I-
Benim çocukluğumun önemli bir kısmı, üç katlı bir evde geçti. Necip Fazıl’ın “Üst kat: elinde tesbih, ağlıyor babaannem” mısralarını hatırlatan üç katlı bir evdi. Üst katta ağlayan, benim babaannem değildi ama ağlardı. Orta katta biz otururduk. Biz dediğim büyükannem, büyükbabam ve ben. Alt katta hayata dair pek bir fikri olmayan, günü kurtarmak üzere yaşayan komşularımız oldu daima. Her birinden bir suskunluk hikâyesi çıkarılabilecek kadar hanelerine kalabalık, sokağa tenha ailelerdi.
Her kurban bayramı öncesi büyükannem, kurbanı hiç olmazsa üç gün önce alması için büyükbabama yalvarırdı. Yalvarışları cevapsız kaldığında, “Hayvan benim kokumu öğrenmezse sıratta beni nasıl tanıyıp da taşıyacak!” diye ağlardı. Hayatı mayalayıp kabartan, kadınların, dini, bir coşku ve his yumağına çevirerek hayata katışları. Kadınlar rasyonelleştikçe, dindarların heyecanı, coşkusu zayıflıyor.
Rahmetli büyükbabam, büyükannemin ısrarlarına dayanamaz, bayrama üç gün kala iki tane koçu boynuzlarından tutup çeke çeke eve getirirdi. Kömürlükte, daha onlar gelmeden yataklarını hazırlamış olan büyükannem, bayram sabahına kadar vaktinin çoğunu kurbanlarıyla geçirirdi. Kına yakmalar, elinden ot yedirmeler... Nasıl iltifat edeceğini bilemez bir şekilde, öylece başlarında beklerdi. Ev sahibimiz “İnsan bakıp emek sarf ettiği hayvanı nasıl keser?” diye her seferinde sorgulayan bir üslup takınsa da, büyükannem ümmi insanlarda gördüğüm ve daima çok şaşırdığım basiret ile “Ne yaparsam yapayım Hz İsmail’in yerine koyamam” derdi. Kurbanlıklara onca emek sarf ederken -çünkü gözlerine bağlayacağı tülbentin bile hiç kullanılmamış ve yumuşacık olmasına dikkat ederdi- kendince Hz İbrahim’e yaklaşmaya çalışıyordu.
Kurban kesilince, evet, fakirlere et dağıtılır. Ama o, kurbanın maddi boyutudur. Kurbanın ruhu, Allah emretti diye canından aziz bildiği evladını kurban etmeye kalkan Hz İbrahim’in kulluk mertebesine yaklaşmayı murad edinmekte saklıdır.
Dînî ibadetlerin hayatımızdaki yerini nasıl kaybettiğine sizleri tanık kılmak üzere yazıyorum bu satırları. Benim çocukluğum, kurbana kına yakılan arifelerde geçti. Çocuklarımın çocukluğu, kurban kesilsin kesilmesin tartışmalarına tanık olarak yaklaştı bayram sabahına. Bayram boyunca seyrettikleri haberlerde, gözleri ve kulakları tekrar tekrar şu cümlelere muhatap oldu: “Yarı canlı kaçan boğa, kadınları ve çocukları korkuttu!” “Acemi kasaplar yüzünden hastanelerin acil servisleri doldu taştı.” “Mahallede kesilen kurbanların yol açtığı rezillik Avrupa standartlarından ne kadar uzak olduğumuzun göstergesi oldu.” Bu cümleler yıllarca tekrarlandı ana haber bültenlerinde, “boyalı basın”da.
Son yirmi yıldır giderek artan bir şekilde, mekanın ibadet zamanını esir alan yapısı üzerinden sürdürülen tartışmalara mahkum oluyoruz. İslam dinini bilmeyen; dini, gündelik hayatı düzenleyen bir öğreti olarak kabul etmekte zorlanan ve üstelik kendi kimliğini olanca “modern” çizgilerde tasvir etmesine rağmen “modernliğin” gelmiş olduğu son noktadan bihaber kişilerin kifayetsizliğine mahkum tartışmalara...
Bunlara ilaveten “Kurban kesmek sünnettir, yok vaciptir” tartışmaları... Kurban kesmenin sünnet olduğunu söyleyenler, kurban kesmeyi terk etmek gerektiğini mi söylüyorlar? Hayatın, haram/helal diye keskin bir çizgiyle ayrılarak tanzim edilebileceğini mi sanıyorlar? Müstehaplar, menduplar nerededir? Mekruhları helale yaklaştırmak için sarf edilen bunca gayret ne içindir?
Farkında olmamız gereken şu ki, insanlar durduk yere “Ben artık bu ibadeti yapmıyorum” diyerek vazgeçmezler yapmakta oldukları amelden. Konjonktür ve hayat şartları dediğimiz atmosfer, elimizden alıp götürür yapmakta olduklarımızı. Böylece biz, bir nesil öncekilerin yaptıklarını, artık terk etmiş olduğumuzu anlamayız bile.
Metropollerde kurban kesmek her geçen gün biraz daha zorlaştıkça, kurban kesmenin ruhundan da uzaklaştı/uzaklaşacak Müslümanlar. Mekanın ve zamanın eşitlendiği/düzleştiği seküler dünyada, sünnetlerden adım adım koptuğumuzu fark etmiyoruz bile. Bu kopuştan kurtulmanın tek yolu, zamanı ve mekanı, müminin idrakini ve ferasetini arttırıcı bir berraklığa kavuşturacak şekilde düzenlemek. Çok mu büyük geldi söylediklerim!
Yeni zengin Müslümanlar “ötekilerin” hayat tarzını ikame etmek üzere kendileri için ayrıcalıklı siteler kurarken... Yüzme havuzları, aerobik solanları, kapalı otoparklar, her tür rekreasyon alanları! Eee? Kurban kesmek için düzenlenmiş estetik ve elverişli mekanlar nerede?
II-
Üst gelir düzeyine sahip dindar evlerde de aynı seküler Pamuk ailesi gibi kurban kokusuna pek rastlanılmıyor artık. Yani yaklaşık 50 yıl önce Pamuk’un ailesinde “kurban” taze et kokusu üzerinden lezzetsiz bulunup tercih edilmezken, şimdi aynı durumu yaşayan muhafazakar-dindar aileler var.
Sorun şu ki, artık Müslüman erkekler kurbanlarını kendisi kesemiyor. Şehirde kurban kesmenin külfeti arttıkça kurbanın ibadet boyutu zayıflayarak sosyal yardımlaşma boyutu ön plana çıkıyor.
Oysa kurban kesmek, dindarların kendilerini Allah’a en yakın hissettikleri ibadetlerden biridir. Bu his doğrudan “can”a dairdir. Allah öyle emrettiği için oğlunu kesmeye hazır bir İbrahim ve babasının bıçağına razı bir İsmail’in hatırası eşlik eder kurban kesen müminlere. (Yani etmelidir. Yani bu hatıra tazelenmelidir.)
Kurban kesilirken sosyal yardımlaşma boyutu ön planda tutuluyor da Türkiye’de kurban eti girmemiş hane kalmıyor diyebiliyor muyuz? Ne yazık ki hayır. Çünkü üst gelire mensup aileler kurbanlarını yardım kuruluşları aracılığı ile yurt dışına göndermeyi tercih ediyor. Kurban etini dünyaya dağıtmak için yıllardır yardım kuruluşları seferber. Bu seferberlik ümmetin birbirine muhabbetini arttırıcı bir durum. Fakat 2022 Kurban Bayramı’nda Türkiye’de kurban eti girmeyecek ailelerin sayısının geçmiş yıllara göre daha fazla olduğunu öngörmek için TUİK verilerini beklemeye gerek yok.
III-
Kurban konusunda birbiriyle uyum içinde olan eşlerin sayısı da giderek azalıyor. Bazı hanelerde kadınlar çocukların kurban kesilişine tanık olmalarını istediği için; (bu arada kurbana tanık olmak seküler çevrelerde çok kötü, marazi, travmatik bir durum olarak lanse ediliyor) ille de kurbanın kesilişini görmek, etleri doğrayıp kavurma yapmak gibi istekler öne sürerken; erkekler “Verelim kurbanımızı derneğe/vakfa, alalım üç kilo et, oturup yiyelim” diyebiliyor. Sanki kurban kesmek, et yeme yükümlülüğünü yerine getirmek demek.
Ya da tam tersi. Evin erkeği bayram namazından gelip itina ile kurbanını bizzat kendisi kesmek istiyor. Hayvan kesilip yüzüldükten sonra “bey”in işi bitiyor. Hanımın işi günlerce devam ediyor. Bu durumda kavurma kokusu, gelen giden korkusu, derken bazı hanımların şikayeti bayramın sınırlarını aşıyor.
Velhasıl şehirli dindarlar, her türlü ibadetlerinde “şehre” ve dahi kendilerine sığmakta zorlanıyor.
Merhum Nurettin Topçu “Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk’a uydurmak” derdi.
Hayatımızı Hakk’a uydurmakta zorlandıkça bayramlar da bayram olmaktan çıkıp “kavga vesilesi” oluyor. Oysa bayramı bayram yapmak müminlerin en önemli yükümlülüklerinden.
Kavga vesilesi demişken, 2022 Kurban Bayramı’na bir kaç gün kala Hürriyet gazetesi, eşler arasındaki önce senin ailene gidilecek, hayır benim aileme gidilecek konulu tartışmayı “gündem” edinmiş. Manidar...
Tebrik: Kurban Bayramınızı canı gönülden tebrik ediyor bayramı bayram edenlerden, bayramı bayram bilenlerden olmayı Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.