Geçmişte bir gün...

04:006/09/2024, Cuma
G: 6/09/2024, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Günümüzün çocukları görmeyi ve hissetmeyi nasıl ve nerede öğreniyor bilmiyorum, lâkin bilmeyi çok istiyorum. Neye şaşırıyorlar, nelerden heyecan duyuyorlar ve hayal dünyalarını neler süslüyor? Merakları hangi bahçenin meyvesi? Zaman zaman torun sahibi olan arkadaşlarım torunlarının söylediklerini heyecanla anlatırken “Lütfen bunları kaydedin, çok kıymetli” diyorum. Kaydediyorlar mı? Pek sanmıyorum. “İyi fikir” deyip unutuşun bahçesine gömüyorlar, o an heyecanla paylaştıkları sahneyi. Benim kuşağım

Günümüzün çocukları görmeyi ve hissetmeyi nasıl ve nerede öğreniyor bilmiyorum, lâkin bilmeyi çok istiyorum. Neye şaşırıyorlar, nelerden heyecan duyuyorlar ve hayal dünyalarını neler süslüyor? Merakları hangi bahçenin meyvesi?

Zaman zaman torun sahibi olan arkadaşlarım torunlarının söylediklerini heyecanla anlatırken “Lütfen bunları kaydedin, çok kıymetli” diyorum. Kaydediyorlar mı? Pek sanmıyorum. “İyi fikir” deyip unutuşun bahçesine gömüyorlar, o an heyecanla paylaştıkları sahneyi.

Benim kuşağım görmeyi ve hissetmeyi masallardan, kıssalardan öğrendi, tıpkı bizden önceki kuşaklar gibi. Onun için biz ebeveynlerimizle aramızda salınan sözlü kültürün görünmeyen bağının himayesi altında idik.

Görmeyi masallardan nasıl öğrendiğimi bir masal üzerinden anlatayım: Küçük kız akşam olunca uzaklarda yanan ışığı merak eder. Orada kimler oturur, nasıl yaşarlar? Bir gün merakını gidermek üzere yollara düşer. Oraya vardığında yaşıtı bir kız görür. O kız da uzaklardaki o ışığı yanan evi, yani yollara düşüp gelen kızın evini, o evdeki hayatları merak etmektedir.

Tolstoy’un Anna Karenina romanının ilk cümlesi “Mutlu aileler birbirine benzerler. Her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” cümlesinin ardında bu masaldan bir iz bulunabilir mi? Mümkündür.

Başka hayatları merak ederken daima bu masalı hatırlar, merak ettiğim boşlukları kendi hayat tecrübemi aktararak doldururdum.

Bu masal en çok İstanbul-Afyon, Afyon-İstanbul arasında yaptığımız gece yolculuklarında o sıra ışığı yanan evlerin pencerelerine bakarken aklıma gelirdi. Saat gecenin ikisinde, şu apartmandaki bütün daireler karanlığın arkasına sinmiş iken o dairenin sakinleri neden ayaktaydı? Hastaları mı vardı? Bir haber mi almışlardı? Acı bir haber? Kim yaşıyordu orda? Kendi hayatımdan bulup çıkardığım bir sahneyi merakımı doyuran nimet gibi karşılar, yavaş yavaş uykuya teslim olurdum.

Başka hayatlara duyduğum merak üniversite yıllarında merkezine zamanı aldı. “O yıl, o gün” ne olmuştu sorusu peşinde kök saldı. Yaprak takvimlerinin tarihte bugün köşesinde -o minicik yaprakta neler neler olurdu- geçmiş yılların kahramanlık destanları, o gün doğanlar, o gün ölenler zikredilirken adı geçen öznenin/kahramanın sıradan bir gününü merak ederdim. Hal böyle olunca üniversite yıllarında en çok yazarların günlüklerini okumayı sevdim. Günlükleri asla sırayla okumazdım, ben hangi günün içindeysem tam da o gün günlüğün sahibinin ne yazdığını okumayı severdim.

Mesela aşağıda dikkatinize sunacağım V. Woolf’un günlüğünden bir gün ile Şair Nigâr Hanım’ın günlüğünden Ağustos sayfasını kopyalarken bir kurgu metin hayal etmiştim. O kurgu metni yazmak nasip olmadı ama siz değerli okuyucularım için, özellikle genç araştırmacılar için farklı bir duygu dünyasına kapı aralar diye dikkatinize sunuyorum.

7 Ağustos Çarşamba 1918

“...Brailsford’ın Milletler Cemiyeti üzerine bir yazısı var bir de Katherine Mansfield’in ‘Mutluluk’u üzerine. ‘Mutluluk’u “Bu kadının işi bitti artık!” diye haykırarak yere fırlattım. Hakikaten, böyle bir öykü ona kadın ve yazar olarak daha ne kadar çok inanç duymayı gerektirecek, bilemiyorum. Zihninin çok sığ bir toprak olduğu gerçeğini kabullenmem gerekiyor korkarım, çok çıplak bir kayanın üzerine döşenmiş ancak bir iki santim kalınlığında bir toprak. ‘Mutluluk’ ona daha derine inme fırsatı verecek kadar da uzun. Bunun yerine yüzeysel zekiliklerle yetiniyor; fikir bütünüyle cılız, ucuz; her ne kadar kusursuzluktan uzak da olsa gene de ilginç olan bir zihnin görüş kudretini yansıtmıyor. Kötü de yazıyor. Ve sonuçta, dediğim gibi bana onun insan olarak nasırlaşmış ve sert biri olduğu izlenimini verdi. Yeniden okuyacağım; ama sanmıyorum değişeceğimi. Bunun gibi şeyler yazıp durmaya devam edecek, o ve Murry (John Middleton Murry: Eleştirmen, Katherine Mansfield’in kocası) bunlardan gayet de memnun kalacaklar. İçime sular serpildi şimdi gelmedikleri için. Yoksa kişiliği ile ilgili bütün bu itirazlarımı bir öyküye yansıtmaya çalışarak anlamsızca mı davranıyorum?” (V. Woolf, Bir Yazarın Güncesi, s.18)

Yazarların, çağdaşı olan yazarlar hakkında yazdıklarını okurken şu yordamı edindim: Yazılanlar, yazılan kişi hakkında değil, yazan kişi hakkında bilgi verir. Yukarıda okuduğunuz satırlarda Woolf’un haksızlık ettiğini, Mansfield’in Türkçeye “Katıksız Mutluluk” adıyla çevrilmiş olan öyküsünü okuyan herkes fark eder. “Katıksız Mutluluk” çok güzel bir öyküdür ve Mansfield’in öykü evreni kesinlikle Woolf’un öykü evreni ile mukayese edilmeyecek kadar muhkemdir.

Romanlarını tekrar tekrar okumaktan zevk aldığım Woolf’un öykülerini adeta “vazife icabı” okudum.

Gelelim Şair Nigâr Hanım’ın günlüğüne...

Fi 26 Temmuz (7 Ağustos 1888)

“Sabahleyin her günkü gibi meşgul olup toilette’imi yapmak üzere iken Alman Hocam gelmekle dejeuner edip dersimi aldım ve Mösyö Devlet gelinceye kadar validemle musahabe edip piyano dersi alıp gouter dahi ettikten sonra Münir’imi beraber alıp İstinye üzerindeki metruk mezaristana gittim; ve orda bulunduğum bir saat müddeti nazm-ı eş’âr ile geçirdim. Diner’den sonra alelade piyano meşk ettim.” (Şair Nigâr Hanım, Günlük, s. 315)

Yukarıdaki birkaç cümleyi her yıl okuyup altına not almışım. İlk okuyuşta “Şair Nigâr Hanım böyle mi konuşuyordu günlük hayatında? Şair Nigâr Hanım’ın günlüklerini okurken günümüzün ‘plaza Türkçesi’ ile karşılaşmak şaşırtıcı” diye yazmışım.

Birkaç yıl sonra “Nasıl bir duygu geçişidir ki metruk kabristanda nazm-ı eş’ardan sonra piyano meşk etti!” diye yazmışım.

En son geçen yaz “Keşke piyanoda ne meşk ettiğini de söyleseymiş” diye yazmışım.

Yazmayı planladığım kurgusal metnin ana ekseni şu idi: Zamanın bir yerinde harflerin gövdesine yüklenen “o an” başka bir zamanda başka bir özne için ne ifade eder? Bir metin zamana direnirken ona bu direnci veren özellik, onu yazan özneden mi kaynaklanır yoksa onu şimdi burada, bu zamanda okuyan özneden mi?

Böyle işte...

#zaman
#hafıza
#merak