Behçet Necatigil’in “Kitaplarda Ölmek” şiirini bilir (mi)siniz...
“Evvel giden” yazarı ve şairi uğurlarken her defasında Kitaplarda Ölmek’i de hatırlarım. Ömür dediğimiz, parantezin içinde kaydı tutulmuş yıllar mıdır sadece?
Kitaplarda Ölmek
Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır, parantez.
O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.
Ya sayfa altında, ya da az ilerde
Eserleri, ne zaman basıldıkları
Kısa, uzun bir liste.
Kitap adları
Can çekişen kuşlar gibi elinizde.
Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orda
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda.
O şimdi kitaplarda
Bir çizgilik yerde hapis,
Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki.
“Erken giden” in ardından “burada kalanlar” anılarını paylaşır, bazen paylaşımın dozu kaçar, ondan bahsedecek iken kendinden bahseder. Merhum ile çekilmiş birkaç fotoğraf. Taziye sayfasında cümlelerin yerini git gide daha çok fotoğraflar alıyor artık. Gidenin değil de sanki kalanın değeri nihayet anlaşılsın dercesine...
Hayatın hızı fırtınaya dönüşüyor, fırtınadan taziyeler de nasibini alıyor, hüzünler de. Sanki yaşamak bir fotoğraf karesine sığmakmış gibi. Ne kadar fotoğraf o kadar ömür sanıyor postmodern faniler.
Aşağıda okuyacağınız satırları Mart 2006’da yayınladım...
Edebiyat kulisleri en küçük ortak özellikler etrafında gettolaşıp, yandaşlarının eserinin var olmasını, ötekinin “hiç yokmuş” gibi algılanmasına bağlı olduğunu zannederken; edebî bir muhit olarak ayakta durmasını daima taze umut olarak muhafaza etmemiz gereken İslami kesim, derlenip toparlanacağı güne enerji biriktiriyor. Buna inanıyorum. Her şeye rağmen, bu umudu öldürmeden muhafaza ediyorum.
Bu umut olmakta olanı görmeme engel değil tabii. Olmakta olan ne? Şu kadar kitap dergisine rağmen çoğu zaman Müslüman yazarların eserlerinden hiç haberdar değiliz. Bir iki röportaj. Başka! Başka bir şey yok. “Falan yerde konuşur musunuz, filan yerde davetimiz var gelirseniz kitaplarınız satılır” diyen, yazar ile ekran “sanatçı”sını aynı yere koymaya kalkan “hayranlar” var bir de. Yani kitapların gündem yaratmasını ya da eskide kalmış kitapların bir vesile ile gündeme taşınmasını başaramıyoruz.
Akedamyada durum daha da berbat.
Bizde akademyanın edebiyat kolu, ikiye ayrılmış vaziyette. Bir tarafta muhafazakar kimliğe sahip olmanın sadece toprağın altında yatanlarla ilgilenmek olduğunu zanneden bir grup, diğer tarafta en iyi edebiyatın “kötüyü” ortaya getirebilme (anlatabilme demiyorum) kapasitesiyle eş değer olduğunu sanan öteki grup var. Bu ikisinin arasında da skandal yaratarak kendini popüler kılmaya çalışan, çok satan olmaya azmetmiş kitap sahipleri. Yazar olmak ile kitap sahibi olmanın arasındaki fark mimar olmak ile plaza satın alan adam farkı. Yani birinin fikri, kabiliyeti, vizyonu, ötekinin kendisini her şey “yapmaya” yetecek parası var.
Bütün bu satırları Rasim Özdenören’nin sanatının 50. yılını kutlarken, bu kutlamanın Rasim Özdenören kitaplarının tekrar tekrar okunmasına vesile olmasını sağlayacak, edebî kamunun hareketlenmesine tohum olur düşüncesiyle yazıyorum. Çünkü sizi okumaya kışkırtmak istiyorum. Siz belki bir edebiyat öğrencisisiniz, belki edebiyat öğretmeni. Öykü okumayı sevdiğini söylerken, kimliğinin en mahrem çizgisini ele verdiğini sanan bütün zamanların en hassas okurusunuz belki de. Ya da hayata karşı bağışıklık sistemi çökmüş bir hayat yorgunusunuz. O zaman sizi hayata çağıracak kısacık, ama kısalığı ile uyuşmayacak kadar derin öykünün sularına buyurunuz.
Rasim Özdenören’in sanatının 50. yılını kutluyoruz. Özdenören, Müslüman kimlik ile nasıl hikâye anlatılacağını öğreten öykücüdür benim için. Tabir yerinde ise bendeniz görmemeyi Özderören’den öğrendim. Havayı koklamayı ve görmeyi de Mustafa Kutlu’dan. Her sanatkar, önce taklit ederek başlar. Öykü yazıyorum dediğim ana kadar Özdenören’in “Ocak” öyküsünü zihnimde taşıdım. Gördüğüm bütün ocak başı muhabbetlerine zihnimden Özdenören’in ocağına nazire yazarak katıldım daima. Mesafeli olmayı Rasim Özdenören’in öykülerini okuyarak temrin ettim. Tıpkı sokağa çıktığım ilk anda havayı koklayıp Kutlu’nun “Havada leylak kokusu” cümlesine geri dönmem gibi.
Edebiyatı sevdiğimiz, sevdiğimizi paylaştığımız, paylaştığımızı değerli kıldığımız sürece “BİZ” olacağız.
Kültür Bakanı Atilla Koç, Can Dündar’ın kitabının Çince basılacağını bizzat Dündar’a telefon ederek kutlamış. Rasim Bey hangi dillere çevrildi TEDA projesi kapsamında?
Yukarıda okumuş olduğunuz satırları, Rasim Özdenören’in 50. sanat yılı dolayısıyla kaleme almıştım.
23 Temmuz’da Rasim Özdenören’i ebedi yurduna uğurladıktan, yani 16 yıl aradan sonra tekrar nazara vermek istedim.16 yılda edebi kamu ne kazandı ne kaybetti yeniden düşünelim istedim... Sosyal medya paylaşımlarına bakacak olursak pek kimseler kitap okumamış. Kitap okumayanların imdadına paylaşım olarak “Yedi Güzel Adam” dizisi yetişmiş.
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcısı Sayın Taner Beyoğlu’ndan TEDA projesi kapsamında Rasim Özdenören’in kaç kitabının tercüme edildiğine dair bilgi istedim. Kendisinden edindiğim bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum:
Rasim Özdenören’in TEDA projesi kapsamında ilk olarak Gül Yetiştiren Adam kitabı Arapça’ya çevrilerek Ürdün’de yayımlanmış.
Aynı kitap 2019 yılında Bosna-Hersek’te yayımlanmış.
2022’de Kuzey Makedonya ve Azerbaycan’da yayımlanmasına karar verilmiş.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.