Depremin kaydını kim tutar? Medya, sosyal medya paylaşımları, edebiyat…

04:0017/03/2023, Cuma
G: 17/03/2023, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Farkındasınız muhakkak medya ve sosyal medya seçim yarışına dalmış durumda. Deprem, sadece deprem bölgesine hizmet sunmaya çalışan vakıf ve derneklerin ve orada gönüllü olarak işin ucundan tutmaya çalışanların gündeminde.Depremin açtığı yaralar sadece siyasete düşen aksi ile insanların dilinde.Yanlış anlaşılmasın, depremin siyasete düşen çehresi dile getirilmeye devam etmeli, ancak bu çehrenin toplumsal ile alâkasını ne kadar ilintili olduğunu ne kadarının propaganda amaçlı olduğunu net bir şekilde



Farkındasınız muhakkak medya ve sosyal medya seçim yarışına dalmış durumda. Deprem, sadece deprem bölgesine hizmet sunmaya çalışan vakıf ve derneklerin ve orada gönüllü olarak işin ucundan tutmaya çalışanların gündeminde.

Depremin açtığı yaralar sadece siyasete düşen aksi ile insanların dilinde.

Yanlış anlaşılmasın, depremin siyasete düşen çehresi dile getirilmeye devam etmeli, ancak bu çehrenin toplumsal ile alâkasını ne kadar ilintili olduğunu ne kadarının propaganda amaçlı olduğunu net bir şekilde yıllar sonra görebiliriz diyeceğim de... Diyemiyorum. Çünkü yarın, yaşanan günden ileriye ve yaşanan günden geriye doğru çift taraflı ilerleyen bir sürecin imajları eşliğinde bir “yarın” olacak.

“Yaşanan günün” dünde ve günde kaydını tutan kimdir? Medya? Kişisel paylaşımlar? Edebiyat?

Depreme dair herkes yazabilir, yazarlar ve edebiyatçılar hariç desem nasıl karşılarsınız? Ben sizin yerinizde olsam “saçma” diye karşılardım. Lakin biz “saçma”lığı yaşadık/yaşıyoruz. Oksijen Gazetesi’nin “Edebiyatçıların kaleminden deprem hikâyeleri” anonsu ile çıktığı günden bu yana edebiyatçıların depremi yazıp yazamayacakları tartışma konusu haline geldi/getirildi.

Aralarında Ayfer Tunç, Şebnem İşigüzel, Tuna Kiremitçi gibi yazarların bulunduğu edebiyatçılar, 6 Şubat depremine ait bir fotoğrafa dair birkaç satır yazdı.

Ayfer Tunç bir çadırın içinde yürüyen bir bebek üzerine yazmış, kendisi de Adapazarı depreminin acısını yüreğinde ziyadesiyle yaşamış bir kalem olarak umudu öne çıkarmaya çalışmıştı.

Şebnem İşigüzel önce Fransız ve İngiliz medyasında daha sonra da Türk medyasında depremin yarattığı yıkımı temsil eden fotoğraf olarak hafızalara kazınan, göçük altında kalan kızının dışarı sarkmış elini tutan baba Mesut Hançer’in fotoğrafı üzerine yazmıştı.

Sosyal medya ahalisi bu yazıları, yazıların hacmi ile mukayese edilmeyecek bir şiddet ile eleştirdi, yapılanın terbiyesizlik olduğunu iddia etmeye kadar gitti.

Yapılan bir yanlış vardı, lâkin bu yanlış yazarların deprem kareleri üzerine yazdıkları satırlar değildi, sayfa editörünün o satırları gazetenin satışına katkı sunmak üzere ve fakat oldukça acemi bir şekilde sunmasıydı, mesela Şebnem İşigüzel’in ödüllü yazar oluşunu öne çıkarmasıydı. Ancak bu sunuştaki nezaketsizlik ve hoyratlık açık bir şekilde ortaya konmadı da bunun yerine deprem üzerine yazan yazarlar diğer yazarlar tarafından kıyasıya eleştirildi. Ve Ayfer Tunç yaptığının yanlış olduğunu bildiren bir açıklama ile özür diledi.

Oksijen Gazetesi’nin “aşırı reklam” içeren sunuşu, “Depremin edebiyatı olur mu?” tartışmasına zemin oldu.

Muhafazakâr kesim dergilerinin Mart 2023 sayıları, mesela Cins ve Muhit, deprem konulu yazılara ve fotoğraflara yer vererek, depremi merkeze alarak çıktı. Oysa sol liberal çizgideki Kafaokur dergisi, deprem konulu yazılara yer verilmeyeceğine dair bir açıklama yaptı.

Edebiyat dünyasında yazarlar depremi yazmalı/hayır şimdi yazmamalı tartışması yürürlükte kalırken medya “deprem hikâyeleri” ile haber kotarmaya devam ediyor. Her muhabir kendi kabınca, kendi yeterlilik ya da yetersizliğini ele veren nitelikte deprem hikâyeleri/deprem anıları yayınlıyor.

O halde soru şu: Medyada yer alan “hikâye”ler, haber alma/haber verme hürriyeti içinde değerlendirilirken neden edebiyatçıların deprem fotoğraflarını yorumlaması “çiğ ve çirkin” bulundu/bulunuyor?

Edebiyatçıların “deprem edebiyatı yapmamaları” gerektiğini ifade eden bir sosyal medya kullanıcısı, zaten hiçbir edebiyatçının, depremi bizzat yaşamış kişilerin anlatacağından daha derin bir şey yazamayacağını iddia etti.

Bu iddia üzerinde duralım. Ateşin düştüğü yeri yaktığı herkesin kabulü. Ancak ateşin düştüğü yeri nasıl yaktığını anlatmak başka bir düzlem ve bu da bizzat yaşayan da olsa anlatıyı dile getirenin “anlatıcı” kimliği üzerinden şekillenir.

Sosyal medya kendisini hikâye anlatılan yer olarak takdim ettiği için kimin, kime anlatacağı konusunda kafalar bir hayli karışmış durumda. Mesela kamuoyunda “deprem profesörü” olarak bilinen bir profesör, takipçilerine “Acılarınızı bana anlatın” diye bir çağrıda bulundu. Dikkat buyurunuz, depremdeki sarsıntı ya da enkaz ile ilgili değil, takipçilerinden duygularına dair veri istiyor profesörümüz.

Bazı deprem profesörlerinin kendilerini sadece jeoloji uzmanı olarak görmeleri yetmiyor olmalı ki “acının hikâyesinin” de toplayıcısı olmak istiyorlar. Ne sıfatla?

“Deprem Profesörü”nün medya üzerinden doğal bir şekilde rastladığı kendi tanıklık hikayelerine değil de bizzat kendisine anlatılacak hikayelere talip olmasının pek çok izahı yapılabilir ama ilk akla gelen şu: Kendi sahasında liyakat sahibi kabul edilen/edilmeyen şahsın bilgisinin olmadığı her konuda fikir sahibi olma iddiası, fikir sahibi olduğunu vehmettiği her alanda da ismini mutlak otorite olarak tescillettirme gayreti.

Biyografiye eklenen o dikkat çekici “parça”

Depremde yakınlarını kaybetmiş kimselerin sosyal medyadaki paylaşımlarını görüyoruz. Herkes kendi meşrebince duygularını dile getiriyor. Kimisi mutmain bir kalp ile, kimisi taşımakta zorlandığı acısını başkalarına pay ederek azaltamaya çalışır gibi.

Bir de kendisini depremzede gibi gösteren “etkileşim manyağı” hesaplar var. Ki bu hesapların bir kısmı Karantina Günleri’nde de ortaya çıkmıştı. Bütün ailesini salgında kaybeden, acısını sosyal medyada sağaltmaya çalışan özne olarak, bir kısmı takipçi sayısını arttırmış bir kısmı da insanların merhamet ve şefkatini maddi gelire dönüştürmüştü.

Sosyal medyada inşa edilmiş “yalancı anılar” kötü paranın iyi parayı kovması gibi toplum ile birey arasında kurulacak olan “anlatan ve dinleyen” köprüsünü yıkıp geçiyor.

Edebiyatçının kalemi bu köprüyü sağlam tutacak en önemli dayanak.

Meraklısı için notlar

İstanbul Büyükşehir Deprem Toplantısı’na davet edilmemiş olmasına tepkisini “Beni nasıl unutursunuz” ifadesiyle gösteren profesörün adını niye sizlerden esirgedim? Şu sebepten: Profesörün adını yazarak etkileşim enerjisine katkı sunmak istemem.

#Deprem
#Medya
#Edebiyat
#Kamuoyu