Eğitim ve öğretmen: Hayaller ve gerçekler

04:0015/01/2018, Pazartesi
G: 18/09/2019, Çarşamba
Zekeriya Kurşun

Eğitim ve öğretimde nefes alma zamanı. Üniversiteler ile ilk-orta öğretim kurumları yarıyıl tatiline hazırlanırken MEB’den bir okuma ödevi geldi. Uzun araştırmalar, toplantılar, anket ve görüş toplamalar sonunda ülkemizin Milli Eğitimi’ne yön verecek bir doküman oluşturuldu. Bütün paydaşları ile paylaşılan bu belgenin başlığı “Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri”dir. Metin içinde yüzlerce defa kullanılan “yeterlik” kelimesine takılmadan geçilse bile gerisini anlamak için bir hayli çaba göstermek

Eğitim ve öğretimde nefes alma zamanı. Üniversiteler ile ilk-orta öğretim kurumları yarıyıl tatiline hazırlanırken MEB’den bir okuma ödevi geldi. Uzun araştırmalar, toplantılar, anket ve görüş toplamalar sonunda ülkemizin Milli Eğitimi’ne yön verecek bir doküman oluşturuldu. Bütün paydaşları ile paylaşılan bu belgenin başlığı “Öğretmenlik Mesleği Genel Yeterlikleri”dir. Metin içinde yüzlerce defa kullanılan “yeterlik” kelimesine takılmadan geçilse bile gerisini anlamak için bir hayli çaba göstermek gerekiyor. MEB’in paydaşları olabilecek pek çok kişiye, ayrıca teşkilatın içinde bazı yetkililere sordum pek okuyana rastlamadım. Oysa sessizce hayatımıza giren bu iddialı belge Türkiye’nin doğrudan üçte ikisinin, dolaylı olarak da herkesin hayatına dokunuyor.


EĞİTİMDE ‘YETERLİK’ Mİ,
‘YETERLİLİK’ Mİ?
İlki 2006 yılında hazırlandığı anlaşılan ve muhtemelen o tarihlerde üretilen tercüme ve ucu açık kalıplara dayanan bu yeni belgenin gerekçesi; dünyada yaşanan “toplumsal dönüşüm sürecinde etkili iletişim, farklı kültürleri tanıma ve yüksek düzeyde işbirliği geliştirmeye” dayandırılmıştır. “Küresel rekabetin” arttığı dünyada, “çözüm odaklı düşünme gibi üst düzey bilişsel becerilerin öneminin” farkında olduğunu söyleyen
MEB, bu belge ile öğretmenlerimizin “mesleki bilgilerini, becerilerini, tutum ve değerlerini” arttıracaktır.
Buna da “yeterlik” denilmektedir.
Sadece yan yana ve alt alta yerleştirilmiş kelimelerden şiir yazıldığı bir dünyada, tırnak içinde verilmiş kavramlar ile öğretmenlerimize de ‘yeterlik’ sağlanması mümkündür elbette. Ama bu belge mesleğe
yeterlilik, uygunluk ve ehliyet
kazandırır mı, bilemem. On altı sahifelik metnin zaten yarısı sunuş ve girişten ibaret. Uzun uzun öğretmenlik mesleğinin kutsiyetinden, dünya ve Türkiye’deki eğitim tarihinden bahsedildikten sonra mahcup bir edayla “yeterlik” bahsine geçiliyor.
MESLEKİ ‘YETERLİK’ BELGESİ YETERSİZ

Eflatun’dan Farabi’ye; Fatih’in Eyüp ve Ayasofya medreselerindeki sıbyan muallimlerine verilen derslere, Rüştiyelerin kurulmasından, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na kadar lafı dolaştıran uzun mukaddime keşke bir eğitim tarihçisinin kaleminden çıksaydı da zevkle okuyabilseydik. Ama yine de böyle bir metinde bu tarihçenin hele bu tarzda sunulmasının gerekçesini sormadan geçemezdik. Tabii ki bu uzun girişin konuya bir türlü gelemeyen, dersini çalışmamış tembel bir öğrenci davranışı olduğunu da gözümüzden kaçırmadık.

Metinde bugüne kadar konu ile ilgili Türkiye ve Avrupa mevzuatı ve değişikliklerine de yer verilerek, aslında bu belgenin
bir strateji belgesinden ziyade sanki üretilmesi gereken zorunlu bir belge olduğu
izlenimi verilmiştir.
Oysa biliyoruz ki bizim en çok geliştirmeye ihtiyacımız olan alan eğitimdir ve
eğitimin de öğretmen yeterliliği veya ehliyeti ile birebir ilişkisi
vardır. Türkiye’yi 2023, 2050, 2071 hedeflerine ulaştıracak yegâne araç, ilköğretimden yükseköğretime kadar geliştirilmiş, dünya ile yarışabilen,
sorgulayan, eleştiren ve üretebilen
; evrensel değerleri kazandırırken
milli değerleri önceleyen
eğitim sistemimiz olacaktır. Bu yüzden “dostlar alışverişte görsün” diye kaçamak bir tarzda, “yapmış gibi” olmak Türkiye’ye fayda değil zarar vermektedir. Hele hele bunu üç-beş tercüme cümleler üzerinden yapmaya kalkmak felâkettir.
Bu düşüncemde yanıldığımı varsayarak bu belgeyi okumuş olan eğitim uzmanlarına başvurdum. Uzmanlardan bu dokümanda “yapılandırmacı” bir anlayışın egemen olduğu ve ne evrensel değerleri ve ne de milli değerleri gerçekleştirebilecek yeterliliklerin burada sunulan
ucu açık ifadeler ile mümkün olmadığı
cevabını aldım. Eğitimde yapılandırmacı yaklaşımın avantaj ve dezavantajlarından bağımsız olarak; öğretmen yeterliliğinin sağlanmasını amaçlayan bir belgede,
mümkün olduğunca öğretmeni devre dışı tutan bir anlayışın
nasıl bir motivasyon sağlayacağını da sormadan geçemedim.

Belgede hiç mi iyi bir şey yok. Elbette var. Milli Eğitim Temel Kanunu’nda zaten yazılı olan veya bugüne kadar yapılan Milli Eğitim Şûraları’nda gösterilen ama hayata geçirilemeyen idealler burada da yer almaktadır.

Bir güzel ayrıntı da ülkemizdeki öğretmenlere verilen değere dairdir. Belgemize göre “Türkiye öğretmene değer verme bakımından dünyada önde gelen ülkelerdendir. Küresel Öğretmen Statüsü Endeksi'ne göre de Türkiye’de öğretmenler, toplumda gördükleri saygınlık bakımından dünyada üçüncü sırada yer almaktadır. Hatta TÜBİTAK tarafından desteklenen bir mesleki itibar araştırmasına göre, öğretmenlik Türkiye’de statüsü en yüksek dördüncü meslektir” denilmektedir.
Doğrusu bu sonuçların değerlendirmesini milyona dayanmış öğretmenlerimiz yapacaklardır.
Ama “bilen ile bilmeyenin bir olmadığını” bildiren âyet-i kerime ile Hz. Ali’ye atfedilen “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözünü referans gösteren bu metinde
öğretmenin statüsünü daha yükseklere çekme
konusunda bir iddianın olmaması da doğrusu yadırganmaktadır.
EĞİTİMDE REFORM ŞART
Öğretmen niteliklerinin artırılmasına dönük niyet ve arzunun ortaya konduğu bu belgede bunlara ulaşma yolları konusunda sadece bir arayış gözlenmektedir. Yoksa bu belge, iddia edildiği gibi, öğretmenlere
bilgi, beceri ve tutum kazandıracak
referans bir nitelik taşımamaktadır. Ancak yapılabilirliği şüpheli de olsa
performansa dayalı,
geliştirici ve ödüllendirici
bir yaklaşımın sergilenmesi ise umut vericidir.
Türkiye zor bir dönemden geçmektedir. Kendimize gelmek zorundayız. Pek çok konuda önemli başarılar elde eden Türkiye, maalesef eğitimde ilköğretimden üniversiteye kadar yığınla sorunlar ile boğuşmaktadır. Bunların üstesinden gelmenin yolu ortak akıl ile üretilip sıkı sıkıya takip edilen,
sürdürülebilir bir eğitim sistemi
nden geçmektedir. Parça parça iyileştirmeler, kurumlar veya şahıslar bazında elde edilen başarılar aldatıcıdır. MEB, YÖK ve bütün paydaşlar palyatif tedbirler, içi boş belgeler üretmekten vazgeçerek, birlikte Yeni Türkiye’nin eğitim sistemini oluşturmak zorundadırlar. İlgili bütün kurumlar yeniden “başaramadık” pişmanlık ve uyarısını duymamak için eğitimde ihtiyacımız olan reformu hemen başlatmalıdırlar.
#Türkiye
#YÖK