Sık sık siyasî mizahımızda yer alan ve Türk basınının dini bilgi yetersizliğine işaret eden bir manşet tekrarlanır: “Bu yıl da hac, kurbana denk geldi”. Meselenin kara mizah boyutu bir tarafa, Türkiye Cumhuriyeti’nin hac politikaları tarihi de yazılmamıştır.Şerif Hüseyin’in isyanından sonra haccın devletin himayesinde resmen yapılması kesintiye uğramıştır.Son hac kafilesi ve Sürre gönderimi, 1917 yılında Medine’ye kadar yapılabilmiştir. Ancak hacca gitmek kesilmemiştir. Türkiyeli Müslümanlar bireysel
Sık sık siyasî mizahımızda yer alan ve Türk basınının dini bilgi yetersizliğine işaret eden bir manşet tekrarlanır: “
Bu yıl da hac, kurbana denk geldi
”. Meselenin kara mizah boyutu bir tarafa, Türkiye Cumhuriyeti’nin hac politikaları tarihi de yazılmamıştır.
ndan sonra haccın devletin himayesinde resmen yapılması kesintiye uğramıştır.
Son hac kafilesi ve Sürre gönderimi
, 1917 yılında Medine’ye kadar yapılabilmiştir. Ancak hacca gitmek kesilmemiştir. Türkiyeli Müslümanlar bireysel olarak ve imkan buldukları yolları kullanarak hacca gitmeye devam etmişlerdir.
, Mekke’yi Şerif Hüseyin’in elinden alan
’un (Necid ve Hicaz Sultanı) 1925 yılında düzenlediği ve hac ile Hicaz’ın geleceğinin tartışıldığı
Mekke’deki İslam Kongresi
ne İstanbul mebusu Edip Bey’i temsilci olarak göndermiştir. Ancak, uzun süre Türkiye’den resmi bir hac kafilesi düzenlenememiştir. Zira kuruluş yıllarında Türkiye devletinin içinde bulunduğu iktisadi şartlar buna imkan vermediği gibi eski hac yolları da kapalıydı. Suriye, Ürdün ve Irak manda idaresi altındaydı ve Türk hacılar için güvenli bir güzergah değildi. Mısır üzerinden gitmek oldukça pahalıydı. Ayrıca savaş yıllarında neredeyse bütün şirketleri iflas etmiş olan Türkiye’nin, hac kafilesini ne karadan ve ne denizden Haremeyn’e ulaştıracak vasıtaları da bulunmuyordu.
Diğer taraftan,
Diyanet İşleri Başkanlığı
üzerinden dini hayata egemen olmasına rağmen yeni devlet anlayışı, -paradoksal bir biçimde- hac meselesi ile ilgilenmeyi, laiklik prensiplerine aykırı buluyordu. Nitekim ancak 1947 yılında,
ilk resmi Türk hac kafilesi
, deniz yoluyla yeniden hacca gidecekti.
1946 yılında
’nin kurulmasıyla çok partili sisteme geçilmiş; ertesi yıl da seçime gidilmiştir. Tek partiye karşı, dini değerlere daha saygılı olduğunu ilan eden muhalefet, büyük rağbet görmüştür. Tabii olarak
siyasetteki bu değişim hacca da yansımıştır
. Böylece 1947’den itibaren bir çok özel şirket, deniz ve hava yolu ile hacı taşımaya başlamışlardır. 1948 yılında döviz yokluğu sebebiyle resmi hac kafilesi düzenlenememiş, fakat bireysel gidişler engellenmemiştir. Bu tarihten itibaren her yıl özel şirketlerin hac seferleri düzenlemesi hacca giden Türklerin sayısını da arttırmıştır.
Bu değişim Türk basınına da yansımıştır. Türk kamuoyu, hacıların Haremeyn’de yaşadıkları tecrübelere ilgi duyunca; bazı gazeteler de hacca muhabirler göndermeye başlamıştır. 1950’li yıllardan itibaren, mevsiminde, hac ve Hicaz hakkında Türk basınında özel sayıların çıkarıldığı ve düzenli haberlerin yayımlandığı görülmektedir.
Türkiye’de hac meselesinin tartışılmaya başlanmasının ve düzenli kafilelerin hacca gitmesinin, kimi çevreleri de rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. Özellikle, hac kafilelerini taşıyan şirketlerin sebep oldukları olaylar ve kimi hacıların yol ve ikamet şartlarından şikayetleri, hacca karşı olanların da tartışma açmalarına imkan sağlamıştır. Bu çevreler,
Türkiye’nin ekonomik sıkıntı içinde olduğunu, dolayısıyla hacıların bunca dövizi dışarı taşımalarının uygun olmadığı
nı ileri sürüyorlardı. Hatta bu yüzden 1951 yılında, hac kafilelerinin yasaklanması bile gündeme getirildi. Ancak Türklerin hacca rağbeti arttı ve hac seferlerinin düzenlenmesi sürdü. Ayrıca Demokrat Parti iktidarının gayretleriyle, ilk defa hac kafileleri için resmi bir düzenleme de yapıldı.
1953 yılında Bakanlar Kurulu, “Hac maksadıyla Suudi Arabistan’a gidecek olanların seyahatlerine müteallik esaslar” adlı bir kararname yayımladı. Kararname hacca gidiş ve hacıların sağlık durumları ile ilgiliydi. Bu kanun, 1955 yılında başka bir kanun ile değiştirildi. Yeni düzenlemeye göre;
hacca gidiş ve dönüşler sadece deniz ve hava yoluyla yapılacak
tı. Karayolunu hacılara kapatan, kısıtlayıcı bu kanun da 1963 yılına kadar yürürlükte kalacaktı.
Zaman içinde hükümetler, halkın hacca karşı gösterdiği ilgi ve rağbeti dikkate alarak sürekli kolaylaştırıcı düzenlemeler yapmaya başladı. 1974 yılında; içinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da yer aldığı ve bakanlıkların üyelerinin bulunduğu bir “daimi hac komitesi” kuruldu. Amaç, hacca gideceklerin sağlık, güvenliklerini sağlamak ve hac ibadetlerini sorunsuz yapmalarının şartlarını hazırlamaktı.
1963’te karayolunun devreye girmesi Türkiye’den hacca gitmeyi kolaylaştırmıştı. Türk hacıları şehirlerden otobüsler ile Suriye-Ürdün üzerinden Hicaz topraklarına varmaktaydı. Aslında bu güzergahın açılışı, Türkler için haccı kolaylaştırdığı gibi, Müslüman Türkler ile Müslüman Suriyeliler, Ürdünlüler ve Suudiler arasında ciddi kültürel etkileşimi de sağlıyordu. Ancak çeşitli nedenler, siyasi krizler, isyanlar, çatışmalar ve bugün olduğu gibi savaşlar karayolu güzergahlarını kapattı. Türkiye hac kafileleri, sadece hava yolunu kullanmaya başladı ve yol güzergahlarında bölge Müslümanları arasında meydana gelen tabii kaynaşma ve kültürel ilişki de ortadan kalktı.
Bugün, hacca gitme konusunda uygulanan sayısal kotadan başka bir engel olmasa da; bu ibadetin anlamı ve uygulanması konusunda,
yeni içtihatlara ihtiyaç vardır
. Tıpkı kurbanın anlamı, kesimi ve dağıtımı konusunda olduğu gibi.
Bayramınız kutlu osun. İslâm âlemine ve insanlığa hayır, bereket ve huzur getirsin.
#Hac
#Şerif Hüseyin
#Mekke
#Hicaz
#DİB