Tarafgir olmadan değişimi okumak

04:0027/02/2021, Cumartesi
G: 27/02/2021, Cumartesi
Ayşe Böhürler

Bugünlerde Osmanlı’nın son yüzyılı üzerine çok şey okuyorum. “Aşırı Batılılaşmış” padişahları, padişah ailelerini, saray çevrelerini, seçkinlerin hayatlarını okuduğum her yazıda “kültür değişimini” hep ideolojik kümelerden yorumladığımızı görüyorum. Belki de bunun için muhayyel bir Batı ve muhayyel bir doğu ekseninden çıkamıyoruz.Saraydan ve seçkinlerden başlayan Batılı yaşam alışkanlıklarının toplumun farklı katmanlarına yayılması ya da yayılamaması da sosyal psikolojinin meselesi olarak daha çok

Bugünlerde Osmanlı’nın son yüzyılı üzerine çok şey okuyorum. “Aşırı Batılılaşmış” padişahları, padişah ailelerini, saray çevrelerini, seçkinlerin hayatlarını okuduğum her yazıda “kültür değişimini” hep ideolojik kümelerden yorumladığımızı görüyorum. Belki de bunun için muhayyel bir Batı ve muhayyel bir doğu ekseninden çıkamıyoruz.

Saraydan ve seçkinlerden başlayan Batılı yaşam alışkanlıklarının toplumun farklı katmanlarına yayılması ya da yayılamaması da sosyal psikolojinin meselesi olarak daha çok ele alınmalıydı diye düşünüyorum. Ancak böyle olduğunda evlerinde Fransızca konuşan Osmanlı ailelerini, piyano çalan sultanları, halife çocuklarını, Cumhuriyet’in kurucu neslini, modernleşme ye da modernleşememe paradokslarımızı farklı değerlendirebilirdik. Özetle tarihe ideolojik kümelerden bakmasaydık daha az kutuplaşırdık kanaatindeyim.

Elbette hiçbir şey için vakit geç değil… Bu konuyu böyle ele alan öncü isimlerden birisi davranışçı psikolojinin Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden birisi olan Mümtaz Turhan ve Erol Güngör olmuştur. Bu iki isim batılılaşmayı bir tarafgirlik üzerinden değil olağan bir süreç olarak ele alırlar. Mümtaz Turhan’ın iki kitabı köy ve şehir ekseninde değişimin hayata akseden ya da edemeyen yönlerini ele alır. “Kültür Değişmeleri” ve “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” isimli kitapları adeta Türkiye’ye dair illa da okunması gereken iki temel eserdir. Lale Devri’nden başlayarak kültür değişmelerini, sosyal psikolojiyi de esas alarak davranışlarla izah eder. “Mümtaz Turhan hoca devlet bursuyla Almanya’ya psikoloji okumaya gider. Doktorasını yine orada deneysel psikoloji alanında yapar. Gestalt Psikolojisinin mucidi Max Wertheimer’in öğrencisi olur. 1936’da Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tecrübî psikoloji kürsüsünde asistanlığa başlar. Yüz ifadelerinin yorumlanmasına ilişkin deneysel araştırmasıyla 1939’da doçent olur. Yaz tatillerinde köyüne gider ve orada şehre göç edip dönmüş olanların yüz ifadelerini ve davranışlarını inceler. “Yüz İfadelerinin Tefsiri Hakkında Tecrübi Bir Tetkik’’ konulu teziyle doçent olur. Sonra İngiltere’de Cambridge’de ikinci doktorasını Lâle Devri’nden Meşrutiyet Dönemi’nin sonuna kadar büyük şehirlerde meydana gelen kültür değişmelerini inceleyerek yorumladığı “kültür değişmeleri” konusu üzerine yapar.

1950’de profesör unvanı alır. Çalışması, “Kültür Değişmeleri” adıyla 1951 yılında yayınlanır. Batılaşmayı eleştirmez, bunu doğal bir sonuç olarak görür ve hatta neden daha Batılılaşamadık sorusunu sorar. Konuya ideolojik değil yaşamdan bakar. Bugün de Türkiye’nin kültür değişmelerine ideolojik perspektiften değil yaşamdan bakmaya ihtiyaç var. Ama evvelini; köylerden davranışlara, jest ve mimiklerden yüz ifadelerine değişimi anlamak için Mümtaz Turhan’ın kitaplarını bulup okumanızı öneririm.

MAHVİYETKÂR

Kültür tarihi okumanın güzel tarafı da unuttuğumuz kelimeleri hatırlatıyor olması. Bu güzel kelimeyi de Şerif Muhiddin Targan’a dair yazılanları okurken rastladım. Murat Bardakçı Safiye Ayla’yı anlattığı kitabında Hz. Muhammed’in torunu olan Şerif Muhiddin Targan’ın bu kelimeyle anıldığını yazmış. Mahviyetkâr; yani alçakgönüllü…

***

Şerif Muhiddin 1924 de gittiği New York’ta viyolonseli ile konserler verir, önemli oda gruplarında çalar ve Amerikan müzik çevrelerinde Prince Muhiddin adıyla şöhret bulur. Dostlarının arasında Mehmet Akif olduğu gibi ABD Başkanı Theodore Roosevelt’in oğlu Archibald Roosevelt de var. Öyle ki Mehmet Akif ortak dostları olan A. Roosevelt’e ithafen bir şiir yazar.

***

Bu hafta konuğum bir kültür tarihçisi olan Bilen Işıktaş. Peygamber’in Dahi Torunu: Şerif Muhiddin Targan, Modernleşme, Bireyselleşme, Virtüozite isimli kitabı ekseninde Osmanlı’nın son yüzyılının mahviyetkâr olduğu için çok bilinmeyen ama önemli portrelerinden birisi olan Şerif Muhiddin Targan’ı konuşacağız. Aynı zamanda kendi tarzı olan bir udi olan Targan’ın müzik üslubunu sürdüren Bilen Işıktaş ile sanatçının estetik üretimine ve mirasına dair sohbet edeceğiz. Bu arada Şerif Muhiddin Targan’ın maddi mirasını da Murat Bardakçı’nın Safiye Ayla kitabından alıntıladığım notlarla paylaşıyorum.

SAFİYE AYLA VE ŞERİF MUHİDDİN’İN MİRASI

Safiye Ayla ile 1950’de evlenen Şerif Muhiddin 1967’de vefat ediyor. Evlilikleri Safiye Ayla’nın hayatını değiştirir. Ondan sonra sadece radyoda okur ve her sene profesyonelce organize edilmiş bir konser verir. Safiye Ayla evlenme sebebini anlatırken “İstanbul’da tek dost buldum o da Şerif Muhiddin’di” diyor. Safiye Ayla mirasını Türk Eğitim Vakfı’na bırakır. Onların Türk Eğitim Vakfı’na sağladığı imkanlarla bugüne kadar 2000’e yakın öğrenciye burs verilir. “Şerif Muhiddin Targan ve eşi Safiye Ayla Targan Bursu” ismini taşıyan burslar vasiyetleri gereği Türk-Batı müziği ve resim eğitimi alacak başarılı, kabiliyetli ve maddi desteğe ihtiyacı olan gençlere günün şartlarına uygun rakamlar üzerinden verilmektedir.

Şerif Muhiddin ve eşi Safiye Ayla’nın Türkiye’de müziğin gelişmesine katkılarının büyük olduğunu altını çizerek hayırla yad ediyoruz.

HER YER İLETİŞİM OLDU

Hayat mekanlardan ortamlardan çekilip dijitale taşınırken her yer daha da iletişim oldu.

Altın kural: Yeni çağın iletişimi parçalı bir iletişim, yekpare değil. Bloklar yok, bloktan kopan parçalar var.

Büyük kitleler halinde hareket kabiliyeti de imkanı da yok. Böyle olunca da bir kitleye genel mesajlar vermenin anlamı da yok. Siyasetçilerin ezberledikleri klişeler etkisizleşiyor. İletişimde “klişe her zaman iş yapar” derken artık “klişeleri değiştir” diyoruz.

İletişim artık büyük kütlelerle değil, minik de olsa küçük ve çeşitli gruplarla “birlikte” yapılıyor. Birlikte olmak beraber yürümeyi gerektirmiyor. Filan konuda birlikte olabiliriz, falan konuda ayrışabiliriz. İttifak edilen küçük gruplar içinde konular bütün değil. Bazı konularda ittifak edilebilir bazı konularda karşı karşıya gelinebilir. Bu dönemde kriz yönetimi eskisinden daha çok önem kazandı. Çok iletişim, sürekli kriz demek.

Siyasetin temaları yani konuları da değişti. Rasyonel siyaset zemini, yerini iletişimde duyguları hedef alan siyasete bıraktı. Akılcılık ile duygular arasında denge kurmak eskisinden daha zor. Çünkü duygular da çok parçalı ve karmaşık. Akıllar da öyle.

Çok parçalı, çok konulu, çok duygulu ittifaklar dönemine siyasetçiler ne kadar hazır bilmiyorum. Siyaset iletişiminde “ya benimsin ya da toprağın” anlayışı tarihe karışıyor.

Not:
Bu arada Ak Parti İstanbul İl Başkanlığı’nda nöbet değişimini izliyorum. Yeni başkan Osman Nuri Kabaktepe’yi ve yönetime yeni katılanları kutluyorum. Ankara siyasetin aklıysa, İstanbul siyasetin kalbidir diyerek hepsine de başarılar diliyorum.
#Osmanlı
#Batılılaşma
#Safiye Ayla