Ayasofya müzesi, Topkapı Sarayı müzesi müdürlüklerinin ardından Kültür Bakanlığı Müsteşarı olan, Prof. Ahmet Haluk Dursun, içeriden bir isim olarak önemli tespitler yapıyor. Muhafazakarların 3 alanda geri kaldığını söyleyen Dursun, 'İmar ve inşaat işinde, yollarda, köprülerde kimse söz söyleyemiyor ama muhafazakarlar üç şeyi yapamadı; kültür, sanat ve çevre' diyor.
Kültür tarihi konusundaki çalışmaları ve sıradışı kişiliği ile dikkat çeken Prof. Ahmet Haluk Dursun tipik bürokrat kimliğinden uzak bir bilim ve ilim adamı. Gerek Ayasofya müzesinde gerekse Topkapı Sarayı müzesinde yaptığı, kişisel ilgilerinden de beslenen düzenlemeler farklılık oluşturmuş, saray has bahçelerine, havuzlarına, atlarına, köpeklerine tekrar kavuşmuştu. Sürpriz bir kararla Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşarlığına atanan Haluk Dursun, kollarını sıvadı. Sahadan gelmesinin verdiği avantajla da kültür turizm alanlarındaki eksiklikleri, boşlukları tespit eden Dursun, projelerini anlattı. Kültür ve sanat hayatımızla ilgili tespitlerini de bizimle paylaşan Haluk Dursun, kültür, sanat ve çevrede geri kaldığımızı, imarı başardığımızı ancak şehir kültürü noktasında çalışmamız gerektiğini söylüyor.
Özellikle Konya'ya gittim çünkü Konya'yı Anadolu'da kültür sanat bakımından ve tarihsel kimlik bakımından geride kalmış görüyorum. Bir de Hz. Mevlana'ya olan hürmet ve muhabbetimden dolayı gittim. Orada kafama takılan bir konu vardı. Türbeler parayla ziyaret edilmez, edilmemesi lazım. Biraz da o açıdan gidip baktım, 'Burayı nasıl ücretsiz hale getirebiliriz' diye. Her zaman olduğu gibi akmayan havuzlar var mı diye baktım, çevre olarak baktım. O açılardan değerlendirdim. İkinci olarak Çanakkale'ye gittim. Orada yeni bir yapılanma düşünüyoruz. Üçüncü olarak da Kars'a gittim. Konya, Çanakkale, Kars. Dikkat ederseniz burada çok öyle makama bağlı bir görev anlayışım olmadığı belli. Kars'ta Sarıkamış, Ani, Kars Kalesi ağırlıklı bir inceleme oldu. Gittiğim yerlerde mutlaka bakanlık, valilik, resmi kurumlar dışında yerel yöneticilerle de görüşüyorum. Oradaki kültür adamlarıyla görüşüyoruz ve kültür buluşmaları yapıyoruz.
Evet, nabız tutuyoruz, onlara bir takım şeyler öneriyoruz, heveslendiriyoruz. 'Ankara'dan ne yaptığınızı, yapacağınızı merak ediyoruz' diyoruz. Sonraki hafta Bitlis'e, Hizan'a, Said-i Nursi'nin mevlüdüne gittim. Bunu belki Siirt Tillo'yla devam ettirecektim. O hat daha tam sonuçlanmadı ama Bitlis Nurs köyünden Siirt Tillo oradan aşağı da Cizre var kafamdaki program içinde.
Kafamda bir şehir tasavvuru var. Buna bağlı da bir projem var. İlk başta o projeye 5'i bir yerde diyorum. 5 isim seçtim. Bakanlık olarak bunu ne kadar yapabileceğimizi göreceğiz.
Ortak özellikleri şehir adamları olması, medeniyet tasavvurlarının olması, ve bu medeniyet tasavvurlarını hayata geçirmeleri ve benim de en önemsediğim özellikleri adam yetiştirmeleri. Gençlikle aralarında bir köprü olması, arkalarından gelen nesillere katkıda bulunmaları ve apolitik olmaları. Dar çevrelere, cemaatlere, fraksiyonlara değil geniş yığınlara hitap etmeleri.
İlki Ali Fuat Başgil. Hukuk ve demokrasi alanında yaşayışı, duruşuyla düzgün, çok fazla politize olmamış, kucaklayıcı, bizim kültürümüzden gelen bir adam. Bütün hukuk ve anayasa yayınlarının yanında Gençlerle Başbaşa isimli bir kitapçık yayınlamış. İkinci adam Mahir İz. Münevver, muhafazakar, bir şehir adamı. Osmanlı beyefendisi. İçinde bulunduğu kültür çevresini gençlere aktarması, hanesini bu işe açması, gençleri himaye etmesi, hayatı onlara anlatarak ve göstererek bir numune ortaya çıkarması bakımından Mahir İz'i seçtim. Üçüncü adam olarak yine, medeni, şehirli, muhafazakar, kalitesiyle kendisini etrafa kabul ettirmiş bir sanat ve estetik adamı, Osmanlı kültür coğrafyasını keşfetmemize öncelik etmiş bir adam; Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi. Seçtiğim dördüncü adam yine şehirli bir muhafazakar, apolitik, bir cemaate sıkışmamış, adam yetiştirme özelliğiyle tanınmış, sanatın yüceliğine ve geleneksel sanatlara ilgi kapısını açmış, Anadolu'nun bir çok yerindeki yazmalardan, oradaki eski evlere kadar gidip resmetmiş; Prof. Süheyl Ünver. 5. kişi yine benim çok sevdiğim ve üstad olarak kabul ettiğim şehirli bir kültür adamı. Anadolu özelliğinden kopmamış ama Osmanlı münevveri hassasiyetini ve cesaretini hep üzerinde taşımış, adam yetiştirmiş, arkasından gelenlere kucak açmış, siyasi ya da dini bir kliğe onları hapsetmemiş bir ilim adamı; Fethi Gemuhluoğlu.
Bunlarla ilgili hemen bir anı ve hatıra kitapları çıkarılıyor. Bütün yazdıkları ve tanıyanların anıları toplanıp kaynak kitap haline getirilecek. Bunlar aynı zamanda Türkçenin ses bayraktarları. O nedenle ses kayıtlarını arıyoruz. Güzel Türkçe konuşma örneği olarak ses kayıtları yayınlanacak. Bunlarla ilgili paneller yapılacak. Anadolu'nun değişik yerlerinde konferanslar düzenleyeceğiz. Mardinli, Edirneli, Sinoplu gençler, özellikle gençler, bu örnek abide ve ölmez şahsiyetleri tanımış olacak. Bunların yayınları da basılacak. Özellikle 'Gençlerle Başbaşa'. Okumaya geç kalmasın gibi bir idealim var. Bir hamle, bir atılım olacağı kanaatindeyim.
Bu saydığım 5 adama baksınlar. Direk gibi 5 tane adam çıkarıyoruz. Ama bir sıkıntı olduğu kesin. Maddi kalkınmada, imar ve inşaat işinde, yollarda, köprülerde kimse söz söyleyemiyor ancak bu açıdan burada bir eksiklik olduğunu Kültür Bakanlığı müsteşarı ve kültür tarihi profesörü olarak ben söylüyorum, içeriden biri olarak. Bu bir hakikat.
Tercihler ve yanlış yönlendirmeler
Nasılsa arkadan gelir dendi. Belki de doğrudur. Belki de şu anda arkadan gelecek. Yatırımların kalıcı olması ve gelecek nesillere intikal edebilmesi için manevi kalkınma gerek. Ben maddi kalkınma oldu, kültürel kalkınma eksik diyorum. Bu şarttı, onda geç kaldık. Bunun da altını çizerek, bu ihtiyacı tespit eden biri olarak, Kültür Bakanlığı'nda hiyerarşi içinde yapmak üzere vazife çıkarıyorum. Muhafazakar kesim 3 şeyi yapamadı; kültür, sanat ve çevre. Sanat deyince ebru, hat, tasavvuf musikisinin çok kötü bir uyarlamasını anlıyor. Biraz ney, biraz popla folk karıştırarak tasavvuf müziği yaptık zannediyoruz. Büyük bestekar yok. Bekir Sıtkı Sezgin çizgisini koyduktan sonra geriye bakıyorsunuz, tıkanma var orada da…
Şehirli Müslümanlık yok. Şehirli Müslümanlık belki çok defo bir tabir, Müslümanlık herkesedir. Şehirli Müslümanlık başka bir şey, medeniyet dediğimiz şey şehirde doğmuştur. Burada temel sıkıntı şehirli Müslümanlığın reaksiyoner yapı içinde Anadolu'ya sıkışması. Şehirlerin de dış çevresine sıkışması gettolaşması. Müslümanlık, muhafazakarlık, dar, sekter, kavgacı bir politikaya sıkıştı, kırsallaştı. Bu iki şeyi aşması lazım; çok fazla politikaya sıkışmaması ve şehirleşmesi, açılması lazım. Dar cemaatleşme açılmayı önledi. Bu saydığım 5'i bir yerde dediğim adamların hiç biri cemaatçi değil, geniş adamlar. Bunu aşmanın yolları da belli. Biraz kaba bir tabirle söylüyorum ama 'Müzen kadar konuş' diyorum. Ne kadar vergi vermişsin, kaç yüze girmişsin ona bakmıyorum. Şahıs müzelerini kim kurmuş Türkiye'de? Oradan bakacaksınız durumunuza.
Dikkat ederseniz 3 yerden çok darbe yiyor muhafazakarlar. Kültür, sanat ve çevre. Ağaç dikme sayısıyla çevreye duyarlılığımız anlaşılmaz. Bu konuda hassasiyetin de olması lazım. Benim çok önemsediğim şey şehir parkınız var mı? Kaç metrekare, kaç dönüm. Bizde has bahçeler vardı. Bahçe yaptırmak diye bir vakıf türü var. Şehir parkını büyük bir proje olarak almak ve bu parkın peyzajını şehir ağaçları ve o bölgedeki ağaç kültürüne dayanarak yapmak gerek. Akar havuzlar, sersebiller, mutlaka su kültürünün güzel örnekleri olması lazım. Ben bunun çok küçük örneklerini her yerde verdim.
Her şeyle ilgilenmek zorundayım ama tercihler ve öncelikler var. Sonuçta ben de profesyonel bir yazarım, müzeci olarak işin içinde akademik özelliklerim var. Turizm rehberliği yaptım, otelcilik yaptım gençliğimde. Turizm açısından İslam kültür coğrafyasına kültür turizmini ilk başlatanlardan biriyim. Bütün bunlar belki bende bir avantaj olarak sahaya yansıyacak. Fakat yapmam gereken, durumdan vazife çıkararak söylüyorum, ve bakanlığın da yapması gereken bazı işler var. Ben Türkiye'de maddi kalkınmanın, imar, inşa işlerinin başarıldığını ama manevi ve kültürel kalkınmanın başarılamadığı kanaatindeyim. Buradan çıkardığım ilk vazife bunu nasıl aşarız düşüncesi. Burada da ana saham şehirleşme ve şehir kültürünün gerektiği kadar gerçekleştirilemediği kanaatindeyim. Şehirleşme bina ve imar olarak oluyor fakat medenileşme ve şehir kültürü konusunda geri kaldık. Muhafazakarlar daha çok geri kaldı. Bu kanaatteyim. Dolayısıyla ilk çıkardığım vazife bu, şehir ve kültür.
Şehir ve kültürün bir yol haritası var kafamda. Önceden beri düşündüğüm bir konu. Ama yetki şu anda oldu. Bakanımızla birlikte bunu düşünüyoruz. Bir şehirde mutlaka bir kent müzesi, şehir kütüphanesi, şehir konferans ve kültür salonu, guide türünde rehberi, şehri anlatacak adamları, bir şehir parkı olacak. Şehrin kendine ait hususiyetlerinin ve kendine has dokusunun bir bölümü korunacak; kale, kule, minare diyorum ona. Şehrin kendine has sanatkarları, mutlaka orada üretilen bir hediyelik eşyası, orada yenilen oraya özgü bir yemeği olacak. O şehrin aydınlarının çıkardığı bir şehir dergisi olacak. Bakanımızın da ısrarla üstünde durduğu konu şehir ve kültür dergilerine destek vermek. Taşrada Urfalı gençler Urfa için İl ve Kültür'ü çıkarsınlar, Tokat'ta Şehir ve Kültür Tokat diye bir dergi çıkarsınlar bana getirsinler. Bunlara destek verelim. Yerel yönetimlere de iş düşüyor. Dünyanın yatırımı var bir şehir ve kültür dergileri yok. Bir dergi çıkarıyorlar belediye başkanının 10 tane resmi var içinde.
Aklımda, gönlümde ne müsteşarlık ne de Ankara vardı. Çok ani gelişen bir sürpriz oldu. Bakan Bey özel görüşelim diye çağırdı. 'Bu bir vazifedir, nöbettir. Ankara'ya gidiceğiz' dedi. Sürpriz bir görev.
Ayrılmadım ki! Ayrılmadığımın canlı kanıtı röportajımızı burada yapmamız. Asıl haber 'Adam saraydan ayrılmadı.' İzin günlerinde evime gitmiyorum Saray'a geliyorum.
Taşımadım. Ankara'da nerede oturabilirim diye düşündüm. Biraz dolaştım, Ankara'nın neresi deniz görüyor diye aradım ve buldum. Gölbaşı'nda bir tesiste küçük bir daire tuttum. Şimdi orada kalıyorum. Camımı açınca gölü görüyorum. Güzel bir doğası var.
İstanbul'daki etkinliklere geliyorum. Ben en baştan kültür, sanat ve turizmin yoğunlukla İstanbul'da olduğunu vurgulayarak göreve başladım. Benim için kültür sanat İstanbul'dur. Yüzde ellisinden çoğu İstanbul'dur. Benim merkez karar bürokrasisine çok katkımın olacağını sanmıyorum. Sahadan gelen bir adamım. Ankara bürokrasisinin kıskacında, hiyerarşik yoğunluk içinde proje üretmem beklenmez. Bana da Ankara'ya da yazık olur. Ben sahanın içinden eksikleri görerek proje üretmek durumundayım. Bunun da merkezi Topkapı Sarayı.
Evet bunun farkında olarak İstanbul'daki etkinliklere katılıyorum. Buradaki kültür sanat çevreleri ile bağımı koparmadım. Ankara bürokrasisi Cumartesi Pazar çalışmadığı için Topkapı Sarayı'na geliyorum. İstanbul'daki başka mekanlardaki etkinlikleri yerinde görüp inceliyorum.
Topkapı Sarayı'nın vekil müdürü asil müdürün bütün yetkilerine sahip. Şu anda bir isim düşünülmüyor. Müdür vekilimiz zaten çok tecrübeli bir arkadaş. Ben de Topkapı'yı mümkün olduğu kadar takip etmeye çalışıyorum. Bakanlığın amiral gemisi. Burada bitmesini takip ettiğim projeler var. Mutfaklar açıldı. Çok mutlu oldum. Şimdi hedefimiz haremin tam olarak açılması. Haremde 2 tane mescidi ziyarete açacağız. Bu Harem algısını değiştirecek. Zülüflü Baltacılar Ocağı'nı ziyarete açacağız. Bunlar için benim burada takibini yapmam lazım. Daha başka bir çok proje var.
Yoğun bir bürokrasi akışı gördüm. Doğal tabi. Yapacak bir şey yok. Bakanlık bürokrasinin zirvesi. Siyasi irade dışında bütün işlerin elinizden geçmesi lazım. Dosyalar, projeler, imzalar… İnsanı baya meşgul eden, orada olmasını icap ettiren bir pozisyon. Yabancı bir tabir ama oradaki pozisyonla post arasında bir ilişki kuruyorum. Tasavvuf anlamında post, idareci bakımından da vazife anlamında post. Onun da fazla Ankara'ya odaklanmaması lazım benim kanaatime göre. Aslında aklımda ne olduğu, İstanbul'u hariç tutuyorum, ilk gittiğim inceleme gezisine bakarak da anlaşılabilir. İlk Konya'ya gittim.