Muhafazakâr kadınların varlığını tesettüre indirgeyen, tesettürlü kadını da gözlerden uzak bir yere hapsetmeyi arzulayan zihniyet, modern-çağdaş kadını bedeni üzerinden “onore ederek” ne kadar dekolte o kadar makbul anlayışını her vesile ile güncelliyor.
Bazı muhafazakâr erkekler, tesettürlü kadınlar yeterince tesettürlü değil diyerek; bazı “çağdaş kadınlar”sa sınırsız soyunma hakkı ile özgürlük arasında bağ kurarak, her zaman gündem olmayı başarır necip ülkemizde.
Gündem dışı kalan biri, kadınların giyimi-kuşamı hakkında söz söyleyerek itibarını yenileyebilir ya da itibarını tamamen kaybedebilir.
Mesela?
Bir zamanlar ekranlarda “flört programı” sunarak kitlelere ulaşan tiyatrocu Nurseli İdiz, Sabah gazetesinden Tuba Kalçık’a verdiği söyleşi ile haftanın gündemi oldu:
“Ben sol görüşlü bir insanım, doğru neyse onu söylerim. ‘Bu iktidar toplumu ayrıştırıyor’ diye şikâyet edenler var. Asıl ayrıştırmayı başlatan laik kesim. Başörtüsünü yasakladılar, insanlar mağdur oldu… Şimdi ‘Afganistan İran olacağız’ falan’ diyorlar. Yok öyle bir şey. Sokaklarda kendileri donla dolaşıyorlar. Her dakika çıplak kadın görmekten fenalık geldi.”
https://www.sabah.com.tr/galeri/magazin/nurseli-idiz-turkiye-muhafazakarlasiyor-diyen-sokaga-ve-sosyal-medyaya-baksin (12 Haziran 2023)
1960 doğumlu Nurseli İdiz’in yukarıdaki görüşleri sosyal medyada muhafazakârlar tarafından takdirle karşılandı. Ben takdirimi saklı tutuyorum. Bu cümleler Birgün, Cumhuriyet gibi gazetelerde yapılmış bir söyleşide geçseydi “sol görüşlü bir insan” olarak yaptığı eleştiri hakikaten yerini bulurdu. Bahsi geçen gazeteler bu görüşleri yayınlar mıydı? Elbette hayır.
Başkaları adına utanmaktan bahsedip “yüzleşme” fiilini pek sık kullananlar, “Aynaya gözü kapalı bakma hakkını kullandı” ve “Bir zamanlar sen de böyleydin” temalı Nurseli İdiz fotoğrafları paylaştı. Nurseli İdiz’in don dediği, moda tabiriyle mini şort konusunda bazı kesimlerin “hassasiyeti”nin daha iyi anlaşılması için 2013 yılına gidelim ve “diren şort” kampanyasını hatırlayalım...
Meral Tamer’in gözlemlerini aktardığı bu yazıya o dönemde Nurseli İdiz nasıl bir tepki vermişti hatırlamıyorum. Hatırladığım kadarıyla Meral Tamer yalnız bırakılmıştı.
Seküler kesim kendini kamusal alanda dekolte üzerinden savunurken muhafazakârlar, dizilerin “kamusal alanı”na ziyadesiyle takılmış durumda. Hollywood dizi ve filmlerindeki şükran günü sofralarına, Noel ağacı süsleme etkinliklerine özenenler, “Neden hiçbir dizimize Ramazan gelmiyor?” şikâyetini dile getirir her yıl.
Bu eleştiriye ucundan kıyısından cevap vermeye niyet edenler, her türlü şeytanın serbest dolaştığı dizi temalarının içine, bir iftar, bazen de bir sahur sofrası yerleştirir, oruç tutmayan insanlar iftar sofrasında, sahur sofrasında buluşur. Ramazan davulcusu da bir karede görününce toplumsal barış, birlik ve beraberlik ideali gerçekleştirilmiş olur(!) Böylece dizilere Ramazan-ı Şerif’in ruhu hiç uğramasa da bir yemek sofrası Ramazan teması olarak dahil edilir. Sofraya ürün yerleştirmesi de yapılınca yapımcının keyfi iyice yerine gelir.
Dizilere niye Ramazan gelmiyor diyenlerin dile getirdikleri ikinci sorun ise başörtülü kadınların yokluğu. Vakti zamanında Sinan Çetin bu eleştiriyi dile getirmiş, muhafazakâr kesim de Sinan Çetin’e canı gönülden destek çıkmıştı.
Sinan Çetin’in attığı tohum yeşerdi mi?
Bir Başkadır dizisinin temizlikçi başörtülü karakteri ve imamın, ailesinden gizlice gece kulübüne giden başörtülü kızı çok ilgi çektiği için mi bilmiyorum, 2022 yılından itibaren dizilerde başörtülü karakterler çoğaldı. Baba dizisinin halkı sömüren “dinci” karakteri Salahattin’in gelini, evde başörtülü dışarda uçlarda yaşayan biri iken Baba dizisinin ana karakteri olan, sosyal dayanışmanın lideri Kadir’in sevgilisi oldu. Filmin sonunda Kadir öldü. Salahattin’in eski gelini, oldukça dekolte bir kıyafet içinde, Kadir’den olan oğlunun elini tutmuş bir şekildeki görüntüsüyle rolünü tamamladı.
Baba dizisinde Emin Bey ve karısı Fazilet Hanım, İzmir/Ödemiş Müslümanı olarak idealize edilirken gelinleri ve kızları modern bireyler olarak sunuldu. Böylece “Bizim babaannemiz de örtülü, dedem de hacı” söylemi, dizi üzerinden bir kez daha güncellenmiş oldu.
Camdaki Kız’ın annesi Feride Hanım, hurafelerle örülü hayat tarzı ile sözüm ona muhafazakâr bir karakter olarak ortaya kondu. Nihayet 60. bölümde Feride Hanım, önce şükür namazı kıldı, ardından ilaç içerek hayatına son verdi. Bkz. post modern dindarlık.
Ömer dizisinin, baş karakteri, din dersi öğretmeni, müezzin Ömer’inin dindarlığı, oruç tutmayacak kadar dine mesafeli, kendinden yaşça büyük, çocuklu bir kadına aşkı üzerinden ilerleyip seküler kesimin takdirini kazanırken; Ömer’in öfkeli, tutarsız, “radikal ağabeyi”nin saf ve çaresiz karısı Şükran, tesettürlü ezik kadın temsili olarak misyonunu tamamladı.
Seküler-dindar ayırımını kabaca birbirinden farklı bir yapıda kurmayı hedefleyen Türk dizi sektörünün ince şeyleri düşünmeye ne niyeti ne de vakti var. Bu yüzden mekan kullanımında zihniyet kodlarını, toplumsal sınıfı dikkate almıyor; kaba bir tasvir üzerinden “onlar/şunlar/bunlar” ayırımı yaparak, karakter inşa ederek değil, kitlesel temsil ile taraftar kitlesi oluşturarak reytingi garantileme hedefi güdüyor.
Mesela Ömer dizisinde, yatalak babaanne, imam ve oğlunun yaşadığı evin kanaviçe örtülü sedirlerle döşenerek muhafazakâr mekan olarak tanzim edildiği ve böylece hayat tarzı uzaklığı inşa edilmeye çalışıldığı görülüyor.
Muhazakâr-seküler dünür çatışması teması üzerine kurulan ve bu tema üzerinden kendini var eden Kızılcık Şerbeti dizisi ise mekân paylaşımını, dizinin ilk bölümündeki vurgu üzerinden tamamlayarak bitirdi sezonu.
Müstakbel eşinin muhitine oldukça iddialı dekolte kıyafetler içinde giden Kıvılcım Öğretmen’in, mekânda bulunan tesettürlü kadınların yargılayıcı bakışlarına hedef olduğu sahne ile dizi “tarafsızlık çemberi”ni sözüm ona tamamlamış oldu.
Dizinin ilk tanıtımı, Kıvılcım Öğretmen’in bir alışveriş merkezinde tesettürlü kadınlarla ilgili “Bunlar da her yerde!” cümlesini sarf ettiği sahne ile yapılmıştı.
Kendisine çarptığı için pardon diyen bir başörtülüye “Bunlar da her yerde!” diye tepki gösteren Kıvılcım Öğretmen ile başörtülü kadınlar arasındaki tartışma sahnesini hatırlıyorsunuz muhakkak. Hatırlatayım:
-Bunlar da her yerde!
-Ne dedin sen?
-Pardon. Bana mı dediniz?
-Evet sana dedim. Sen bize laf mı atıyorsun?
-Siz üstünüze niye alınıyorsunuz? Ait olmadığınız bir yerde misiniz ki!
Henüz lise öğrencisi olan kızı Çimen bile annesinin yaptığı kabalığın farkında iken eğitimci Kıvılcım Hanım, Cumhuriyet tarihinin gardrop modernleşmesini temsil edişi ile kamusal mekanların giriş biletini elinde tutan bir edada sopa sallıyordu.
Dizi keskin Kıvılcım karakterini hayat tarzından, yani dekoltesinden asla vazgeçmeyen karakter olarak “ruhi olgunluğa” taşıdı. Kendisinin alış-veriş merkezinde yaptığı başkalarını mekâna yakıştırmama hamlesini, muhafazakar otel açılışında tesettürlü kadınlar kendisine karşı yapınca “Kişi kınadığını yaşamadan ölmezmiş.” cümlesi ile gösterdi Kıvılcım öğretmen “olgunluğunu.”
Soru şu: Dekoltesinden vazgeçmeyen “o kadınlar” neden ille de muhafazakâr erkeğe âşık oluyor?
Kızılcık Şerbeti’nde olumsuz özelliklerle bezeli muhafazakâr kadın temsilinin tam karşısına negatif seküler erkek karakteri yerleştiren senarist, dizinin mimarisini hangi toplumsal “duyarlılığa” ya da çatışmaya oturtmuş oluyor?
Abdullah Bey ve Ömer, modern kadınların ilgisine/hayranlığına/aşkına mazhar olurken; neden seküler erkek karakterleri olan Kıvılcım’ın eski kocası ile Kıvılcım’ın öğrencisinin velisi, çapkın, bayağı, yalancı olarak tipleniyor? Dizinin senaristinin kadın oluşu bu soruları daha da anlamlı kılmıyor mu sizce de?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.