7 Ekim 2023, Hamas İsrail’in güneyine saldırı başlattı. İsrail Başbakanı Netanyahu bir video yayınlayarak İsrail’in savaş halinde olduğunu ilan etti.
Savaş, İsrail–Hamas Savaşı olarak etiketlendi.
Devletlerin siyasi emelleri, güç gösterileri, 1948’den bu yana Filistin halkını parça parça imha ediyor. Bir devleti olmayan bu milletin neden bu halde olduğu artık hiç konuşulmuyor.
16 Ekim 2023. İsrail Gazze’ye bombalar yağdırırken gidecek başka yerleri olmadığı için hastaneye sığınan çocukların, bahçede çekilmiş videosunu görüyoruz. 16-17 yaşındaki ağabeyler, ablalar, çocukların her yerde çocuk olarak kalması için küçüklere oyunlar oynatıyor.
Bir gün sonra. 17 Ekim’de hastanene bombalanıyor. Hastane bombalanmadan önce “zamanlama manidar” DW nelerin savaş suçu sayılıp nelerin sayılmayacağına dair, İsrail’in imajını temiz tutmak için haber yapıyor. Almanya’nın sesi “haberlerden haberli olmak isteyenleri” titizlikle bilgilendiriyor. İsrail hastane bombalar mı? HAYIR HAYIR! Ha bombalarsa eğer kendi bekasını korumak için yapmıştır. Görüntüye aldanmayın. Hayatını kaybeden hastalara, ölen bebeklere odaklanmayın. Savaşta olur böyle şeyler.
2023 Ekim’inde İsrail’in hastane bombalayacak kadar zalimleşen siyasetine ve vahşi katliamlarına sadece bir avuç insanın sessiz kalmadığını idrak etmek için İsrail’in resmen kurulduğu ve Filistin halkı için Felaket Günleri’nin, Nakba/Nekbe’nin başladığı 1948 yılına gidelim.
Nisan 1948.
Deyr Yasin köyünde Siyonist militanlar 100’den fazla Filistinliyi katlediyor. Katliam haberi ile birlikte Filistinliler komşu Arap ülkelerine kaçıyorlar. Can pazarı. Gidenler geri dönebileceklerini ümit ediyorlar, ama kendi vatanına yıllar sonra ancak bir mülteci gibi dönebiliyorlar.
Mayıs 1948
İsrail Devleti resmen kuruluyor. Dünya İsrail’i kınıyor mu? Filistinlilerin yerinden yurdundan edilmesine tepki göstermiyor güç odakları.
2023 Frankfurt Kitap Fuarı’nda Filistinli yazar Adania Shibli’ye ödül takdim edilecek… Tam da İsrail Gazze’yi bombalarken; “oraya giderseniz canınız emniyette, burada durursanız kurtulursunuz” diye sivil halkı can derdine düşürürken Türkçe’ye Küçük Bir Ayrıntı adıyla çevrilen romanın da yazarı olan Shibli’ye ödül verilmeyeceği ilan ediliyor. Kurt sürüyü boğazlarken “Bir sorun bakalım, kurt niye kızmış” diyenlerin politikası için çarpıcı bir örnek, verilen ödülün geri çekilmesi.
Olanlar size de Gerçek Bakanlığı’nı hatırlatmıyor mu?
Gerçek Bakanlığı da ne diyeceksiniz. 20. yüzyılda yayınlanmış, yıllarca birbirine rakip gösterilmiş, yayınlandıkları günden itibaren birbiri ile mukayese edilmiş, hangisinin geleceği daha isabetli şeklide öngördüğü üzerine tartışmalar yapılmış iki romanın izinden yol alalım. Aldous Huxley’in kaleme aldığı Cesur Yeni Dünya ve 1948 yılında yayınlamayı planladığı için 48’in tersten okunuşu olarak romanın adını 1984 olarak koyan George Orwell’in 1949’da yayınlanan romanı. Yazarların ikisi de İngiliz.
Damızlık Kızın Öyküsü (yayın tarihi 1984) adlı distopik romanı ile tanınan Margeret Atwood hangisinin geleceği daha iyi öngördüğü tartışmasına şöyle katılıyor: “20. yüzyılın ikinci yarısında, iki öngörülü kitap gölgesini düşürdü geleceğimize. Biri zalim, beyin yıkayan, totaliter bir devletin korkunç tasavvuruyla George Orwell’in 1949’da yazdığı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’tü; Büyük Birader’i, düşünce suçunu, Yenikonuş’u, bellek deliğini, Sevgi Bakanlığı adlı işkence sarayını ve insanlığın yüzüne sonsuza dek basan bir çizmenin cesaret kırıcı manzarasını bize veren kitap.
Diğeriyse Aldous Huxley’nin farklı ve daha yumuşak bir totalitarizm şeklini sunduğu Cesur Yeni Dünya’ydı (1932); refahın gaddarlıkla değil de mühendislikle, şişelerde büyütülen bebeklerle, hipnoz üzerinden iknayla, üretim çarkının tekerleklerini sürekli döndüren sınırsız tüketimle, yönetimdekiler tarafından dayatılan, cinsel hüsranı ortadan kaldıran rastgele birlikteliklerle, oldukça zeki bir idari sınıf ile basit işlerini sevecek şekilde programlanmış yarım akıllı işçilerin oluşturduğu alt grup arasında değişen, önceden belirlenmiş bir kast sistemiyle ve somayla, yani hiçbir yan etkisi olmaksızın anında mutluluk veren bir ilaçla elde edildiği bir totalitarizm.”
Atwood yukarıda alıntıladığım 2007 yılında yazmış olduğu makaleyi şöyle bitiriyor: Hangi şablonun kazanacağını merak ettikten ve soğuk savaş yılları boyunca 1984’ün önde görünmesine rağmen Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla (1989) bir devir bitip alış-veriş çılgınlığının başladığı devre geçilmesiyle Yeni Cesur Dünya’nın öne geçtiğini düşündüklerini ama 2001 New York’un İkiz Kuleleri’ne düzenlenen saldırı ile 1984’ün Sevgi Bakanlığı’nın yeniden devreye girdiğini söylüyor. Diğer taraftan dört bir tarafımızı çeviren AVM’lere bakarsak Cesur Yeni Dünya da bizimle.
Atwood makalesini 2007 yılında yayınladığı için sosyal medyanın hayatımıza dahil ettiği haz, gözetlenme ve gözetleme kültürü ile 1984 ve Cesur Yeni Dünya’nın müthiş uyumlu beraberliğine dikkat çek(e)miyor elbet. “Bir gram somamı alırım, keyfime bakarım” mottosu sosyal medyada kendi sahnesini inşa etmiş “içerik üreticileri” ile çoktan hayata dahil oldu.
Binlerce Filistinli, yetişkin ya da çocuk olmasına aldırılmaksızın katledilirken ABD Başkanı, İsrailli meslektaşını ziyaret ederek aşk ile kucaklıyor. Bu kucaklama anını anlayabilmek için Mourid Barghouti’nin otobiyografik anlatısı Şairin Filistini’nine dönelim:
“1948 nakbasında mülteciler komşu ülkelere “muvakkaten” sığındılar. Ocakların üstünde yemekleri olduğu halde açık bırakarak çıktılar evlerinden, birkaç saat sonra dönmek üzere. Çinkodan ve tenekeden yapılma kamplara “geçici olarak” dağıtıldılar. Amman’da akabinde Beyrut’ta silahlara sarılan komandolar “geçici olarak” savaştılar. Daha sonra Tunus’a ve Şam’a “geçici olarak” gittiler. Özgürlük olarak yaptığımız ara programlar “geçici olarak”tı, sonra gelip bize Oslo’yu “geçici olarak” kabul ettiklerini söylediler vesaire vesaire. Her birimiz kendimize ve diğerlerine hep şunu söyledik: “Durumlar kesinleşene kadar.”
İki yaşlı lider dünyanın gözü önünde kendi vahşi planlarının “kesinleşen” sahnesini kutluyor bu kucaklaşma ile.
Tanık olduğumuz vahşet karşısında “Şimdi ne yapmalıyım?” sorusunu her defasında biraz daha çökerek ve yanarak tekrarlıyoruz.
Sırtımızda tuz çuvalları ile çuvalı ıslatmadan nehri hasarsız geçmek için didinmeliyiz. Nasıl mı? Maddi olarak desteklerimizi göndermeli, manevi olarak dualarımızı dualara eklemeliyiz. Teheccüd halkası, kalbi olan herkesi içine alarak genişlemeli, genişlemeli...
Diğer taraftan, yaptığımız her işi aşk ile şevk ile ihlas ile yapmalı, Cesur Yeni Dünya düzenine, fıtratı koruyan, sanatı kollayan, tefekkürü inşa eden atmosfer ile karşı çıkmalı, doğal iletişimi azami düzeyde sürdürmeliyiz.
Duygularımıza ipotek konmaması için sanatı diri tutmak zorundayız. FKÖ zamanında çift kutuplu dünyanın sağladığı imkanlar ile antikapitalistler, Filistinli şair, yazar ve sanatçıların sesinde Filistin halkının maruz kaldığı vahşetin bütün dünyada duyurulmasına destek veriyordu. Ki onların pek çoğu vatanlarından uzakta öldürüldü. Özellikle iki sanatçıyı hatırlatmak istiyorum.
Ghassan Kanafani: (1936-1972). FKÖ üyesi. Mossad tarafından aracına bomba yerleştirilerek öldürüldü. Güneşteki Adamlar (1962) başta olmak üzere pek çok romanı vardır.
Naji al- Ali (1938-1987): Filistin direnişinin sembolü Hanzala (Hanzele) karakterinin çizeri. Londra’da boynundan vurularak öldürüldü.
Küresel Gerçeklik Bakanlığı, Orwell’in romanında değil, aramızda ve beyazı siyah, siyahı beyaz göstermek için giderek daha aktif bir şekilde eylem yapacak önümüzdeki yıllarda.
Filistinli sanatçılara verilen ödüllerin geri alınması, fuarda yapacakları konuşmaların iptal edilmesi de zihinlerdeki ak ve karanın yerini değiştirmeyi hedefleyen adımlar.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.