Adresini bulamayıp geri dönen hediyeler ve nesneler arası ritim...

04:0024/02/2023, Cuma
G: 24/02/2023, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

I-5 Şubat 2023 Maltepe. Alt geçit çalışmaları dolayısıyla iki yıldır Minibüs Caddesi’nde hayat felç. Kaldırımlar, engebeli yürüyüş parkuru gibi. İki kişinin yan yana yürümesi imkânsız. Ama o imkânsızlığın içinde bile bazıları, başkalarının yürüyüş hakkını elinden almak pahasına ya da aman sohbet yarım kalmasın aşkına, saf tutup birlikte yürüme azminden asla taviz vermiyor.Seslerin sahibinin tam arkasındayım, şişme montlar herkesin ve her yaşın milli kış kıyafeti olduğundan, muhabbet edenlerin yaşlarını

I-

5 Şubat 2023 Maltepe. Alt geçit çalışmaları dolayısıyla iki yıldır Minibüs Caddesi’nde hayat felç. Kaldırımlar, engebeli yürüyüş parkuru gibi. İki kişinin yan yana yürümesi imkânsız. Ama o imkânsızlığın içinde bile bazıları, başkalarının yürüyüş hakkını elinden almak pahasına ya da aman sohbet yarım kalmasın aşkına, saf tutup birlikte yürüme azminden asla taviz vermiyor.

Seslerin sahibinin tam arkasındayım, şişme montlar herkesin ve her yaşın milli kış kıyafeti olduğundan, muhabbet edenlerin yaşlarını tahmin edemiyorum. Birbirlerine seslerini duyurmak için aşırı bağırdıkları için benim kulağım “misafir”, onların sesi “işgalci”, velhasıl sohbetin tam içindeyim.

“Geçen sene kaç hediye almıştın?”

“Kendime mi başkalarına mı?”

“Kendine hediye almak mı? Yok artık! Başkalarından sana, senden başkalarına...”

“Kayda değer bir şey yok. Şirkette çekiliş yaptılar anca o.”

“Sen kendine mi hediye aldın?”

“Evet, yıllardır en güzel hediyeyi ben kendime alıyorum.”

“O nasıl oluyor? Hediye dediğin sürpriz olur.”

“Çok dandik şeyleri şık ambalajlara sarıp veriyorlar. Ben kendime çok güzel hediyeler alıyorum oysa.”

“Nasıl ya. Ne anlamı var ki!”

“Vidyosunu çekiyorum, şimdi bana gelen hediyeleri açıyoruz diye. Bir sürü takipçi geliyor her hediye paylaşımında.”

O gün tanık olduğum bu konuşmayı zihnime yerleştiren Mahir Ünsal Eriş’in Sarı Yaz kitabındaki kendine hediyeler alan kahramanı idi. Sarı Yaz’ı okumamış daha doğrusu sesli kitap olarak daha önce dinlememiş olsaydım seçici algı devreye girmezdi büyük ihtimal, devreye girip duyduklarının kaydını tutmazdı.

Bu konuşmaya tanıklığımın üzerinden 16 gün geçti. O 16 gün hepimizi delip geçti diyeceğim de... Bu en çok deprem bölgesinde halen yaşam mücadelesi verenlere, bir anda bütün akrabalarını kaybedenlere ve zor şartlarda hayatta kalmaya çalışan kardeşlerimize haksızlık olur.

Akla ziyan görüntüler eşliğinde aklımız başımızda nasıl duruyor diye şaşırdığımız, günler sonra göçük altından sağ salim çıkanlar karşısında hayretten kâh donup kaldığımız, kâh sevincimizi aşırı coşkuya yüklemeye kalktığımız saniyeler, dakikalar ...

Dünü hızlıca unutup “NORMALLEŞME” adı altında anormal bir yol tutturan zihinlere, denetim, kontrol, kaliteli iş yapma konusunda her daim sınıfta kalan toplumsal düzenimize RAĞMEN, önemsiz gibi görünen ama esasında “o anın kaydını” bütün atmosferi ile tutan tanıklıkları kaydetmeye çalışıyorum.

Profesyonel haberlerden ziyade sosyal medyada rastladığım “kendi halinde hesap”ların duygu aktarımlarını bir araya getirmeye çalışıyorum.

Mesela 15 Şubat günü şu tivite rastladım:

@ozturkefendi_

Bir e-ticaret şirketinde çalışıyorum. Sevgililer günü kargolarımızın büyük çoğunluğu iade olmuş. Kimisi yıkım kimisi ölüm sebebiyle. Oysa hepsi yarın öğlen vakitlerinde çalınan bir kapı ziliyle insanların sevinci olacaktı. Hayat çok garip.

Yukarıda okuduğum tivit ile birlikte zihnim tekrar Sarı Yaz’a gitti. Biraz kitaptan bahsedeyim... Kentte her yeri sarı tozların kapladığı, depremi takip eden o üç gün farklı özneler üzerinden anlatılıyor. Antropolojik, sosyolojik açıdan kıymetli, iyi bir öykü kitabı Sarı Yaz.

Bu yazıda bahsetmek istediğim hikâye kahramanı Gül Özlem Gül. Eşi ile severek evlenir, evliliğinin ilk yılları birbirlerine destek olurlar. Eşi ona evlenme teklif ederken borç yükünden bahseder, karısından tek istediğinin yanında durması olduğunu, yemek, bulaşık çamaşır hiçbir beklentisinin olmadığını söyler. Borçlar biter ama sonra adam yeniden borçlanır, bankada çalışan Özlem üzerinden yeni krediler çekilir, Özlem’in maaşı kredi borcuna gider ve karı koca aynı evin içinde iki yabancıya dönüşür.

Bu yabancılaşma döneminde Özlem “kendini şımart, kendine hediye al” diyen NLP söylemlerinden etkilenip durmadan kendine hediyeler almaya başlar. Evin bir odası, açılmamış hediye paketleri ile dolar. Aldığı beyaz eşyaları dahi hediyelik paket olarak evine göndertir.

Hediye paketleri eve sığmaz olduğunda depo kiralar Özlem. Depodaki hediye paketleri Özlem’in hayal dünyasına fazla katkı sunmadığı için sonunda bütün eşyaları ile birlikte yeni bir dünya kurmak için bir ev tutmaya karar verir. Aldığı her şeyi kiraladığı eve koyarak, sadece kendisi için bir yuva kurmaya hazırlanır Gül Özlem Gül. Son akşam bir veda yemeği hazırlayacak, ardından da eşinden boşanacaktır.

İlçede yıkılan tek apartman Gül Özlem Gül’ün daire kiraladığı apartman olur. Özlem girişi berbat, merdivenleri berbat olan daireye emlakçı eşliğinde giderken emlakçı ona dairenin çok güzel olduğunu söylemiş, kapı açılıp içeri girildiğinde hakikaten de daire itina ile elden geçirilmiş bir ışıltı sunmuştur. Tek dairelik ışıltı, apartmanın çürüklüğünü gideremeyecektir elbet. Gül Özlem Gül’ün yıllardır kendisine aldığı hediyeler değil, aynı zamanda yarın için biriktirdiği umutlar ve hayaller de yerle bir olmuştur.

II-

Asrın felaketine maruz kalmış olanların sevdikleri canların yanı sıra kaybettikleri nesneleri de anıyor olması, yıkım görmemiş tuzu kurular için şaşırtıcı geliyor. Oysa eskiler bu durumu çok çarpıcı bir şekilde ifade etmiş: Mal canın yongasıdır. Nesneler ile kurulan bağ dönemden döneme farklılık arz etse de vazgeçilmezdir.

Diğer taraftan nesneler ile kurduğumuz bağ kadar nesnelerin birbiri ile kurduğu bağ da zihniyet ve duygu dünyamızı doğrudan etkiliyor. Baudrillard (1929-2007) bu bağa nesneler arası ritim diyor: “Yatak yalnızca bir yatak, sandalye de yalnızca bir sandalye işlevi görmekten başka bir işe yaramıyorsa bunlar arasında herhangi bir ilişkiden söz edebilmek mümkün değildir. İlişki yoksa yeterli miktarda boş alan da yok demektir; zira geniş bir alandan söz edilebilmesi için nesneler arasında karşılıklı bağlantılar kurulması, bir ritim oluşturulması, yaratılması ve nesnelerin de bu yeni yapılanma içinde sahip olduğu işlevlerin ötesine geçmeleri gerekmektedir.” (Baudrillard, Nesneler Sistemi, s. 27-28)

Alıntıladığım kitap, Gallimard 1968 baskısına dayanıyor. Bunu özellikle belirtmek istedim, çünkü hayatımıza sosyal medyanın girmediği bir dönemden adeta Instagram çağına yansıtma yapan bir yakalayışa sahip. Türkçe’ye ilk defa 2010 yılında Boğaziçi Üniversitesi Yay. tarafından kazandırılmış olan Nesneler Sistemi, sosyal medya, özellikle de Instagram paylaşımları ile birlikte nesnelerin görsel olarak fotojenik bir değer kazanışını derinden kavramamızı sağlayacak bir yetkinliğe sahip.

Baudrillard’ın nesneler arası ritim dediği şey bizdeki geleneksel mekân tasarrufunu hatırlatmıyor mu? Ev düzeninin gece ile gündüz tamamen başka türlü olduğu, hiçbir eşyanın sonuna kadar yerini muhafaza etme hakkı kazanmadığı bir mekân tasarrufunu kastediyorum.

İki göz odada pek çok kişinin nasıl bir arada yaşadığını anlamamızı sağlayacak olan şey, nesneler arası ritmi dikkate almak. Cumhuriyet’in Dindar Kadınları’nda tanıklığından istifade ettiğim 1923 doğumlu Nusret Safayhi Hanım, Fatih’teki iki göz evde “hiç misafir olmadığı zamanlarda” bile sofraya dokuz kişi oturulduğunu söylemişti. Misafir geldiği zamanlar sofraya oturanların sayısının yirmiye kadar çıktığı olur. Yatıya gelenler arasında akrabalar ve Nusret Hanım’ın kayınvalidesi Hatice Suat Hanım’ın ahret kızları da vardır. Peki, bu kadar küçük bir eve bunca kalabalık nasıl sığıyordu? Nusret Safayhi’nin cevabı: “Her akşam ve her sabah evdeki bütün eşyaların yerleri değişirdi.” (F. Barbarosoğlu, Cumhuriyet’in Dindar Kadınları, s. 57)

Baudrillard’ın birbiriyle sohbet eden nesneler ile birbiriyle iletişim halinde olan nesneler ayrımında da geleneksel Türk Mimarisi’nin yapısına uygun bir şekilde yerini almış olan nesnelerin birbiriyle sohbet ettiğini/ ya da edemediğini dönemin yazarlarından bir imaj olarak biliyoruz.

“Eskiden evlerin içi şiirsel bir söyleve benzer, belli anlamlara sahip nesneler kendi aralarında konuşurken, günümüzde nesnelerin, artık konuşmak yerine iletişim kurduklarına tanık olunmaktadır, zira bu nesnelerin hiçbiri özgün bir kişiliğe sahip değildir.” (Nesneler Sistemi, s. 35-36)

Velhasıl mekân tasarrufu mu nesneler arası ilişkiyi, nesneler arası ilişki mi mekân tasarrufunu etkiliyor sorusu güncelliğini koruyor.

#Sarı Yaz
#Mekan
#Fatma Barbarosoğlu