Haaretz Gazetesi’ne cevap: Kudüs’te Yahudiler ve Osmanlılar

04:0028/01/2019, Pazartesi
G: 28/01/2019, Pazartesi
Zekeriya Kurşun

Geçen yılın ilk aylarında, İsrail, Kudüs’teki kiliselerin işletmelerinden vergi almak istedi. Belki tarihinde ilk defa Kamame kilisesi başta olmak üzere birçok kilise bu kararı protesto etmek üzere kapılarını ibadete kapattı. Dünyada oluşan tepkiler üzerine Netanyahu bu kararı askıya aldı ama iptal etmedi. Şimdi gelen haberlere göre, Doğu Kudüs’te vergi muafiyetine sahip bazı köklü Müslüman ailelerin de benzeri bir tehdit ile karşı karşıya olduklarıdır. Tabi bu kolay alınabilecek bir karar olmamakla

Geçen yılın ilk aylarında, İsrail, Kudüs’teki kiliselerin işletmelerinden vergi almak istedi. Belki tarihinde ilk defa Kamame kilisesi başta olmak üzere birçok kilise bu kararı protesto etmek üzere kapılarını ibadete kapattı. Dünyada oluşan tepkiler üzerine Netanyahu bu kararı askıya aldı ama iptal etmedi. Şimdi gelen haberlere göre, Doğu Kudüs’te vergi muafiyetine sahip bazı köklü Müslüman ailelerin de benzeri bir tehdit ile karşı karşıya olduklarıdır. Tabi bu kolay alınabilecek bir karar olmamakla birlikte, İsrail’in bugüne kadar yaptıkları dikkate alındığında uzak bir ihtimal değildir.



İsrail Devleti’nin sözcülüğünü yapan 24 Ocak tarihli Haazretz gazetesinde, Osmanlı dönemindeki bir yönetici ailesinin Yahudileri maruz bıraktığı vergi uygulamalarının dile getirilmesi zamanlama bakımından manidardır. Doğrusu yazı sadece bir kaç yıllık bir idari dönemi ele alıyor. Ama ironik bir başlık kullanıyor: “Babası Gibi Evlat: Kudüs Yahudilerine İşkence Eden Osmanlı Valisi”

DOĞRU İLE KARIŞIK YALAN

Anlatılan hikâye 17. yüzyılın başlarında Muhammed İbn Faruk’un Kudüs Sancağı mutasarrıflığına tayin edilmesi ile başlıyor. 1621-1626 yılları arasında art arda hüküm süren baba ve oğlunun Yahudilerden fazla vergi alması üzerine bina edilen hikâyede, düzeltmeye muhtaç bir dizi hatalar bulunmaktadır. Sadece 17. yüzyılda Kudüs’te 3000 Yahudi’nin yaşadığı iddiası bile başlı başına bir yalandır. Bu konuda yeterli kayıt olmadığı gibi, bu tarihten üç yüz yıl sonra bu sayının on bine bile çıkmamış olması, bunun yanlış olduğunu göstermeye kafidir.

Makalede bahsedilen İbn Farukların (İbn Ferruh olmalı) uygulamaları ile ilgili bir arşiv araması yapmadan kesin konuşmak tarih adına doğru değildir. Lakin makalenin ileri sürdüğü ve Osmanlı merkezi yönetiminin de müdahale ettiği yaklaşık beş yıllık uygulamaların, başlıkta sanki bütün 17. yüzyılı kapsıyor gibi verilmesi tarihi tezyif ve ima yoluyla Osmanlı asırlarını töhmet altında bırakmaktan başka bir şey değildir.

Makale boyunca baba-oğul İbn Faruklar anlatılırken yapılan imaya rağmen sonunda yazar, mızrağı çuvala sığdıramamış ve söz konusu dönemin istisna olduğunu söyleyip hakikati şu ifadeler ile itiraf etmek zorunda kalmıştır:

“Dört yüz yıllık Osmanlı egemenliği süresi içinde Kudüs’ün, Yahudileri ağır vergilere zorlayan, ödemek için dışarıdan yardım almaya veya eşyalarını satmaya mecbur bırakan yöneticileri olmamıştır”.

İster bir itiraf, ister hakikati teslim olsun, bu ifadeler; gerçeğin hiçbir zaman saklanamayacağını ve tarihin değil, tarihi yazanların yalan üretebileceğini göstermektedir.

Diğer anlatılanlar bir tarafa, Haaretz gazetesinde dile getirilen bu itiraf; Kudüs’ün geleceğinin, ancak Osmanlı mirasından dersler alınarak belirlenebileceği iddiamızı bir kere daha doğrulamaktadır.

YTB VE FİLİSTİN PLATFORMU’NUN SONUÇLARI

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) koordinatörlüğünde Filistin Platformu tarafından sürdürülen arşiv çalışmalarında, bilinenleri değiştiren pek çok önemi konu dışında, Haaretz gazetesine de cevap teşkil eden sonuçlar ortaya çıkmıştır. Dört yüz yıllık Osmanlı idaresinde, Filistin ve Kudüs’te hiçbir din ve mezhep mensubunun zulme uğramasına izin verilmediğini gösteren yüzlerce hikâye tespit edilmiştir. Zaman zaman bazı menfaat sahipleri veya mütegallibelerin, tamahkârlıkları yüzünden mağduriyetlere sebep olan vakalar yaşanmıyor değildi. Ancak sistem, en küçük bir haksızlığa uğrayanın bile sesini Saraya ulaştırmasına imkân veriyordu. Haksız uygulamaların haberi İstanbul’a ulaşır ulaşmaz derhal yeni düzenlemeler ile emirler verilip mağdurların hakkı iade edilmekteydi.

Mesela 5 Eylül 1743 tarihinde İstanbul’a ulaşan bir şikâyet, o tarihlerdeki sıradan uygulamalardan birini göstermektedir: Kudüs’te Sahratullah Vakfının kiracıları olan iki Yahudi, evlerinin kirasını düzenli ödedikleri halde; kirayı arttırmak bahanesiyle bazı mütevellilerin baskısıyla karşılaşınca İstanbul’a müracaat ederler. Padişah, Kudüs Kadısına gönderdiği bir hüküm ile mütevellilerin “ham tamahlarından” dolayı, kirayı arttırma girişimlerinin mahkemece derhal engellenmesini emreder. Bir başka örnek; Kudüs’te Yahudiler, buğdaylarını istedikleri değirmenlerde öğütebilirken; bazılarının onlara has bir değirmen icat etmeye kalkması karşısında İstanbul’un yine harekete geçtiğini göstermektedir. Bu konuda da Kudüs Kadısı ve Mütesellimi’ne (mülki amirine) ağır ifadeler içeren sıkı emirler gönderilmiştir. Yahudilerin eskiden olduğu gibi istedikleri değirmeni kullanabilecekleri bildirilirken bu meseleden dolayı varsa zarar görenlerin, zararlarının tazmin edilmesi emredilip Müslüman-Yahudi ayrımcılığına izin verilmemiştir.

Osmanlı Arşivi’nde bulunan belgeler arasında; Kudüs’teki Yahudilerden, kanuni vergilerin dışında bir şey talep edilmemesi; evlerinde Tevrat okuyup, ibadet etmelerine engel olunmaması, kanunlar dahilinde yaptıkları ticaretin engellenmemesi, Kudüs’ü ziyaret eden Yahudilere iyi davranılması, fakirlerinin kollanıp korunması gibi yüzlerce kayıt bulunmaktadır.

Eğer Haaretz gazetesinin mezkûr hikayeyi dile getirmesinde bir kasıt yoksa bile bizim bu yazıdan kastımız, dünya barışı için tarihi tecrübeden istifade edilmesini önermektir. Güzel Türkçemizde, Yunus Emre’ye atfedilen “Zulm ile âbâd olanın âhırı berbâd olur” sözü unutulmamalıdır.

#İsrail
#Filistin
#Osmanlı