“Sayın yazar o cümleyi kurmayacaktın!”

04:0011/03/2022, Cuma
G: 11/03/2022, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

“Sayın yazar, o cümleyi kurmayacaktın. Madem kurdun hesabını vereceksin!Sizi tanımam. Bırakın bir eserinizi, bir yazınızı bile okumuş değilim. Bir cümleniz yetti zaten. Bu mektubu o tek cümleye muhatap olmuş birinin öfkesiyle yazıyorum. Kitabınızı okumadığım halde o tek cümlenizi, kahrolası cümlenizi nereden bildiğime gelince... Acele etmeyin, anlayacaksınız. Bu mektubu sonuna kadar okuma cesaretini gösterin.Evet cesaret. Siz de felsefe okumuşsunuz. Ben de felsefe okudum. Bilirsiniz o vakit. Aristoteles

“Sayın yazar, o cümleyi kurmayacaktın. Madem kurdun hesabını vereceksin!

Sizi tanımam. Bırakın bir eserinizi, bir yazınızı bile okumuş değilim. Bir cümleniz yetti zaten. Bu mektubu o tek cümleye muhatap olmuş birinin öfkesiyle yazıyorum. Kitabınızı okumadığım halde o tek cümlenizi, kahrolası cümlenizi nereden bildiğime gelince... Acele etmeyin, anlayacaksınız. Bu mektubu sonuna kadar okuma cesaretini gösterin.

Evet cesaret. Siz de felsefe okumuşsunuz. Ben de felsefe okudum. Bilirsiniz o vakit. Aristoteles erdemlerin başı cesarettir der. Cesur olun ve bu e-postanın tamamını okuyun. Bir defada anlamayabilirsiniz. Kendinize hak tanıyarak birkaç defa okuyabilirsiniz.

Cümle şu, yani sizin lanet cümleniz: “Çocuklar daima annelerindir.”

Hangi yazınızda, hangi bağlamda kurmuş olduğunuz umurumda değil. Bu cümleyi kurmuşsunuz, o vakit bu cümlenin bütün sorumluluğunu üstlenmeniz gerekiyor.

Yazdığım cümleleri yorumlayabilmeniz için size hayat hikâyemden bahsetmem gerekiyor. Makine mühendisiyim. (Hani biraz önce felsefe okudum demiştim? Okudum, makine mühendisi olarak tatsızlaşan hayatımı açık öğretim felsefe ve sosyoloji ile yenilir yutulur hale getirmeye çalıştım.) Eşim ile, yani eski eşim ile yurt dışında tanıştık. Hayır, zannettiğiniz gibi değil. Türkiye’nin yurt dışı resepsiyonlarından birinde karşılaştık. Onun lisans psikoloji, doktora tarih. Post doktora için oradaydı. Ben doktoramı bitirmiş iş arama aşamasındaydım. Anneleri bilirsiniz. İlle de evlendirmek isterler çocuklarını. Benim annem de standart bir Türk annesi. Sürekli sorup soruşturuyor, sürekli sosyal medya üzerinden İngiltere’deki Türk etkinliklerini takip ediyor. Annem aslında sosyal medya ile filan işi olan biri değildi. Ama arkadaşlarından biri oğlunu bu yöntemle evlendirince... Neyse.

Eski eşim, adı Esin, Esin ile ben Londra Büyükelçiliği’nin resepsiyonunda bir fotoğraf karesinde görüntülenince, anneme göre “buluşmuşuz, varmış bunda bir hayır”... Uzun hikâye diyeceğim de... Hiç uzun değil, biz 3 ay içinde evlendik. Üç yıl sonra da boşandık. Bu bölümler sizi ilgilendirmediği için hızlıca atlıyorum. Bilmeniz gereken kısmı ile yetineceğim. Üç yıl sonra boşandığımızda iki yaşında bir kızımız vardı. Aslı. Hayatta en çok istediğim şey bir kızımın olması idi. Ama kızımın benden uzakta büyümesi değildi. Bu evliliği Aslı için sürdürebilir miydim sorusunu hayatımın her aşamasında tekrar tekrar sormaya devam ettim. Aslı şu an 12 yaşında. Her aşamasında, hayır sürdüremezmişim cevabını vermek durumunda kaldım. Çünkü Esin ve bütün gezegen, karşılarında tek başına Murat. Böyle bir denklem, böyle bir yük olmaz. Evlendiğimizde Esin benim en az on yıl daha yurt dışında kalacağımı biliyordu. Ama ben ona çocuk sahibi olur olmaz döneriz demişim gibi davranmaya başladı. Aslı altı aylık iken İstanbul’a geldi ve bir daha dönmedi.

Kadın yazarlar daima kadınlardan yana tavır koyuyor. Hadi bu doğal diyelim. Fakat hikâyemi anlattığım erkekler baş başa iken bana çok acılar çekmişsin diyor... Başkalarının yanında ise bambaşka telden çalıyorlar. Bir arkadaşım “Senin en büyük hatan

erkek avukat tutmak olmuş, kadın avukat tutmalıydın.” dedi

Adalet, tutulan avukatın cinsiyeti üzerinden temin edilen bir şey mi? Ya da denklem şöyle mi kuruluyor: Kadın müvekkiller kadın avukat tutmalı, erkek müvekkiller de kadın avukat tutmalı. Eee erkek avukatlar sadece ağır ceza davalarına mı girecek! Feministler bu durumu cinsiyetçi bulmuyor mu?

Ben adını koymadığım bir haksızlığı dile getirmek istiyorum. Çok bir şey istemiyorum. Sadece kızımın onu terk etmediğimi, annesi ve ailesinin bana barikatlar kurduğunu bilmesini istiyorum.

Nasıl barikatlar mı? Mesela? Kızımın teyzesi bana telefon açıp “Sen benim yeğenime nasıl böyle davranabilirsin” diyebiliyor. Ben ona “Sen benim kızıma nasıl böyle davranabilirsin” diyemiyorum ama.

Benim yeğenime nasıl böyle davranabiliyorsun diye eski baldızın beni hesaba çektiği konuyu merak edersiniz diye söyleyeyim. Ama yok siz merak etmezsiniz. Dersiniz ki bir teyze bu kadar çileden çıktığına göre kim bilir neler yaptınız. Yaptığım ne? Yaptığım şu:

Anlatmayacağım ya... Niye size bile izahat vermek durumundayım ki. Niye iyi bir baba, sorumluluk sahibi bir baba olduğuma sizi ikna etmek zorundayım ki. Ama gezegenin sistemi böyle. Önce iyi bir sevgili, sonra iyi bir eş, sonra iyi damat, hatta iyi bir damat iyi bir sevgiliden hemen sonra başlaması gereken bir süreç, sonra iyi bir baba. İyi dediğiniz nedir? İnsan kusurlu bir varlıktır. Kusurunu bir başkasında düzeltir. Başkaları tarafından sürekli üzerine kusur yükü bindirilen biri nasıl kendini düzeltebilir ki. Bu bitmeyen savunma hali nedir ya!

Bunda bir tuhaflık yok mu?

Neyse. Derdim ağır. Hiç olmazsa kelimelerle yükü bir süreliğine kalbimden indirmek istedim. Sözün özü, “Çocuklar daima annelerinindir” cümlenizi gözden geçirmenizi, tashih etmenizi, sizin yazdığınız bir cümlenin bir çocuğun istikbaline çizilmiş yamuk bir hat olduğunu bilmenizi isterim. Bana bağlamından koparılmış cümlelerin anlam kaybına uğrayacağından filan da bahsetmeyin. Siz esas yazı yazarken, yazdığınız bir yazıyı kamusal olarak tüketime sunarken parçalanacağını, herkesin her bir cümlenizi bağlamından kopararak kendisi için elverişli, işlevsel, dayanıklı bir nesne niyetine kullanacağını bilin de yazın.

Not: Sizden bana cevap vermenizi beklemiyorum. Ama bu mektubu köşenizde yayınlamak boynunuzun borcu. Adımı değiştirmeyin. Meslek hanemi değiştirmeyin. Eski eşimin adını değiştirmeyin.

Bütün Türkiye aynı anda bir defa beni dinlesin!”

M. Ö./ Makine Mühendisi

Meraklısı için not:

Yukarıda okumuş olduğunuz satırları, muhtevasının daha iyi anlaşılması için düzenleyip “tamir ettim”. Esasında bana gönderilen e-postalar, oldukça kaba ve tehditkar idi. e-postaları gönderen kişi, başından geçen olayları bölük pörçük anlatıyor, hayatının aksayan yönlerinin tamamından “yazar”ın bir cümlesini mesul tutuyordu. Meramını gazete köşesinden ifade etmeye kalkacak kadar yalnız olduğunu düşünerek, onun hislerine tercüman olacak şekilde, gönderdiği e-postaları tek bir mektup olarak yeniden kaleme aldım, fakat yayımlamak için yaklaşık 5 yıl bekledim. (Tarih konusunda hafızam zayıftır. Mektubu Nazife Şişman ile aynı ofisi paylaştığımız günlerde almış olduğumu hatırladığım için beş yıl dedim...)

Niye bu kadar bekledim? Mektubun sahibi tekil bir örnek olarak mı kalacak yoksa bir profil olarak temsil niteliği kazanacak mı sorusuna cevap aradığım için.

Bağlamından koparılmış bir cümleye kendi hayatının bütün yükünü yükleyen bu tavır, beş yıl içinde nadir rastlanan bir örnek olmaktan çıktı, toplumun çocuksulaşması ile bireysel faşizmin artması birbirini destekleyerek hızla ilerliyor maalesef.

#İngiltere
#Londra
#Nazife Şişman