Aralık ayına girildiğinde her yıl değişmeyen seremoni olarak gitmekte olan yıla dair muhasebeler yapılır. Muhasebe dediğim, sayımı yapılıp neticesi ortaya dökülen işler. Geçtiğimiz yıl en çok bunları dinledik, en çok bunları aldık, en çok buralarda vakit geçirdik türünden sayımlar. Malumunuz, ileri kapitalist dönemde her şeyin değeri ancak rakamların hanesinde aşikar.
Geçen gün bindiğim takside bir radyo kanalında “2021 yılında kendimizi en çok bu emojilerle ifade ettik” haberine rastladım. Taksi şoförü genç bir adamdı ama “en çok hangi emojilerle kendimizi ifade ettik” haberi onun için pek bir şey ifade etmiyor olmalıydı ki başka bir istasyona geçmek istedi. Haberin devamını dinlemek istediğimi söyleyince durdu.
En çok kırmızı kalp ve gülme emojisinin kullanıldığını öğrenince, değiştirebilirsiniz dedim. Genç adam muhtemelen “yaşlı yolcu”nun bu haberi neden kaçırmak istemediğini merak etmiştir. Ancak bunu sormak için ya takati ya da kelimeleri yoktu. Değiştirebilirsiniz dediğim halde oralı olmadı. Ara sokaklara girdi, ana caddeye çıktı, yolu uzata uzata tekrar ara sokaklara girdi. Ortada kaçılacak bir trafik yoktu. “Ben yolu biliyorum, size tarif ederim” dedim. Gittiğimiz yolu geri dönmek pahasına sahil yoluna girmek bahanesi ile geri döndü. Sahilde ilerlerken dikiz aynasındaki yüzünü gördüm. Ben bu yüzü bir yerden hatırlıyorum diye beyhude zihnimi yordum. Gün bitti.
Taksinin radyosunda dinlediğim haberin izinde “bu yıl en çok buna güldük” başlığı altında haber taraması yaparken, karşıma Beyhan Mutlu çıktı. “Arayanlar bulmaz bulanlar yalnız arayanlardır.” Evet tam da bu. Taksi şoförü Beyhan Mutlu’nun ikizi gibiydi. Demek ki o hafta ziyadesiyle karşıma çıkan “kendini arayan adam” haberleri ile haberin öznesi bir şekilde zihnime kazınmış, sanki onu tanımış gibi olmuştum. Haberi hatırlıyor musunuz? Hayır mı? O halde birlikte hatırlayalım...
İçki aleminden sonra arkadaşları tarafından “yitirilen” inşaat işçisi Beyhan Mutlu, UMKE ekipleri tarafından aranırken “kendi kendini bulmuş”.
Arama ekiplerine “insaniyet namına” katılmış, aranan şahsın kimliğine dair hiç bir merak duymaksızın muhtemelen bir yerde karşısına çıkacak bir kişiyi “bulmuş” olmanın sevinciyle gönlünü gönendirmek üzere dağ bayır dolaşmış. Ekip “Beyhan Mutlu” diye seslenmemiş olsaydı kim bilir bu arayış ne kadar sürecekti.
Beyhan Mutlu “Kendini arayan adam” olarak dünya gündemine oturdu.
Covid-19 pandemisinden, ekonomik krizden, müphem gelecek senaryolarından sıkılmış olan “dünya gündemi”, “sıradan insan haberleri” ile bir anlığına şöyle bir nefes almış olmalı. Dünya, haberi hangi başlık altında, kaç satırda okudu bilinmez, lakin Türkiye’den giden haberin, yüzlerde en azından bir tebessüm uyandırdığı kesin.
Beyhan Mutlu’nun yakın çevresi, arama kurtarma ekipleriyle birlikte kendini arayan adama “pis pis” ya da müstehzi bir edada gülmüş olmalı ki dünya gündemine haber olduğunu, bu konuda ne düşündüğünü soran muhabire “dünya umurumda değil” diye cevap vermiş Beyhan Mutlu.
Beyhan Mutlu “kendini arayan adam” olarak dünya medyasına düşmesini “umurumda değil” diye karşılarken tüketime sunulan bu “hikaye”, “dünyanın umurunda” oldu mu?
İnşaat işçisi Beyhan Mutlu belli ki adının sunduğu sıfatlarla mücehhez değil. Serde ne beylik var ne hanlık. Kendini arayan adam için mutlu, bir akü markası. 52 yaşında ve inşaat işçiliği dışında geçimini sağlayacağı bir imkana sahip değil. İnşaat işçisi olduğuna göre muhtemelen sigortalı da değil. “Dünya umurumda değil” derken belli ki “dünya yansa altından çekip alacağım bir parça hasırım” yok demeye getiriyor.
Peki dünya onu hiç olmazsa haber olduğunda umursadı mı? Hayır. Haber olan kişilerin yaşadığı sıkıntılar, “umursanma hikayesi olarak” düşmez medyanın diline. “Dilinize düşeceğime kör kuyuya düşeydim” ilencine sebep olacak şekilde tüketime sunulmuş bir ürün olarak düşerler ve hızla atık haline dönüştürülürler.
Beyhan Mutlu’nun “kendini araması” da kısa sürede tüketilecek bir komiklik hikayesi olarak sunuldu. Fakat benim için hikaye “komik” değil, “gülmek” bahsi üzerine fikrimizi yorabileceğimiz iyi bir vesile.
Dünya gündemine “düşen” hikayeyi hiç de komik bulmadığıma göre o halde “gülmek” üzerine ciddi ciddi fikrimizi yorabiliriz.
Wilhelm Schmid “gülmek toplumsaldır” der. Kendi kendine gülene “deli” derler, malum. Peki evlerimizde tek başımıza ekran karşısında oturup ekranda gördüklerimize gülerken kendi kahkahamız kendi kulağımıza değdiğinde tekinsizliğin içine düşmekten kurtulmuş mu oluyoruz? Aynı mekanda olmasa da o görüntüyü seyreden binlerce insanın var olduğunu düşünmek bizi tekinsizlikten kurtarıyor mu?
Gülmek bahsi mühim!
Kime ne zaman ne kadar güleceğimiz, örfün ve fakat en çok da siyasetin çizdiği sınırlar içine düşer çoğu zaman.
Son yıllarda siyasilerin ya da din adamlarının kadınların nasıl güleceğine dair yaptığı ihtarlar dikkat çekiyor. Aynı kişiler erkeklerin “gülme edebi”ne dair bir şeyler söylemiş olsaydı aynı tepkiyi görürler miydi? “Pis pis gülüş”, en çok Yeşilçam filmlerinden Erol Taş ve Hüseyin Baradan’a kayıtlıdır zihinlerimizde. Lakin günlük hayatta “pis pis gülen adamlar” pek gündem olmaz.
Diğer taraftan gülmek topluluğa aidiyeti pekiştiren bir şey aynı zamanda. Bir fıkra anlatılınca herkesin gülmesi, topluluğun sadece keyfini yerine getirmez, aynı zamanda “birlikte gülenlerin birlikte ağlayabileceği” dayanışmayı da vadeder. Bu vaat her zaman yerine gelmese de insanlar bu vaadin emniyetine sığınmayı sever.
Aidiyetin sınırlarından atılmamak için gülme taklidi yaptığımız zamanlar vardır.
90’ların ortalarıydı. Moskova’da, o sıralar henüz dört yaşında olan oğlum ile toplu taşıma otobüsünün içindeyiz. Rusça bilen arkadaşlarımızdan henüz ayrılmışız. Sadece iki durak gideceğiz, fakat bir hayli tedirginim. Kahkahanın nasıl bir toplumsal aidiyet ya da dışlanma sebebi olabileceğini, o gün o otobüsün içinde gördüm.
Otobüs bizim otobüsleri aratmayacak kadar kalabalık. Oğlumun elinden sıkı sıkıya tuttum, ayakta durmaya çalışıyoruz. Yaşlı bir kadın -ki kendisini görmedim, sadece sesinden öyle olduğunu tahmin ediyorum- otobüse bindi ve konuşmaya başladı. O konuştukça otobüs halkı kahkahaya boğuldu. Herkes gülüyor, biz susuyoruz. Eyvah yabancı olduğumuz anlaşılacak!
Bir hikaye vardır, bilirsiniz. Pazar ayininde bütün kilise ahalisi gülerken yaşlı bir kadın öylece oturur. Rahip sorar: Sen niye gülmüyorsun? Cevap: Ben komşu köydenim.
Gülmez isek bizim de “komşu ülke”den olduğumuz, yabancılığımız ortaya çıkacak. Sanki yüzümü gören varmış gibi millet gülerken ben de tebessüm ediyorum. Halbuki yüzümü gören bile yok. Herkes gülerken gülememenin verdiği o sıkıntıyı hayatım boyunca unutmadım.
Birileri gülerken onlara eşlik edememekten daha beter durum, “üstüne gülünmesi”dir.
Beyhan Mutlu’nun “başkasını ararken kendini bulması”nın haber yapılması, tam da bir “üstüne gülünme” hikayesidir.
Macaristan’dan dünyaya yayılan o hüzünlü gülüş
“Kendini arayan adam” dünyada haber oldu ama marka ol(a)madı. Oysa dudaklarındaki tebessüme eşlik etmeyen kederli bakışları ile bir adam, Macar Andras Arato,“dünyanın hislerine mütercim” olup ciddi bir ticari kazanç elde etti.
Sosyal medya özellikle twitter kullanıcıları, haftada en az bir kere Arato’ya rastlar/dı. Hislere tercüman görüntülerin bir adı da var: Mem.
Velhasıl yaşlı Macar, reklamlarda oynadı, stok fotoğrafı ile yüzünün kullanılmasından ticari pay aldı, Beyhan Mutlu ise sadece üzerine gülünmesi ile kaldı.
“Marka yüz” bizim için zor, ama 2021 yılında bir deyimin doğuşuna tanıklık ettik: “Kestane balı diyarı Zonguldak’tan herkese selamlar.”
Netice olarak şu tesbiti yapmama müsaade edin lütfen: Gülme bahsinde görsel olarak ithal memler, ya da eski Yeşilçam filmlerini kırpıp kullanıyoruz ama, sözel olarak yepisyeni “yerli malı” üretim devam ediyor. Necip halkımız atasözü ve değim üretme konusunda hızla kendisini güncelliyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.