyemezdim elbet.
Şeniz ile beni birkaç dakika bir arada görmüş olan arkadaşlarım, “Öyle biri ile arkadaşlık etmeni hiç anlamıyorum.” diye sitem ettiklerinde, “Arkadaşım değil!” diye izah etme girişimlerim hiç işe yaramadı. Sonunda pes ettim.
Sosyal medya çıkana kadar Şeniz’in “arkadaşımın arkadaşı” kontenjanına dahil idim. Sosyal medyadan sonra izahat “takipleşiyoruz” olarak güncellendi. İyi de benim tek bir sosyal medya hesabım var, o da WhatsApp. Durum filan zinhar paylaşmam.
Şimdi gelelim “ân”ın krizine. Odama gidemem. Ben gidersem peşim sıra Şeniz de gelir. En son benim odama geldiğinde kurumda kilitli kaldık. Odama gidip çantamı almam lazım. Ama nasıl? Çantamı biriyle aldırsam… O biri kim olacak? Acelem var deyip… Desen ne olacak? “Ben de sana eşlik ederim” der. Doktor randevum var. Yok, bu da olmaz. Söz vücut bulur. Allah gizli dertlerimi uyandırır filan. Rahmetli babaannemin duasıydı: “Allah’ım gizli dertlerimi uyandırma.”
“İki sokak ileride falcı açılmış. Randevusuz çalışmıyormuş, ama bir şansımı deneyeceğim.” desem… Rezil olduğumla kalırım. Birisiyle filan karşılaşırım. Şeniz’i falcıda bırakıp kaçabileceğim ne malum.
Şimşek gibi fikir çaktı zihnimde. “Seni Allah gönderdi. Sabaha kadar yapılacak çok işim var. Kimi çağırsam diyordum. Seninle bir güzel hallederiz...”
Şeniz’in yüzü derhal düştü. “Ne işin var?” filan diye sormadı bile. “Ah canım, çok iyi olurdu. Ama benim de bugün erteleyemeyeceğim bir işim var. Gecikmişim hatta. Odana başka zaman uğrarım.”
“İş”, sen ne sihirli ne zehirli bir kelimesin yahu!
Yukarıda dikkatinize sunduğum metin, henüz yayınlanmamış, ortak teması “İş” olan öykü dosyamdan ...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.