Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’nda çok yerinde ve haklı bir soru sordu:“İsrail’in sınırları neresidir?” Ancak bu sorunun cevabını BM Genel Kurulu da bilmemektedir. Çükü daha başından itibarenYahudilerden kurtulmak isteyen Batı,onları İslam dünyasının kalbine iterek, orada istediklerini elde etmelerine göz yummuştur. Şimdi ise ne kadar yüksek perdeden sorulsa sorulsun, duymazlıktan; hangi haritalar gösterilirse gösterilsin, görmezlikten gelinmektedir.Müteaddit defalar söyledim, söylemeye de
Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’nda çok yerinde ve haklı bir soru sordu:
“İsrail’in sınırları neresidir?
” Ancak bu sorunun cevabını BM Genel Kurulu da bilmemektedir. Çükü daha başından itibaren
Yahudilerden kurtulmak isteyen Batı,
onları İslam dünyasının kalbine iterek, orada istediklerini elde etmelerine göz yummuştur. Şimdi ise ne kadar yüksek perdeden sorulsa sorulsun, duymazlıktan; hangi haritalar gösterilirse gösterilsin, görmezlikten gelinmektedir.
Müteaddit defalar söyledim, söylemeye de devam edeceğim. İsrail meselesi, hele hele
Yahudilik meselesi, İslam dünyasının değil, Batı’nın kendi iç meselesidir
. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bu meseleden kurtulmanın bir yolu olarak, onlara Filistin coğrafyası açılmıştır.
Antisemitizm, yani Batının geliştirdiği Yahudi düşmanlığının bir sonucu olan İsrail ve onu destekleyen ideoloji, bir gün Batı ile hesaplaşacaktır
. Ancak geçmişte olduğu gibi şimdi de BM görmezlikten gelerek sorunu ötelemektedir.
Batıda defalarca ayrımcılığa maruz kalan Yahudiler; Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz savaş ekonomisini besleyerek, İngiliz hükümetlerinin ayakta kalmasını sağlamışlardır. Bir minnet borcu olarak İngiltere, 1917’de Balfour Deklarasyonu ile Osmanlı engeline takılan Yahudilerin önünü açmıştır. Deklarasyondaki
“yurt” ifadesini Yahudiler, “Tevrat’ta kendilerine Vadedilmiş Topraklar “
olarak anlamışlar ve siyasetlerini bunun üzerine bina etmişlerdir. İşte Sayın Cumhurbaşkanı’nın BM Genel Kuruluna haritalarını göstererek sorduğu sorunun hikâyesi böyle başlamıştır. Burada can alıcı ve
Cumhurbaşkanının sorusu altında saklı asıl soru “Vadedilmiş Topraklar” neresidir
?
Arz-ı Mev’ud veya Kitab-i Mukaddes’te Yahudilere
Vadedilmiş Toprakların sınırı tartışmalı olsa da Nil ile Fırat arası olduğu iddia edilir
. Yani sorulan sorunun cevabı da bu iddianın içindedir. Nitekim bunun güney sınırı Tuz Gölü diye tabir edilen Ürdün’deki Ölüdeniz’dir. Bu yüzden yıllardır İsrail, Yahudi yerleşim alanlarını o tarafa doğru genişletmektedir. İsrail’de yapılan son seçimlerde Netanyahu’nun en iddialı vaadi da Golan’dan sonra güneydeki sınırın ilhak edilmesi olmuştur.
Bir utanç belgesi olan Balfour Deklarasyonu
, daha önce, özel bir yönetim kurulması planlanan Filistin’de, İngiliz mandası ile taçlandırılmış ve İsrail’in kuruluşuna giden yolu açmıştır. İngiliz mandası altında Yahudilerin Filistin’de arazi almaları kolaylaştırılmış; onlara geniş bir istihdam sağlanarak yönetin tecrübesi elde etmelerine imkân verilmiştir. Bu haksız uygulamalar Arapları isyana teşvik etmiştir. İngilizler, 1936 yılında, başına Lord William Robert Peel’i koydukları bir kraliyet komisyonu kurup sorunu yerinde incelemişlerdir. 1937 yılında ilan edilen ve tarihe
Peel Komisyonu Raporu diye geçen belge, İngilizlerin ikinci utanç belgesidir
. Zira bu belgeye göre; Filistin, Araplar ile Yahudiler arsında ikiye bölünecek, üçüncü bir bölge de İngiliz idaresinde kalacaktı.
BM’de gösterilen haritalardan oldukça farklı
olan bu plana göre Yahudiler, Akka, Hayfa, Nasıra ve Yafa’yı içine alan küçük bir toprak parçasında devletlerini kuracaklardı.
Aslında zaman başlatıldı ve yirmi yıl içinde,
Filistin’de Yahudilere bir sığınma alanı olarak sunulan “yurt”, devlet kurma fikrine dönüştürüldü
. Plana göre; Beytüllahim ve Kudüs; İngiliz idaresinde kalacak, geri kalan topraklarda Araplar da devletlerini kuracaklardı. Kudüs’ün statüsü her iki tarafı da memnun etmedi ve bu plan çöpe atıldı, ardından bölgede çatışmalar başladı. Bu tarihten sonra on yıl boyunca, yeni planlar yeni düzenlemeler yapıldı.
BM’nin Cemiyet-i Akvamdan devraldığı en önemli problem, Filistin meselesi oldu. Ama nafile. Hiçbir çözüm üretilemedi ve nihayet
1947 taksim planı Araplara dayatıldı
. Buna göre; Filistin’de yine üç bölge kurulacaktı. Kudüs ve Beytüllahim BM denetimine geçecek, geri kalan toprakların yüzde 56’sı Yahudilere; yüzde 42’si de Araplara verilecekti. Tabi ki bu adaletsiz taksim de işe yaramadı. Araplar haksızlığa uğradıklarından;
Yahudiler de Arz-ı Mev’ud’u sınırladığından karşı geldiler
. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla Araplar için yeni bir felaket başladı. BM takip eden yirmi yıl boyunca da yeni bir çözüm üretemedi, daha doğrusu üretmek istemedi.
Nihayet 1967 savaşı oldu ve İsrail’e Vadedilmiş Topraklara giden yol tamamen açılmış oldu
.
Bu konuda yazılacak çok şey var ama acıtacak bir kaç soru ile bitirelim:
* BM’nin, 1967 sonrası İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi için aldığı kararlar niye uygulanamamaktadır?
* İslam dünyası bu konuda ne yapmaktadır. Özellikle Kudüs için 1969 yılında kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı bugüne kadar ne yapmıştır?
* Arap Birliği ve genel olarak Arapların, Filistin konusundaki gerçek fikirleri nedir?
Arz-ı Mev’ud, Türkiye’nin bir kısım topraklarını da içine aldığına göre; bugüne kadar Türkiye ne tür argümanlar, tedbirler geliştirmiştir?
#BM
#Yahudilik
#Antisemitizm
#Tevrat
#Balfour Deklarasyonu
#Vadedilmiş Toprakla