“Hepimiz kadınız...”

04:0016/08/2024, Cuma
G: 16/08/2024, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Yanındaki 5-6 aylık bebekle kaldırımların üzerine uzanıvermiş kadın. Bir eli bebeğinin başının altında. Öbür eli öylesine yana bırakılıvermiş. Bebek ile arasındaki boşlukta iki beşlik, üç onluk. Kadın uyumuş numarası yapmıyor, hayır. Sanki çok uzaklardan İstanbul’a, taşı toprağı altın İstanbul’a vasıl olmuş ta İstanbul’un altından bellediği taşlarının/kaldırımının üstüne kendisini öylece bırakıvermiş. Yüz hatlarından, sırtındaki çiçek desenli basma entariden kız olduğu belli olan bebek annesinin


Yanındaki 5-6 aylık bebekle kaldırımların üzerine uzanıvermiş kadın.

Bir eli bebeğinin başının altında. Öbür eli öylesine yana bırakılıvermiş.

Bebek ile arasındaki boşlukta iki beşlik, üç onluk.

Kadın uyumuş numarası yapmıyor, hayır. Sanki çok uzaklardan İstanbul’a, taşı toprağı altın İstanbul’a vasıl olmuş ta İstanbul’un altından bellediği taşlarının/kaldırımının üstüne kendisini öylece bırakıvermiş.

Yüz hatlarından, sırtındaki çiçek desenli basma entariden kız olduğu belli olan bebek annesinin kolu dünyanın en emniyetli yeriymişçesine uyuyor kaldırımda. Başka evlerde başka bebeklerin yatak beğenmez, ilgi beğenmez hallerinden habersiz. Gelip geçenler, bir iki dakikalığına bebeği seyretmeden edemiyor. Bebeğin yüzünde hâlâ cennet rayihası. Kaldırımın üzerindeki bebeği görenler şaşkın bir ifade ile bir anlığına duruyor. Bir anlığına...

Mütereddit.

Daha dün gece TV’lerde dilenci operasyonunu seyredip bir günde kazandıkları parayı, sahip oldukları dairelerin sayısını duyduktan sonra… Siz onlara para verdikçe onlar daha çok çocuğu sömürecek diye “bilinçlendirici” konuşmaları dinledikten sonra... Ülkemize gelmeye devam eden mültecilerin rakamsal karşılığını öğrendikten sonra… Değil para, bakışlarını bile sakınıyorlar. Ama bu küçük bebek. Bu bebek...

“Hiç utanmıyor musun şu küçük masum bebeği dilenciliğine alet edinmeye” diyor çizgili pantolonunu çizgili bir askıyla tutturmuş beyaz keçi sakallı adam. Adamın bağırışı bile kadını uyandıramıyor. Bir hastane odasındaki yoğun bakım hastası kadar dünyadan kopuk.

“Kadın inadına uyanmıyor, uyuyor numarası yapıyor, hesap vermemek için” diye konuşuyor hâki şortlu iki kadın. “Ama bebek de uyanmıyor!” diyor yanlarındaki tombiş küçük kız. Bebeğin, tıpkı annesi gibi yan tarafa uzattığı minik güzel ellerine bakıp, “Bir el bu kadar güzel olabilir mi?” diyerek dokunmak istiyor. “Dokunma!” diye bağırıyor iki kadın birden. 

Tombik küçük kız “öpebilir miyim?” diyor. “NeEE!” diye bağrışıp küçük tombik kızı adeta tartaklayarak uzaklaşıyorlar.

Yumuk minik elli küçük bebeğin yattığı kaldırımların karşısındaki kaldırıma dik inen yolda, bir kadın yanında iki kızı ile birlikte bir metre kare kadar bir yer üzerine yerleştirdiği kasaların üzerine birkaç demet maydanoz dizmiş, müşteri bekliyor: “Bahçe maydanozu, demeti on, demeti on...” Güneş kafalarında lop yumurta pişirecek kıvamda. Kafalarından çok maydanozları düşünüyorlar. Kendilerinin bile ilk defa duydukları sesleriyle sırayla bağırmaya uğraşıyorlar. “Maydanoz, demeti on. Demeti on.”

Demetlerdeki maydanozların miktarı pazarın içinde satılanların neredeyse iki katı. Cömertçe bağlamışlar demetleri. Hepsini satsalar on liradan ne yapar? Fırından ekmek almışlar, iki litrelik markası bilinmeyen gazozlardan bir gazoz. Gazozun yarısı bitmiş. İkinci bardak için “Karnınızı doyurmadan olmaz” diye itiraz ediyor anneleri. Güneşin gözünde bekleşiyorlar. Belli ki daha siftah bile edememişler. Genç kadın, birisi 10-12 yaşlarında öteki 5-6 yaşlarında olan kızlarının umudunu canlı tutmak için “Bakarsınız lokantadan gelirler, hepsini birden alırlar” diyor. İnanmaya çalışıyor ağzından çıkana. Kalbi pırpır. Ya zabıta gelirse. Ya maydanozlarını ayak altına alıp ezerse…

Kadınlar geçiyor önlerinden. Pazara bile makyajsız gitmeyen, süslü, bakımlı kadınlar... Pazar arabasını güçlükle sürükleyen, kemikleri ve kasları erimiş, kemikleri ve kaslarından öte umutları tükenmiş, başka ülkelerde orta yaşını zevkle idrak eden ama bizim ülkemizde aynı yaşta çoktan ihtiyar olmuş kadınlar geçiyor.

Ne şık bakımlı kadınlar bakıyor maydanozlara ne de emekliler, emekçiler. Şık kadınlar, gidecekleri tatili konuşarak, alacakları mayoyu tarif ede ede geçip gidiyor. Ötekiler, değil mi ki maaştan emekli oldular her türlü zevkten de emekli olması beklenenler, tencereye girecek, girmişken bir müddet öğün olacak bütçeye uygun sebzenin bu hafta hangisinin olacağını düşünerek ayaklarını yerden kaldıramadan ayakları ile birlikte pazar arabasını da sürüyerek gidiyor. Geçen hafta neredeyse yirmi cm büyüklüğündeki bamyalardan almışlardı ucuz diye. Dişlerinin kesmediği bamyaların ucuzluğu da bir işe yaramamıştı ya…

“Demeti on demeti on” diye bağırıyor kızlar, sivri topuklu parlak renkli terliklerin üzerinde sekerek yürüyen kadınlara özenerek baka baka...           

Park edilmiş iki arabanın arasına maydanozlarını koyan kadın öndeki arabalardan birinin kapısını, kızıl saçlı, ince, uzun kadının açmaya girişmesiyle endişeleniyor. “Hanımefendi” diyor endişe ile. “Aman dikkat et. Arabanı arkaya fazla ...” Cümlesini tamamlayamıyor bile. Öteki, mor camlı beyaz çerçeveli gözlüklerinin arkasından gözlerini taramalı bir tüfek gibi gezdiriyor kadının üzerinde. “Seni zabıtaya şikâyet etmediğime şükret. Buraya pazar açılır mı? Pazar orda, git orda sat otlarını.”

Pazarda satmak için işgal parası vermesi gerektiğini, halbuki ta Gebze’den maydanozlarını getirmek için tren parasını zor bulduğunu nereden bilecek bu kadın. “Hepimiz kadınız” diyor mor gözlüklünün camın arkasındaki gözlerini bulmaya çalışarak.

“Hepimiz kadınız” lafını duyar duymaz mor gözlüklünün cinleri tepesine çıkıyor. Haddini bilmezin kendisiyle eşitlenmeye kalkışmasıyla çileden çıkıp inadına arkaya kaçırıyor arabasını. Maydanozların yanına koydukları gazoz şişesi arabanın altında kalıp eziliyor. Pet şişeden fışkıran gazoz maydanozları ıslatmasın diye can havliyle maydanozları topluyor kadın. Biraz önce kızlarının gazozdan birer bardak daha içmelerine mâni oluşunu pişmanlıkla hatırlıyor.

“Hepimiz kadınız” diye tekrarlıyor gözyaşını gözünde kurutmaya azmederek. Sonra bir zikir gibi tekrarlıyor. “Evvela insanız. Atamız Adem’in çocukları... Kimi Habil’in kimi Kabil’in soyundan...”

Ağır havayı, içindeki kederi dağıtmak için kızlarına “Hadi sırayla birbirimize bir hikâye anlatalım” diyor. Büyük kız “Anlatmayalım” diyor. “Bizim hikâyemizi kimse duymasın.” 

“Bizim hikâyemizi kimse duymasın” cümlesini benden başka duyan oldu mu? Şu kargo pantolonlu kadın duydu mu mesela? Onun için mi bütün maydanozları almaya talip oldu: “Maydanozların tamamını almak istiyorum.” Kızların annesinin şaşkınlıkla soran bakışlarını “Evet tamamını istiyorum. Çok tazeler.” diye cevapladı. “Nasıl tamamını?” diye sordu kızların annesi. “İşte buradakilerin” dedi acele ile kargo pantolonlu genç kadın. Kasaların üzerindeki maydanozları sarıp “Burada on demet var” dedi kadın. “Tamam, hepsini alıyorum.”

Kargo pantolonlu genç kadın maydanozların parasını verip demetleri sırt çantasına yerleştirirken küçük kızlar ağacın altındaki plastik çantadan yeni demetler getirdi. Kadının “Hangi tamamını?” sorusunu anlamış oldum böylece. 

Kadın yeni demetleri da almaya kalkınca “Lokantacı mısınız?” diye sordu kızların annesi. “Halamın iki sokak ilerde küçük bir dükkânı var. Esnafa yemek yapar. Herkes tanır onu. Size bir yemek ısmarlayayım. Hem kızınız kimselerin duymasını istemediği hikâyesini bana anlatır belki.”

“Yok anlatmam” dedi büyük kız.

Küçük kız “Sen başkalarının hikâyesini ne yapacaksın ki?” diye sordu. “Ben hikâye topluyorum, bir nevi hikâye avcısı...” dedi kargo pantolonlu.

“Yani bugün de bizi avladınız.” dedi kızların annesi. Sonra da hiçbir şey demedi. Kargo pantolonlu kadının muhabbeti ilerletme girişimleri yarım kaldı. Son bir ümit “İrtibatta olmak isterim, kartımı bırakayım size.” dedi. Kartı küçük kız aldı. Bel-ge-sel-ci diye okudu yüksek sesle. Sonra bu belgeselci abla annesini pazarcı sanmasın diye “Benim annem de öğretmen.” dedi.

Büyük kız içindeki öfkeyi “Öğ-ret-men-Dİ.” diye saldı dışarı.


Meraklısı için notlar

Okumuş olduğunuz metin iş üzerine kaleme aldığım dosyadan bir öykü. Yaklaşık 30 yıl öncesinin tanıklığı. 1991’in Mart ayından itibaren  Saddam Hüseyin rejiminden kaçan yaklaşık 400 bin Peşmerge’nin göç hikayesinin ekranlarda olduğu bir dönemde Çarşamba günleri kurulan (artık kurulmuyor) Bostancı pazarından bir sahne. Kaldırım üzerinde yatan o kadın Türkçe bilmiyordu, kimdi, nereden ve nasıl gelmişti...

Kızları ile maydanoz satan öğretmen kadının hikayesini de bilmiyorum. Gerçek hayattan tanık olduğum bu sahneyi hikaye kurgusu ile tamamlayıp hikayeyi bütünlemeyi  düşünmedim. Metnin içinde kadının başörtülü olduğundan ise özellikle bahsetmedim.

#Toplum
#Aktüel
#Hayat
#Fatma Barbarosoğlu