Fanatizm, insanın bir fikre, inanca, değere, ideolojiye, kişiye, gruba, futbol takımına heyecanlı, ölçüsüz ve katı bir şekilde bağlanması anlamına gelir. Fan kelimesi, aşırı hayranlığın, aşırı taklidin ve bağlanmanın manasını taşır. Fanatizmde akıldan çok tabular ve kalıp düşünceler vardır. Bu kalıp düşüncelerle akıl sorgulamasına kendilerini kapattıkları için toplumun ortalama değerlerinin dışında düşünürler. Fanatizmin psikolojik arka planına bakıldığında, özellikle bireyselleşmemiş kişilerin kendi egosunun bir kısmını yok sayarak başka birine bağlandıkları görülür. Kişi gelecek kaygısına, kimlik kaygısına, belirsizliğe karşı tepki olarak aşırı bağlanma ihtiyacı hisseder. Bağlandığında aidiyet duygusu ortaya çıkar ve kendini güvende hisseder. Bağlanma duygusunun kimlikle ilgili boyutunda psikolojik bütünlüğü koruma ihtiyacı vardır. Çünkü kaygı, insanın psikolojik bütünlüğünün tehdit altında olduğunu gösterir. Kişi kendine güvenmiyorsa, psikolojik bütünlüğünün bozulma riskine karşı, muhakkak güvenli bir limana sığınma ihtiyacı duyar. Bu tür bağlanmalar, kişinin bireyselleşmesinde, psikolojik gelişiminde önemlidir ama bağlanmanın ölçüsüz ve kontrolsüz bir şekilde olması fanatizme dönüşür. İnsan tek başına yaşayan bir varlık değildir, sosyal bağlardan kopuk yaşayamaz ama bu bağlanmanın bir rasyoneli olması gerekir. Fanatizm bağlanmanın rasyonelliğini bozar. Fanatizmde, mantıklı açıklamalara ve mantıksal tehlikelere rağmen körü körüne bağlanma ve inanma vardır. Çünkü insan kendini kırılgan ve kaygılı hissettiği zaman psikolojik bütünlüğünü korumak için buna yönelebilir.
Fanatik kişilerin en büyük özelliklerinden biri de bağlandığı kişiyi egosunun bir parçası olarak görmesidir. Türkiye'de ataerkil kültürlerde erkekler karısını uzvu gibi görür. Narsistik kişilik de aynı şekilde bağlandığı kişiyi veya parayı uzvu gibi görür. Parası alındığında uzvunu kaybediyor gibi hisseder. Aynı psikoloji, bir gruba veya ideolojiye bağlanmada da kendini gösterir. Bağlandığı gruba zarar gelince sanki uzuvlarından koluna, bacağına zarar verilmiş gibi aşırı tepki gösterir. Bu tür bağlanmalarda kişi egosunun bir bölümünü atar, onun yerine bağlanmayı koyar. Böylece kişi egosunu grubun içinde tanımlar. Kişi benliğini ideolojisi ile betimler. Aklı yok sayarak bağlanma söz konusu olduğu için grupta bir kişi suç işlese onun suçunu sahiplenir. Bu duygu ile grupçuluk, cemaatçilik ortaya çıkar ve kendi camiasından adam kaptırma duygusu oluşur.
Bir başka bağlanma şekli, mükemmeliyetçi eğitim tarzı alanlarda görülür. Dereceli düşünmeyi başaramayan “ya hep ya hiç, ya siyah ya beyaz” duygusuyla yetişen, gri tonları göremeyen ve kabul edemeyen bu kişiler, kendi kendilerine yetmediği için bir yere bağlanarak kaygılarını giderip rahatlamaya çalışırlar. Bu kişilerde kendi kusurları ile birlikte ayakta durma duygusu gelişmemiştir. Bir yere bağlanırlar, o ne derse onu yaparlar. Kişilikte “ya hep ya hiç” düşüncesi olduğu için splitting denilen bölünmeler ortaya çıkar. Kişi çok yanlış düşüncelere inanır hale gelir. İnsanoğlunun kaygılarını gidermek, geleceğini güvence altına almak için sosyal ilişkilerle bağlanma ihtiyacı vardır. Bu bağlanma ihtiyacı sosyal olaylar ve travmalarla ortaya çıkar. Yaşanan doğal afetler, savaşlar insanları bu bağlanmaya iter ve bağlanmayı güçlendirir. Bireyin kendi kimliğini, kişiliğini yok ederek sağlıksız bağlanması fanatizmi ortaya çıkarır. İnsanın fanatik bağlanmayla ilgili eğilimlerini kontrol edebilmesi gerekir.
Fanatizm Adaletin Düşmanı
Fanatizm, adaletin yerleşmesinde ve dağıtımında son derece önemli bir engel teşkil eden bir durumdur. Adaleti savunanlar, “herkes için adalet” anlayışını göz ardı etmekteler. Hukuktaki adalet anlayışı ile ilgili toplumdaki algıyı değiştirmek gerekir. Bir insanın eşi veya çocuğu birini öldürürse veya yaralarsa onların da yargılanmasını istemeli, onlara karşı da adil olmalıdır. Hz. Peygamber'in “Benim kızım bile yapsa ona da aynı şeyi yapardım” diye söylemesi herkes için adalet kavramının olması gerektiğini vurgulamaktadır. Adalet sadece güçlüye, kendi çıkarına, fanatik taraftarına veya belli kişilere yönelik olmamalıdır. Adalet sadece mahkeme duvarlarında yazılı bir kavram değildir. Aynı zamanda insanın duygularında, davranışlarında, günlük yaşamında da yazılı bir kavram olması gerekir. Sadece belli kişiler için değil, herkes için adalet kavramının yerleşmesi, empati algılamasının doğru öğrenilmesiyle ilgilidir. Empati başkaları açısından da hak duygusunu yorumlayabilmek ve değerlendirebilmektir. Bundan dolayı fanatik bağlanma, adaletin en büyük düşmanıdır.
Körü körüne fanatik bağlanma adil olmayan bir bağlanmadır. Mesela doğadaki hayvanlar da kendi alanlarını körü körüne korurlar ve o mekânda territorial adaletleri vardır. Köpek, idrarıyla kendi alanını işaretler, oraya birisi girdiği zaman saldırır. Bu da bir çeşit adalettir ama ilkeldir ve doğadaki denge bu şekilde oluşur. Kaplanlarda da aynı durum geçerlidir, bir müddet sonra kendi yavrusu büyüdüğünde onun da girmesine izin vermezler, onlar da başka alan arayışlarına girerler. Yavrular da kendi alanlarını işaretler ve o alana girene saldırırlar. Eğer yenilirse güçlü olan oraya hakim olur. Darwin, doğadaki bu düzene bakar ve bunun üzerine, güçlü olanın yaşaması gerektiğini savunur. Birey bazında güçlü olan yaşar ama doğada genel bir denge vardır. Mesela kuş gribi var diye bütün tavuklar, kuşlar kesildi. Bu kez keneler ortaya çıktı. Çünkü denge bozuldu. Biyolojideki adaletle insandaki adalet aynı değildir.